Paylaş
Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aydın Kunt’u kaybettik. Değerli hocamızın cenazesi, 6 Şubat 2012 Pazartesi günü Erenköy Galip Paşa Camii’nden kaldırılacaktır.
Hürriyet gazetesinde yayınlanan bu satırlar, kimileri için sıradan, orta boy bir ölüm ilanı... Onu tanımayanların “Yaşlı bir profesör de hakkın rahmetine kavuşmuş” diyebilecekleri bir ilan sadece... Ama onu can dostu olarak kabul eden ben ve benim gibi arkadaşları için, sevgili kızı Ebru, minik torunu Mercan ve onu hâlâ inanılmaz bir aşkla seven eski eşi Taniz için, son yıllarda hayatını paylaştığı Füsun için ve eminim tüm talebeleri için unutulmayacak ve asla yeri doldurulmayacak biriydi Aydın.
Sabah Taniz’in acılı sesiyle uyandım. “Aydın gitti” dedi, “Aydın’ı kaybettik”. Dizlerimin bağı çözüldü... Ve onunla yaşadığımız koca bir 50 yıl geçti gözümün önünden...
Öldüğü cuma gecesi, Okan Bayülgen’in “Medya Kralı” programını izliyordum. Okan yine izleyenleri gülmekten kırıp geçiriyordu. Espri kabiliyetini, taklit yeteneğini, küçük unsurlardan insanı bir saat güldürecek espriler bulup yaratmasını hayranlıkla izlerken, çok ilginç bir şekilde içimden Aydın geçti...
“Şu Galatasaray Lisesi’nde okuyanlar nasıl da aynı hamurdan çıkmış gibiler. Belki aralarında 20 yaş fark var ama Aydın da aynı Okan gibidir, insanı ince esprileriyle kahkahaya boğar. İşte Galatasaray ruhu bu olsa gerek” diye düşündüm. Meğer o saatlerde Aydın ruhunu teslim ediyormuş.
GERÇEK DOSTUMDU
Aydın’ı çocukluk yıllarımda tanıdım. Ben Notre Dame De Sion’a gidiyordum, o ise dost ve kardeş okulumuz Galatasaray Lisesi’ne. İlk evliliğini yaptığı Taniz’le de okulda çok iyi arkadaştık. Aydın, Galatasaray Orkestrası’nın bateristiydi. Timur Selçuk’un solist olarak yer aldığı Galatasaray Orkestrası’nın...
Tam anlamıyla fırlama denebilecek, çok sevimli, çok cana yakın bir çocuktu. Dostluğumuz bunca yıl sürdü ve hemen hemen hiç kopmadık. Uçarılıkları, yaşama çocuksu bir espriyle bakışı, başarılı bir mimar ve profesör olduğunda da hiç değişmedi. Zaman zaman kavgalar ettik. En büyük kavgamız ise by-pass geçirmiş biri olarak hâlâ fosur fosur sigara içmesi yüzündendi. Ve sanırım hayatına son noktayı da bu sigara tutkusu koydu.
Dünyada benim için çok değerli birkaç kişiden biriydi. Hayatta beni en çok güldüren, sohbetine doyamadığım gerçek dostumdu.
Aydın, annemin ölümünden çok etkilenmişti. Çünkü annemi o çok zarif yaşlarında yakından tanıyordu. Tüm ailemi tanırdı zaten. Onlar ve kendi ailesi birer birer öte aleme göçtükçe, daha bir duygusal oldu.
Bize “Matruşkalar” adını takmıştı. Biz altı kuşaktır, sadece kız çocuk doğurmuş kadınlarız. Bu geleneği kızım da bozmadı. O yüzden sevgili arkadaşım, o iç içe geçen Rus kız bebekleri anımsattığımız için, güzel espri anlayışıyla bize “Matruşkalar” adını takmıştı...
KAVUN UNUTMADAN
O sadece bir hoca, bir eğitmen değildi. Galatasaray Kulübü’ne tutkuyla bağlı bir fanatikti. “Maçları televizyondan, bayrak elde, komşulara rezil olma pahasına, bağıra çağıra seyrediyorum. Kadıköy’de yaşayıp da, fanatik bir Cimbomlu olmak zor bir yaşam tarzıdır” derdi.
O çok eski bir Kadıköylüydü... Ve aynı zamanda bir yazardı. Galatasaray Lisesi’nde ve Kadıköy’de geçirdiği güzel anılarını topladığı bir kitabı vardı. “Kavun Unutmadan” adlı kitabı için “Ben bu işe kitap yazmak için başlamadım. Bu, annesiyle ayrıldığımız için dilediğim kadar birlikte olamadığımız kızım Ebru’ya, üniversite yıllarına kadar beni ve yaşadıklarımı anlatan uzunca bir mektup. Ama zaman içinde okuyan dostlarım, sanırım eğlendirici bulduklarından, bunun yayımlanması için ısrar ettiler. Yani bu iş için bir parça arkamdan itildim” diyordu.
Aydın’ın lisedeki takma adı Kavun’du. Arkadaşlarıyla sohbet sırasında “Aman Kavun, bunları unutmadan yaz!” deyip duruyorlardı. İşte bundan yola çıkarak kitabın ismini “Kavun Unutmadan” koymuştu.
O, gazeteler ve dergiler için karikatürler çizmiş başarılı bir karikatürist, ayrıca bir mizah yazarıydı. Bu konuda güzel bir anısı vardı. “Haldun Taner Usta ile adeta her gün göz gözeyiz. Bu benim için çok ilginç bir rastlantı. Çünkü 80’li yıllarda Fenerbahçe burnunda birlikte yürüyüş yaptığımız ve mizah üzerine söyleşip güldüğümüz zamanlarda, bir Galatasaraylı ağabey otoritesi ile ‘Mimarlık işi iyi hoş ama sen bir gün mutlaka mizah yazmalısın. Tembellik etme, gözüm üstünde olacak’ demişti. İlginç ama vefatından sonra adını taşıyan tiyatronun önünden kaldırılan büstü, evimin tam karşısına, yüzü kapıma dönük bir biçimde yerleştirildi. Sanki beni gerçekten gözlemekte, izlemekte. Ancak ben hâlâ onu dinlemeyip tembellik etmekteyim” derdi.
Yaşama hep bir “mizah penceresi”nden bakardı. Dilediği gibi yaşadı ve belki de dilediği gibi veda etti yaşama...
Allah yolunu açık etsin...
Paylaş