Size ondan zaman zaman söz ederdim. Elleriyle şifa dağıtan, Uzak Doğu bilgileriyle donanmış, çevresindeki herkese uzun yaşamanın sırlarını iletmeye çalışan, iki büklüm yürüyen bir hastayı ayağa kaldırdığında çocuklar gibi sevinen, yeni bir bilgi edindiğinde hemen paylaşmak için fırsat arayan biriydi o... Sizinle onun sarımsak formülünü, skolyoz hastalarına yardım edebildiğini ve daha birkaç özelliğini paylaşmıştım. Her ne kadar “100 yaşına kadar yaşayacağım, daha çok zamanım var” diye düşünse ve kendine güvense de, anladığım kadarıyla “Terzi kendi söküğünü dikemez” dedikleri gibi kendine bakmaya pek fazla vakit ayıramamıştı. Gözlerinden zeka fışkıran Dorn terapi uzmanı, Datçalılar’ın dostu Beytullah Muni’yi 62 yaşında kaybettik. Bir kalp krizi, onu biz dostlarından, sevdiklerinden ayırdı. Ve tabii çevresinde ona mutluluk veren onlarca İspenç horozundan, tavuklarından, sevimli yaşlı köpeğinden, her yıl en az altı tane doğum yapan kedisinden ve bahçesinde yaşayan birçok hayvanından da... Bel fıtığımda bana çok yardımcı olmuştu. Boynum tutulsa onun şifalı ellerinden yardım alırdım. Kolum ağrısa ona koşardım. Hastaları arasında birçok ünlü isim vardı. Hepsiyle de can dostu olmuştu. Yıllarca yurtdışında kaldıktan ve Çinli ustalarından aldığı bilgiyi beynine nakşettikten sonra Datça’yı kendine mekan seçmişti. Her bitkisini, her ağacını kendi elleriyle diktiği, her tuğlasını kendi emekleriyle yerleştirdiği büyük bir bahçe içindeki evinin banka borçlarını ödeyebilmek için insanüstü bir çalışma temposuna kaptırmıştı kendini. “Çok az kaldı, bitiriyorum” diyor ve her sabah Datça’da, her öğleden sonra da Marmaris’te, tüm enerjisini aktardığı elleriyle insanlara sağlık kazandırıyordu. Bu yorgunluğa can mı dayanır? Dayanamadı tabii... Kalbi dayanamadı... Datça’daki yetersiz hastanemizde tüm doktorlarımız ellerinden geleni yaptılar. Onu hayata döndürmek için bir saat boyunca kalp masajı uyguladılar. Ancak onu geri döndürmek mümkün olmadı... Böyle bir dostu kaybetmenin dışında en büyük üzüntüm ise onun bir arzusunu yerine getirememiş olmak. Bana minik bir ses kayıt cihazı almış, “Ben söyleyeceğim, sen kaydedeceksin. Beynimdekileri bu cihaza aktaracağım, sen de derleyip toplayacaksın. Bunca yıllık birikimimi bir kitap haline getireceğiz” demişti: “Bunun için senden başkasına güvenemem.” İşte bunu başaramadık. Çok yoğun çalışıyordu, biraz sakinlemesini bekledim. “şu eylül ayı geçsin de” diyordum. Eylül geçmedi işte... şimdi düşünüyorum da, hayatta hiçbir şey ertelenmemeli. ıçimde bu ukde ile yaşayacağım artık. Eşi Christina, ondan kalan boşluğu doldurmaya çalışacak, onun izinden şifa dağıtmaya devam edecek. Umarım onun bu arzusunu yerine getirebilir.
Datça’ya donanımlı bir hastane gerekiyor
Datça Hastanesi demişken, bu hastanenin yetersizliğinden de bahsetmek istiyorum. Datça, her yaz 40 bini aşkın misafir ağırlıyor. Yerleşik halkının çoğunluğu da yaşlı emeklilerden oluşuyor. Buna rağmen Sağlık Bakanlığı güzelim turistik beldemize doğru düzgün ve donanımlı bir hastane yaptırmayı düşünmüyor. Proje hep erteleniyor. Ve her yıl Datça’da kalp krizi ya da beyin kanaması geçiren birbirinden değerli insanlar, uzman ve donanım eksikliğinden göçüp gidiyor... Kadın doğum uzmanı bulunmadığından, hamileler Marmaris yollarında sancılar içinde doğum yapıyor. Ortopedist olmadığı için ciddi kırıkları olanlar kıvranarak Marmaris’e taşınmak zorunda kalıyorlar. Geçen yıl, oturduğum sitenin çok değerli bir sakinini, emekli bir edebiyat öğretmeni ağabeyimizi hastanede onu taşıyacak bir sedye bile bulunmadığı için yine kalp krizi nedeniyle kaybettik. Doktorlarımız çaresiz, halk çaresiz ama yetkililer görmezden geliyor bu güzel beldemizi... Çoğunluk emekli ve yaşlı ya... Ölüp gitsek kimin umurunda... Feyza Algan