Küçük itfaiyeci Bora’nın hikáyesi

Hayır, bir cumartesi günü sizi ağlatmak değil niyetim. Ama bu yazı yüreğimin derinliklerinde inanılmaz bir acı yaşattı bana. Öyle ki, sizlerle paylaşmadan edemedim.

Kısa bir süre önce, kızımla hastane odalarında elim böğrümde, onunla birlikte çaresizlik içinde kıvrandığımdan, evladınızın başına gelen en ufak bir sorunun bile ne kadar büyük bir acı verdiği gerçeği henüz çok taze içimde.

Okuyacağınız bu öykü gerçek olabilir. Son zamanlarda internette dolaşan ve biraz değiştirilmiş O’Henry öykülerinden biri de olabilir. Sırf unuttuğumuz bazı duygularımızı, insanlığımızı bize yeniden hatırlatmak için kurgulanmış da olabilir. Neden olmasın? Çünkü günümüzde yardımlaşmak, destek olmak, bir küçük cana bile mutluluk vermek eskisi kadar kimsenin aklına gelmeyebiliyor. Eskiden komşularımızın, hasta olduğumuzda sıcacık bir çorbayı kapıp geldiği günler ne yazık ki gerilerde kaldı. Artık insanın en yakınları bile, hastalandığınızda, sadece bir telefonla soğuk bir ‘Geçmiş olsun’ deyip geçiveriyor. Hastalık, ölüm, dert, üzüntü neredeyse, oradan uzak kalmaya bakıyor insanlar. ‘Ben de yorgunum, ben de sıkıntılıyım, kendimi korumazsam, yıkılırım’ bahanesi ardına sığınıp, gözlerini, kulaklarını çevrelerine tıkamayı seçiyorlar. Bir bakıma ‘Bu ölümlü dünyada’ diye başlayan ve sonumuzun hep aynı olduğunu düşündüren sorunlardan kaçmak istiyorlar. Kim bilir belki onlar da haklı. Ama işte ben böyle olamıyorum. Olsaydım zaten, bu köşede ne işim vardı?

Bu yazıyı bana gönderen sevgili okurum, şöyle diyor: ‘Belki artık unuttunuz, belki artık hatırlamıyorsunuz, belki de çok duygusuz, çok katı oldunuz... Ama bilin ki; hayatın amacı sevgi ve umut saçmaktır. Eğer bu yazıyı okuyunca gözleriniz dolmuyorsa, artık sizin için yapılacak bir şey kalmamış demektir. Yok, eğer doluyorsa, o zaman bu duygularınızın ve sevdiklerinizin kıymetini bilin, tüm insanları sevin ve gerçek sevginizi her zaman ortaya koyun lütfen.’


Anne, altı yaşındaki lösemiyle savaşan oğluna bakarken dalıp gitmişti. Kalbi acı içinde olmasına rağmen, kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Her ebeveyn gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini istemişti. Ama bu, artık mümkün değildi.

Lösemi ona bu fırsatı tanımıyordu. Oysa oğlunun hayallerini gerçekleştirmesini istiyordu. ‘Bora, büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü? Hayatında neler olmasını dilediğin ve hayal ettiğin oldu mu?’ diye sordu.

‘Anneciğim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak istiyorum.’ Anne, gülümsedi. ‘Dileğini gerçekleştirebilecek miyiz, bir bakalım’ dedi.

Daha sonra Ankara’daki itfaiye müdürlüğüne gitti ve orada yüreği en az Ankara kadar büyük itfaiyecilerle tanıştı. Onlara oğlunun son isteğinden söz etti ve oğlunun itfaiye arabasına binip şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olmadığını sordu. ‘Daha iyisini de yapabiliriz’ dediler. ‘Eğer oğlunuzu çarşamba sabahı saat yedide hazır ederseniz, onu o gün şeref konuğu yapar, itfaiyeci kimliğine büründürürüz. Bizimle itfaiye müdürlüğüne gelir, yemek yer, yangın söndürmeye gelir. Hatta bize ölçülerini verirseniz, ona üzerinde Ankara itfaiyecilerinin ambleminin olduğu gerçek bir itfaiyeci kostümü diktirir, lastik botlar bile ısmarlarız.’ O gün annesi itfaiyeci Bora’yı hastaneden aldı, elbisesini giydirdi ve hasta yatağından itfaiye arabasına kadar eşlik etti. Bora, itfaiye arabasına kuruldu ve müdürlüğe doğru yol almaya başladı. Kendini çok mutlu hissediyordu. O gün Ankara’da tam üç yangın ihbarı olmuştu. Değişik itfaiye arabalarına, hatta itfaiye müdürlüğünün özel arabasına bile binmişti.

Yerel televizyonlar da onu izleyip, çekmişlerdi. Hayallerinin gerçek olması, gösterilen sevgi ve ilgi, Bora’yı o kadar etkilemişti ki, doktorların söylediğinden altı ay daha fazla yaşamıştı.

Bir gece bütün yaşam belirtileri dramatik bir şekilde yok olmaya başlayınca, hiç kimsenin yalnız ölmemesi gerektiğine inanan başhemşire, hemen tüm yakınlarına haber verdi. Daha sonra Bora’nın itfaiyede geçirdiği günü hatırladı ve itfaiye müdürlüğüne telefon açıp Bora’nın bu dünyaya veda ederken yanında, özel kıyafetleri içinde bir itfaiyecinin bulundurulmasının mümkün olup olamayacağını sordu. İtfaiye müdürü, ‘Bundan daha iyisini de yapabiliriz. Beş dakika içinde oradayız. Sirenlerin çaldığını duyduğunuzda, hastanede yangın olmadığı anonsunu verdirir misiniz? Sadece itfaiyecilerin önemli bir meslektaşlarını ziyarete geldiklerini söyleyin ve lütfen Bora’nın odasının penceresini açık tutun’ dedi.

Çengel ve merdiven taşıyan itfaiye kamyoneti yaklaşık beş dakika sonra hastaneye ulaştı. Merdiven açıldı ve Bora’nın beşinci kattaki odasına yaklaştı. Tam 14 itfaiyeci, dışarıdaki merdivenden Bora’nın odasına tırmandı. Annesinin izniyle onu kucakladılar ve onu ne kadar çok sevdiklerini söylediler. Pençeleşen küçük çocuk onlara baktı ve ‘Ben şimdi gerçekten itfaiyeci miyim?’ diye sordu.

‘Bundan şüphen mi var Bora?’

Bu cevaptan sonra küçük hasta gülümsedi ve gözlerini sonsuza dek kapattı.
Yazarın Tüm Yazıları