Bu yıl benim ilk annesiz geçirdiğim, anneler günümdü...
İşte bir rastlantı olarak hem hepimizi düşündürecek, hem de hüzünlendirecek çok güzel bir yazı düştü e- postama... Meğer sevgili okurumun annesiyle, ne kadar da ortak noktaları varmış anneciğimin. İşte bu nedenle bu duygulu satırları sizlerle paylaşmak istedim.
FEYZA ALGAN
Seni çok özledik
Ben, geçen yıl 14 Mayıs 2006 tarihinde; Anneler Günü’nde kaybettim annemi... Ve söylenecek sözler bitti; yazılacak kelimeler tükendi... Sizler bu satırları okurken ben mezarı üzerindeki güllerin kırmızısında annemin kokusunu arayacağım...
Hayat; yaşam boyu, tecrübelerden ders alma süreciymiş meğer... Ben henüz dersin başındaydım; zil çalıverdi; paydos!.. Ne çok öğreneceğim ders, dinleyeceğim öğüt varmış oysa... Dedim ya "Erken çaldı paydos zili." Alfabenin başlarındaymışım daha; yeni fark ettim... Ve ben elli senedir hep kısa kesmeye çalıştım bu ders saatlerini... Oysa ne kadar da isterdi bana hayatı öğretmeyi... Ne çok severdi öğütler vermeyi ama o öğütler ancak şimdi altın oldu...
Kırılan fincanın parçalarını süpürüp çöpe atmayı marifet sanırdım; oysa kırık parçaları teker teker birleştirip, yepyeni, daha değerli bir fincan yapmayı öğretmeye çalışmış bana annem!...
Bana nezaketi öğretirken; insanlara karşı saygılı davranmam gerektiğini, yoksul zengin, küçük büyük, bilgili cahil, hiç fark etmediğini söylerdi. Oysa ben insanın öncelikle kendisine saygılı olmasının, yeteceğini sanırdım!..
Zarafet denildiğinde; saçımın telinden, ayak parmağımın ucuna kadar zarif olmayı öğretmeye çalışırdı bana. Oysa ben; o dersin daha başında sınıfta kalmışım; karanlıkta esnerken ağzımı elimle kapatmaktan ibaret değilmiş zarafet. Bereket; yemeği sulu yapmak, malzemesini bol koymakla sağlanmazmış. Bir tas çorbayı, bir dilim ekmeği paylaşmakmış bereketin sırrı. Onun bitmez tükenmez bereketinin sırrını, komşularından dinledikçe öğrenebildim!
Hoşgörü; "Sana taş atana, sen ekmek atacaksın" sözüne uymak değilmiş sadece. Seni düşman belleyen, iftira atanlara da hayır duaları etmekmiş hoşgörü!..
Zenginlik; ne takılan mücevherler, ne de giyilen kürkler değilmiş yalnızca. Gerçek zenginlik; yüreklere ektiğin sevgi tohumlarının yediveren gülleri gibi açmasıymış ömrünce!..
Toprağı yağmur suları sürükleyip götürürmüş de, taş çoğu zaman kalırmış yerinde. Bunun için mi hep; "Taş yerinde ağırdır kızım!.." derdin.
Ne hüznün grisi, ne mutluluğun pembesi, ne de huzurun yeşili; alaca karanlık olurmuş meğer ölümün rengi. Ve insan hangi yaşta olursa olsun, annesi öldüğünde öksüz kalırmış. Bana en son bunları öğrettin ve ben senin son dersine yine geç kaldım be annem!.. Her doğan günün aydınlığında senin gülümseyen yüzünün; gözlerinin bulanık grisinde anılarım olacak... Seni hepimiz çok özledik anne çok... Nur içinde yat. EMEL AYGÖREN ŞEN
O bize hayatta ezilmemeyi öğretti
Sevgili Güzin Abla; ben 20 yaşında anaokulu öğretmeni bir genç kızım. 8 yıldır ailem ile birlikte Almanya’da yaşıyorum. Ben annemi okuyucularınızın huzurunda, en dayanıklı, en güçlü, her şeye göğüs geren anne olarak kutlamak istiyorum. Bu duygularımı sizinle de paylaşmak istiyorum. Annem 40 yaşında ve biz 9 kardeşiz. Ezilmiş bir toplumdan gelmiş annem. Ama bizi hiç ezmedi ve erkek kardeşlerimizden ayrı tutmadı. Onların sahip olduğu bütün haklara sahibiz. Bizi okutmak için çırpınıyor. Sadece kendini bize adamış bir kadın. Bu arada babam da 40 yaşında. Üniversite mezunu, eğitimli bir insan. Ama bize çok fazla vakit ayıramaz. Kendine daha çok zaman harcar. Ablam eczanecilik okudu, ben anaokulu öğretmeniyim, benden küçüğü üniversiteye başladı ve ondan sonrakiler Almanya’nın en büyük okuluna gidiyorlar. Bunların hepsini anneme borçluyuz, çünkü biz dil bile bilmiyorduk; annem sordu, soruşturdu bizi en güzel okullara gönderdi. Biz de ona láyık evlátlar olmaya çalışıyoruz. Almanya’da bildiğiniz gibi çok yabancı var... Bunların bir kısmı okumuyor. Benim annem de Almanca bilmez ama bizim okuyup ezilmememiz için elinden geleni yapıyor. Lütfen artık ailelerde kız-erkek ayrımı olmasın. Ve biz kadınlar ve kızlar hiçbir yerde ezilmeyelim. Tüm annelere sevgiler, saygılar.
RUMUZ: PIRIL VE TÜM KIZLAR
İşte çocukları için fedakárlık yapıp, özellikle de kızlarını hiçbir şekilde ezdirmeyen, onlara ezilmemeyi de öğretmeye çalışan bir anne... 9 çocuğunu büyütüp adam etmeyi başarmış bir anne... Kızlarının satırlarından anladığım kadarıyla eşinden bu yönde destek görmediği halde pek çok eğitimli kadından daha güçlü bir anne... Ona ne mutlu ki, böylesine takdir görebilmiş evlátları tarafından...
Hemen pes etmek çok yanlış
Güzin Ablacığım; ben daha 17 yaşındayım ama kendimi nedense çok büyük hissediyorum... Aile durumum çok iyi değil; onlara bakmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Liseyi bitirdim, dekoratif sanatlar bölümünde okudum. Şu an bir şirkette grafik tasarım işiyle uğraşıyorum... Aslında çok mutluyum ablacığım; şimdi belki bana "Kızım derdin yoksa neden bana yazıyorsun?" diyebilirsin. Ama ben mutluluklarımızı da paylaşabileceğimize inanıyorum. Sana yazmamın sebebi; 17 yaşında olmama rağmen sürekli mücadele halindeyim... Hayat her türlü zorluğa rağmen yaşamaya değer diye düşünüyorum. Hemen pes edenlere şaşırıyorum. Onlara, ’İnanın ve sonuna kadar mücadele edin! Her şeyin çözümü sabretmek’ diyorum. Seni çok seviyorum ablacığım...
RUMUZ: MUTLUYUM
Oh ne güzel, bana "Mutluyum, sorunsuzum" diye yazabilen bir genç okurum var demek ki... Şaşırmak bir yana, ne kadar sevindiğimi, mutlu olduğumu tahmin edemezsin, güzel kızım. 17 yaşında böylesine güçlü ve böylesine olgun olabilmek için sana ne yaptılarsa, ailene gerçekten teşekkür borçlusun. Ben de seni çok seviyorum...