Paylaş
İnsanoğlu, duyguları, içgüdüleri ve yanlış beyinsel alışkanlıkları yüzünden ‘net düşünemiyor’ mu? Ondan mı mezheplere, gruplara ayrılmaya meyilliyiz? Ondan mı mantıksız da olsa kalabalıklar ne yapsa haldır huldur katılıyoruz?
Rolf Dobelli’nin geçen yıl Almanya’da çıkan ve tüm dünyada çok satan kitabı: ‘Net Düşünebilme Sanatı.’ İnsan doğasında bulunan mantık dışı duvar ve önyargıların, rasyonellikle doğru bilgi analizini nasıl engellediğinden bahsediyor. Mesela bir top modelin yanında gördüğünüz hoş bir kadını çirkin bulup çıkma teklif etmediğinizde bu ‘kontrast etkisi’ denen körlük aslında! Ne oldu? Kaçtı gitti hoş kadın! Veya ‘yüzücü vücudu yanılgısı.’ 46 beden birinin Heidi Klum’un reklamında oynadığı ‘zayıf gösteren mayo’dan alıp giymesine sebep olan kendini bilmezlik! Heidi o mayoyu giydiği için öyle taş değil, taş olduğu için o reklamda oynuyor. E sonuçta beyin dediğimiz1300 gram yağ ve su, çok ciddiye almayın.
Gündemimiz Musul tabii. Irak’ın sadece Kürt-Arap-Türkmen, Şii-Sünni değil, Selefi Sünniler, diğer Sünniler ve hatta onların içlerindeki aşiretler filan diye onlarca parçaya ayrılışını, kimin kimin tarafında olduğunu ve kendi tarafımızı anlamaya çalışıyoruz. İnsanoğlunun aidiyetlerle bölünmeye kanı canı pahasına meyilli olması enteresandır. Bırakın ırk ve dini, birbirini bıçaklayan futbol taraftarlarına ne diyeceğiz? Dobelli, bunu hayatta kalma içgüdülerine dayanan bir psikolojiye bağlıyor. İnsanoğlu, aslanlar gibi tek başına avlanıp yaşayabilen bir canlı değil. (“Aslanlar gibi” hem gerçek hem mecazi burada!) Bir grubun üyesi olmazsa gıda bulması ve tehlikeden korunması imkânsız. Genlerimizdeki bu ödleklik “Çok bireyselim abi” havalarını yemiyor! Takım taraftarlığı, dini cemaat, hemşerilik, ‘Kanarya Sevenler Derneği’, Whatsapp grubu, illa birilerini bulup kalabalık oluyoruz! Yazarın ‘Grup olma önyargısı’ dediği bu. Bu şekilde güvende hissediyoruz. E grup olunca, haliyle sizden olmayan bir ‘öteki grup’ da oluyor. Ve laiklik, demokrasi, eşitlik gibi değerleri daha benimseyememiş bir topluluksan da bu aidiyet güdülerini kullanıp seni binlerce parçaya ayırmak kolaylaşıyor. “Biz onlardan kız almayız” tarzı bakış açılarının, misal benim için mizah alanına girdiği bir çağda Irak’ta bu sebeplerden yüzlerce insan ölüyor.
Kontrol illüzyonu! Hikâyeyle anlatılan başka bir psikolojik yanılgı: Her sabah, kırmızı şapkalı bir adam meydanda durup şapkasını sağa sola çılgınca savurup, beş dakika sonra çekip gidiyormuş. Bir gün polis merak edip ne yaptığını sormuş. “Zürafaları uzaklaştırıyorum” demiş adam. Polis “Zürafa yok ki” diye cevap verince adam gülümsemiş: “Benim sayemde yok.” Hepimiz, birçok şeyi kontrol edebildiğimizi sanıyoruz. Tavlada zar atarken, televizyonda maç seyrederken çoğumuzun bir totemi vardır ya. Örneğin kesin siz oturma odanızda uğurlu kırmızı çoraplarınızı giyip, ayaklarınızı salladığınız için o gol atıldı! Her şey size bağlıydı değil mi gülüm? Birçok açık ofiste, klimaların o oynayıp durduğunuz derece düğmelerinin plasebo olduğunu ve ısının merkezden ayarlandığını biliyor muydunuz? Peki böylece çalışanların kontrolün kendilerinde olduğunu düşündüğünü ve ısı konusunda idareye şikâyet gelmediğini? Ben ‘kontrol illüzyonu’nu, bu ara hükümeti destekleyen bazı arkadaşlarda fark ediyorum. Aslında Musul baskını göstermelikmiş, çalışanları korumaya yönelikmiş ve hatta her şey gelecekteki büyük projelerimiz için bizim tarafımızdan planlanmış vs. Oldu.
‘Seviliyorum önyargısı.’ İyi satış elemanlarının büyük numarasıdır. Sizi çok sevdiklerine inandığınız an malı alırsınız. İyi markalar yılbaşında kartlar atar, bayram tebrikleri yollarlar. Bir kere indirimden atkı aldınız diye Nişantaşı mağazasını üzerinize mi yapacaklar? Yoo. Ama ayartılırsınız işte. Politikacılar da bu numarayı sık kullanır. Tayyip Erdoğan’ın mitinglerde seçmenine iltifatlar etmesi, “Siz özelsiniz, ötekiler gibi değilsiniz” demesi, onlarla beraber şiir okuması bir hobi değildir! Seçmen Başbakan’ın onları çok içten duygularla sevdiğine inanmıştır. Ben bile beni biraz sevdiğini düşünüyorum esasen!
Bu ‘seviliyorum önyargısı’ndan hepimizde ve hatta siyasette de var. Nedense Irak, Suriye, Lübnan ve civar coğrafyanın bizi önlenemez şekilde sevdiğine, bizde bir şeytan tüyü olduğuna inanıyoruz! Yok mu acaba yav?!
Ve beyinsel alışkanlıklarımızın en sakatı: ‘Sosyal kanıt!’ Yani kalabalığın gazına gelmek! Küçükken beş altı arkadaş yolun kenarında dikilip gökyüzüne bir noktaya bakardık. İnsanlar gelip, bizimle aynı yere baktığında pek eğlenirdik. Daha kaba ifadesi ‘sürü psikolojisi’ olan bu tavır, ‘herkes yapıyorsa vardır bir hikmeti’ bakış açısından kaynaklanıyor ve yine hayatta kalma içgüdülerimize gidiyor. Yabancı bir şehirde ‘yerlilerin’ doldurduğu lokantaları kollayıp orada yemek yemek doğru tatil stratejisidir.
Milyonlarca insan salakça bir şey yapıyorsa, o hâlâ salakça bir şeydir! Nazilerin Propaganda Bakanı Goebbels 1943’te büyük bir topluluğa konuşurken, “Bugüne kadar hayal edebileceğimizden daha topyekûn ve daha radikal bir savaş ister misiniiz?” diye bağırdı. Ve kalabalık çılgınca “Eveeet” diye kükredi! İnsanlara bu soru teker teker sorulsa belki çoğu “Manyak mısın?” diye cevap verirdi. Yani her zaman elle gelen düğün bayram değildir. Musul’dan acizane çıkardığım ders: Komşu ülkelerin halinden ibret almak, ırk ve mezhep aidiyetlerini bağırıp çağırarak grup grup ayrışmamak ve grup psikolojisine kapılmamak lazımdır.
Kanımca, özellikle şu aralar ülkemizde ‘Net düşünebilme sanatı’ halk içindir!
Paylaş