Hep acılar, üzüntüler, sıkıntılar, dertler sizin olacak değil ya...
İşte ben de bu hafta size 2.5 aylık acılar ve ağrılarla geçen ve ameliyatla sonuçlanan kendi öykümü anlatacağım. Bakıyorum da çevremde herkes bel fıtığından ya da boyun fıtığından yakınıyor. Eh dedim, bu kadar sıklıkla görünen bir hastalık, okurlarımı da ilgilendirir mutlaka.
Her şey aslında anacığımın yatalak olmasıyla başladı. Annemin 4.5 yıllık yatalak döneminde onu kaldırmak, indirmek, temizliğini yapmak ve soyup giydirmek için, her ne kadar bakıcısı olsa da, her ne kadar 40 kilo kalmış olsa da, belim ve gözüm zorlanmıştı. Helali hoş olsun!
Önce gözümde retina yırtığı oluştu. Lazer’le dikildi şükürler olsun, sevgili doktorum Doç. Yusuf Durlu gözümü kurtardı. Ardından bel ağrılarım başladı. Zaman zaman ağrılarım nüksediyor birkaç ağrı kesici ile susturuyordum.
Derken ağrılar sıklaşmaya başladı. Eh oldukça da tombulum. Çok sevdiğim doktorum Romatolog Dr. Macit Hamam, eksik olmasın, her türlü tedaviyi uyguluyor ama hiç durmadan da "Kilo ver, kilo ver..." deyip duruyordu.
Menopoz sırasında kilo alıp, ardından o kiloları vermek öyle pek kolay iş değil. Hele benim kadar çikolata tutkunuysanız. Bu yaz başında; Datça’da oturup kalkarken merdiven inip çıkarken kasığıma bıçak saplanır gibi olmaya başladı. Sağ ayağımda bir hissizlik güçsüzlük...
Yine birkaç ağrı kesici... Hatta Kortizon, ki hiç sevmem, ağrıları dindirdi.
22 Temmuz seçimler nedeniyle İstanbul’a döndüm. Eh Datça’nın sevimli hırsızları dururlar mı, evimi 3’üncü kez soymak artık onların görevi haline gelmişti!
Tekrar Datça’ya döndüğümde pek de hoş olmayan bir manzarayla karşılaştım, tahmin edersiniz. Evim didik didik edilmişti.
O hırsla, (büyüklerimiz ne de güzel söylemişler, hiç de boş yere söylememişler, ’Hırsla kalkan zararla oturur’ diye...)
Perişan duruma geldim
Kalktım evi toplamak için hurçları yüklendim, öfkeyle gardırobun üstüne attım. Bir de üstelik başımdan destek de aldım. Tam aranmışım yani kısaca, artı kucağıma aldığım 15 kiloluk tatlı torunumu, o seviyor diye eve taşıdığım 7-8 kiloluk karpuzları da saymayayım bu arada!
Belimin ağrısı geçti. Ama kasığımda ve tüm bacağımda inanılmaz bir ağrı başladı. Meğer son dönem böyle olurmuş. Resmen iki büklüm yürüyorum. Daha doğrusu yürüyemiyor, sürünüyorum.
Oturamıyor, kalkamıyor, tuvalete çıkamıyor, öksüremiyorum bile... Hele geceler tam bir kabus... Bütün gece ağrı zirve yapıyor, bacağımı oyuyorlar, testereyle doğruyorlar sanki. Dizimden başlayıp, kalçama, yine dizimden başlayıp, ayak bileğime uzanan inanılmaz bir ağrı.
Bir de Datça Hastanesi’nin o pek tatlı, pek hoş, gencecik yeni mezun hemşireleri, ağrı kesicileri yaparken iki kocaman patlıcan moru desen oturtmadılar mı iki yanıma? Bir de onun ağrısı eklendi mi ağrılarıma?
Ne uyku var, ne durak...
Datça’da tek bir nöroşirürjiyen var: O da Prof. Dr. Korkut Alkan. Daha ilk gün görüştüğümüzde, " Senin durumun ameliyatlık; boşuna uğraşma" dedi. Ama kim dinler. Ameliyat korkusu bu, kolay mı?
Bu arada benim ısrarımla fizik tedavi uygulanıyor Datça’da, sevgili Nergis elinden geleni yapıyor. Bir iki saat rahatlıyorum ama sonra ağrı; sen misin fizik tedavi yaptıran, diye var gücüyle bastırıyor.
Bu arada çok candan, çok iyi bir dost kazanıyorum. Çinli üstadından yıllarca Down terapi eğitimi almış bir uzmanla tanışıyorum. (Down terapi’nin ne olduğunu da o sayede öğreniyorum. Parmak uçlarıyla yapılan bir tedavi, akupunktur gibi ama iğne yerine parmaklar kullanılıyor.) Kosovalı bir Türk; Beytullah Muni; Datça’da bazen mucizelerle karşılaşabiliyorsunuz. İşte o da bu mucizelerden biri.
Kararımı verdim
Müthiş enerjisini toplayan parmak uçlarıyla ağrılarınızı gideriyor. Örneğin boyun ağrımı geçirdi. Bacaklarımdaki selülitleri azalttı. Kalçamdaki morlukları giderdi. Sırtıma rahatlık verdi ve hiç değilse akşama kadar ağrı hissetmememi sağladı. En önemlisi de o müthiş enerjisiyle, iyi yüreğiyle bana umut verdi. Yaşam sevinci verdi...
Ama akşam oldu mu, namussuz ağrı esrarengiz bir biyoritmin etkisiyle mi nedir; birden hep aynı saatte ve hep aynı yerde tüm şiddetiyle başlıyor, gecelerimi kabusa döndürüyor.
İzmir’de Ege Üniversitesi’ne çok değerli Dr. Tayyar Dalbastı’ya mı gitmedim, belki bir umut verir diye... Marmaris’te Prof. Dr. Şükrü Şükrüoğlu’na mı başvurmadım... Hepsi dünya iyisi, gerçek uzmanlar. Ama ben hep "Ameliyat olmana gerek yok"u arıyorum.
Sonuçta İstanbul’a döndüm, ister istemez. Gazetedeki dostlarım, başta çiçeği burnunda damat sevgili Mevlüt Tezel olmak üzere, herkes... Aman şu doktora git, bu doktora git, fizik tedavi, lazer, masaj, diyip duruyorlar. Onlar da ameliyat konusunda endişeli. Sonuçta kendi kendime dedim ki "Sen bunca zamandır, bunca insana çare olmaya çalışıyorsun. Biraz cesaret. Kendi kararını kendin ver. Bu can senin sonuçta. Ecel gelmişse kapına, çare arama boş yere. İki şıktan biri, ya kurtulursun, ya da korktuğun başına gelir ama bu ağrı çekilmez. Artık yeter..."
Herkese teşekkürler
Bir süreden beri eşim dostum bana doktor listeleri veriyorlardı. Özellikle de fıtık ameliyatı konusunda mucizeler yaratan, medyada da oldukça tanınan bir isim, tekrar tekrar önüme geliyordu: Op. Dr. Gökhan Özçınar.
Randevu aldım, gittim, görüştüm, iki gün sonra da kendimi onun becerikli ellerine bıraktım, kimseleri dinlemedim. Çünkü müthiş bir güven hissi yarattı yüreğimde... İşte öyle oldum. İyi ki de olmuşum. 45 dakika süren ameliyatımdan sonra ağrılar "şıp" diye kesildi.
Ben boş yere bu kadar acı çekmişim meğer. Yazık olmuş o yataklarda süründüğüm iki koskoca, güzelim yaz ayına.
Bu vesileyle başta sevgili Doktorum Gökhan Bey’e, tüm hastane ekibine, özellikle de narkozitör Dr. Ersin Ciğerli’ye (astım hastasıyım ya, uyanamamaktan korkuyordum) ameliyat hemşiresi sevgili Hacer Bilgin, 5. kat hemşireleri Canan Akgün, Gül ve Özlem hemşirelere tüm samimiyetimle, tüm yüreğimle sonsuz teşekkürler. Sayelerinde ameliyat olduğumu bile anlamadım.
Kısacası, arkadaşım Çiğdem Aktuna’nın, o beni çok güldüren: "Seni görünce ameliyat olacağı geliyor insanın!" sözünü doğrular gibiyim...