Bu yazı Sevgili Bekir Coşkun’a ithaf olunur

Sevgili Bekir Coşkun, her pazar günü köşesinde çocuklar için yazar. Hayvanlar için yazar. Ağaçlar için yazar. Kuşlar için, deniz için, ormanlar için, ceylanlar için.

O güzelim kalemiyle ve duygu yüklü yüreğiyle, yazar. Yitirilen tüm bu güzelliklerin aslında insan eliyle tükendiğini görerek, üzüntüyle yazar, uyarmak için yazar. Dünya barışı ve çocuklara güzel bir dünya bırakabilmek umuduyla yazar. Ve ben de her pazar sabahı, ilk önce onun köşesini okurum. Ve her pazar sabahı gözyaşlarına boğulurum. Sanırım onu benim gibi seven, onu çok iyi anlayan, onunla aynı endişeyi paylaşan binlerce okuru vardır.

Ama giderek kaybettiğimiz insan ve doğa sevgisini geri getirmeye hiçbirimizin gücü yetmez oldu artık. Çevremizdeki güzellikleri, Tanrı'nın yarattığı her bir yaprağın ya da çiçeğin kıvrımlarındaki o inanılmaz güzelliği görecek sevgi kalmadı yüreklerde. Onun ‘‘Dünya azalıyor’’ başlıklı yazısında anlatmaya çalıştığı gibi. Doğadaki hayvan türlerinin çoğu tükeniyor, yüksek beton binalar arasında güneş ışığı süzülecek yer bulamıyor. Karalar erozyon yüzünden giderek denizlere kayıyor, ormanlar yakılıyor, tüm ağaçlar sevgisiz ve düşüncesiz insanlar yüzünden kesilerek yok ediliyor. Dolayısıyla temiz hava kalmıyor. İçilecek temiz su azalıyor. Ve dünya azala azala bitecek bir gün. Bilim adamları tehlikenin büyüklüğünü anlatmaya çalışıyorlar. Ama anlayan kim? Ve bu dünya bittiğinde gidecek başka yerimiz de yok.

Bu yazı da nereden çıktı şimdi diyebilirsiniz? Hep sizlerden mektup alacak değilim ya... Şimdi de Kalamış'taki hemen kapı komşumuz olan Derya Apartmanı yöneticisinden bir mektup aldım. Daha doğrusu noter kanalıyla gönderilen bir ihtarnameydi bu. Apartmanımızın yöneticisiyiz ya... Gelen yazı, bahçemizdeki ağaçların, bizi ayıran bahçe duvarının hemen dibinde olması nedeniyle, tümüyle asfaltlanmış ve otopark haline getirilmiş bahçelerindeki otomobilleri tehdit ettiğini, otoparkta oynayan çocukların (bu nasıl bir oyun bahçesiyse) zarar görebileceğini belirtiyor, ayrıca yine bahçemizdeki şimşir ve ortanca gibi çiçeklerin otoparklarından çıkan arabaların görüşünü engellediğini, bu nedenle hepsinin kesilip, ortadan kaldırılması gerektiğini bildiriyordu. Bunu yapmazsak, yasal haklarını arayacaklarını da söylüyorlardı. Ve ben Sevgili Bekir Coşkun'u düşündüm. Onun yüreğindeki yaşayan her zerreye karşı taşıdığı, o engin sevgiyi düşündüm. Ve bir de bu insanları düşününce ruhum karardı. Onun ‘‘Dünya azalıyor’’ yazısı boşuna mıydı? Ne yazık ki bir otomobilin bir ağaçtan çok daha önem kazandığı bir dünyada yaşıyorduk.

İstanbul böyle miydi? Çocukluğumun Kalamış'ı böyle miydi? Bizim bulunduğumuz sokak boydan boya erguvan ağaçlarıyla süslüydü ama şimdi sokağın adı kaldı. Erguvanlar yok artık. Pek çok yok olup tükenen güzellik gibi, bir daha da geri gelmeyecekler. Çünkü bahçeler asfaltlandı, otoparklara dönüştü. Nerede o güzelim çiçekler, nerede yağmur yağınca mis gibi kokan toprak... İşte hepsi asfaltlandı, otopark oldu. Çocuklar toprağa basarak, çiçekler ve yemyeşil çimenler arasında koşup oynayacakken, betona dönüşmüş otoparklarda oynuyorlar. Yine Bekir Coşkun'un dediği gibi, ‘‘Beton binalar arasında güneşi görmeden yaşıyorsanız ve sizin için dünyanın ve tüm doğanın tükenmesi, cep telefonunuzun kontörünün tükenmesi kadar bile önem kazanmıyorsa’’ yapılacak pek bir şey kalmıyor.

Ben 8 yaşlarındayken yüzmeyi Kalamış koyunda öğrenmiştim. O zaman şimdiki gibi ufkumuz marinadaki teknelerin yelken direkleriyle sınırlı değildi elbet. Marmara Denizi tertemizdi. Şimdi bunları kızıma anlattığımda masal gibi geliyor ona, umarım ileride çocuklara ‘‘Gökyüzünün ve yıldızların’’ masalını da anlatmak zorunda kalmayız. Yaşamamız için ilk şart olan oksijenin gökyüzünden Tanrı tarafından üflendiğini mi düşünüyor insanlar? Oksijenin bize o kesip atmak istediğimiz ağaçlardan sağlandığını hatırlamak bile istemiyorlar. Komşularımızın otomobillerine zarar verebileceği ve duvarlarına sürtündüğü için göze batan, son birkaç ağaç da kesilirse, geriye ne kalacak? Bize son oksijeni ne sağlayacak? Eskinin o güzelim Boğaz sırtlarını karşı sahilden bir gözleyin bakalım, yemyeşil ormanların yerinde yeller esiyor. Her tarafta çirkin yapılanma... Sokaklarımızda ne eskisi gibi köpek-kedi kaldı ne uçuşan kumru ve güvercin? Son birkaç kumruyu ve minik serçeyi besliyorum diye bana öfkelenen pek çok komşum var, tersine...

Ya gelecek kuşaklara ne bırakacağız? Bilim kurgu filmlerindeki gibi felaketleri kendimiz hazırlamıyor muyuz? Ağaçsız, çiçeksiz, hayvansız, bitkisiz bir dünya... Hatta güneşsiz ve oksijensiz. Bunu işte bu ‘‘ağacınızı kesin, görüşümü engelliyor, arabama zarar veriyor’’ diyebilen zihniyetler yaratmıyor mu?

Karamsarlığımı bağışlayın ama yüreğim daraldı ve ben de derdimi sizlerle paylaşmak istedim.
Yazarın Tüm Yazıları