Paylaş
Doğrusu “Almanya: Sene sıfır” şeklindedir. İtalyan yeni-gerçekçi akımının dev ustası Roberto Rosselini tarafından çekilen ve 2’nci Savaş nihayeti Berlin’ini anlatan film bu adı taşır.
Oradan aldım ve pazartesi Alman birleşmesinin 20’nci yılı olduğu için de rakamı değiştirdim.
BU yirmi senede ne olmadı ki! Geriye baktığımda en önce şansıma şükrediyorum.
Zira, genel yayın yönetmenim Hasan Cemal’in gazeteci olarak “tarihe tanık olmak” kamçılaması sayesinde, komünizmin tek bir fiske vurulmaksızın ve iskambilden bir şato gibi yıkıldığı tüm süreci Varşova’dan Bükreş’e, Peşte’den Berlin’e an be an ve yerinde yaşadım.
Artı, Helsinki’den Rejkavik veya Malta’ya, o tarihin yazıldığı toplantıları da izledim.
Ama bunlara rağmen “sene yirmi”ye böylesine çabuk varılacağını tahmin edemedim.
Kim derdi ki, 1989 yazı nihayetinde sınırı açan Macaristan’dan Trabant otomobillerin patpatıyla Avusturya’ya kafileler halinde kaçarken seyrettiğim Doğu Almanlar, bugün ortak Cumhuriyet’in yurttaşı olarak söz konusu otomobilleri çoktan müzeye kaldırmış olacaklar?
Veya milis kordonunun ötesinden Prag’daki Batı Alman elçiliğine sığınmış aynı Doğu Almanları izlerken nasıl tahmin edebilirdim ki, sadece üç yıl sonra onlar o Prag’a turist olarak döndüklerinde, artık Çekoslovakya’nın değil sırf Çekya’nın başkentini ziyaret edecekler?
Evet evet, “sene sıfır”dan “sene yirmi”ye geçen dilimde tarih modern zamanlarda hiç olmadığı ölçüde hızlı ve yoğun aktı ki, iki Almanya birleşmesi de bunun zirvesini oluşturdu.
EN önce, bu yeniden inşanın harcı da, tuğlası da, betonu da bizzat Alman halkıdır!
O Alman halkı ki, 2’nci Savaş’ın cürümlerine eşdeğerde bir özeleştiri yaparak insanlık tarihinde hiçbir ulusun gerçekleştirmediği ölçüde bir vicdani hesaplaşma gerçekleştirdi.
Stalin ve şurekâsının yekpare bir milleti ikiye bölmesini ise asla kabullenmedi.
Dolayısıyla, fırsat doğduğu an, ilk bakışta taşra politikacısı portresi çizmesine rağmen aslında çok usta bir siyasetçi olan ve hiç tartışmasız aynı yeniden inşanın mimarlığını üstlenen Helmut Kohl’un öngörüsü, iradesi ve cesareti sayesinde tekrar devlet bütünlüğüne kavuştu.
Sonsuz zor bir işe kalkışan Şansölye birleşmeyi hayata geçirebilmek için sırf keseyi sonuna kadar açıp, müteveffa SSCB’ye muazzam bir sus payı rüşveti vermekle yetinmedi.
Aynı zamanda da, “Almanya’yı öylesine seviyorum ki iki tane olmasını istiyorum” ironisinin geçerlilik taşıdığı Fransa başta olmak üzere, kolektif hafızadaki korkunç Deccal’in hortlamasından ürperen Avrupalı müttefikleri ikna etmek için akla karayı seçti.
Üstelik bölünmeden kırkbeş yıl sonra ulus 3 Ekim 1990 günü yeniden tek çatı altında birleştiğinde, işin üstesinden gelinemeyeceğine dair kem kehanetler birbirini izledi.
Peki, “Almanya: Sene yirmi”de durum nasıldır ve o kem kehanetler doğru çıktı mı?
HAYIR! Bin defa hayır!
Kabul, Doğu’ya oluk oluk kaynak aktarılmasına rağmen o Doğu’daki ortalama seviye eski Federal Cumhuriyet’ten hâlâ geriymiş? İşsizlik de iki kata yakınmış? Falan, filan?
Eee, sonra? Şaka değil, burada emsali yaşanmamış türden bir birleşmeyi konuşuyoruz.
Oysa bunun yarattığı dev güçlüklere rağmen eğer günümüz Almanya’sı yine de Yaşlı Kıta’nın en sağlam ekonomisine sahipse; eğer Berlin dünya sathında artık çok daha aktifse; eğer Saksonya ve Türingen gibi Doğu eyaletleri daha şimdiden Batı’nın Renanya ve Bavyera’sını yakalayacak düzeydeyse, böylesine muazzam başarılara burun kıvrılabilir mi?
Sonsuz daha önemlisi, zorla parçalanmış yekpare bir ulusun tekrar bütünleşmek azmi, iradesi ve maneviyatı herhangi bir maddi ölçekle küçümsenebilir mi?
Asla ve “Almanya: Sene yirmi” ki, Almanya daha nice senelere!
Paylaş