Paylaş
Avrupa Türkiye'den önce Balat'ı kabul etti ama...
Avrupa Birliği'inin tam üyesi olmak, Avrupa'yla bütünleşmek ve serbest dolaşım hakkını elde etmek yıllardır kurduğumuz, bazen hiç olmayacağına inandığımız, bazen de 'yarından da yakın' gördüğümüz neredeyse yarım yüzyıllık ulusal hayalimizdi.
Bu uğurda neler neler yapmadık. 'Yeter ki Avrupalı olalım' diye yerli sanayii ortadan kaldırabilecek yasalar çıkartıp gümrüklerimizi batıracak olduk. Avrupa bizi bir türlü almadı ve yıllar böyle geçti, gitti.
Geçenlerde şaşırtıcı bir iş oldu: Bizi kapısında yarım yüzyıldır bekleten Avrupa Türkiye’den önce Türkiye'nin bir ilindeki ilçelerden birinin iki semtine sahip çıkıverdi: İstanbul'un Fatih ilçesindeki Balat ve Fener'e. Yüzyıllar öncesinin İstanbul'un da en seçkin semtlerin başında gelen Balat'la Fener sonraları fakirleşmiş, kirlenen Haliç'le beraber onlar da bozulmuş, altyapı neredeyse tamamen çökmüş, kalabalık ama harap bir hale gelmişlerdi.
Balat'la Fener'in bu hazin günleri, Sadettin Tantan'ın Fatih Belediyesi'nin başına geçmesine kadar devam etti. Tantan ilçede ekonomik ve kültürel kalkındırma programları başlattı. Kur'an kurslarının mekânı olan mahalleler bilgisayar merkezleri haline geldi, Bizans'tan kalma sarnıçlar eğitim parklarına dönüştürüldü ve sıra Fatih'in harap mahallelerinin restorasyonuna geldi. En önemli programlardan biri 'Balat ve Fener Semtleri'nin Rehabilitasyonu'ydu. Tantan, Avrupa'lı olma yarışında Türkiye'nin önüne bu projeyle geçti. Avrupa Komisyonu'yla aylardır devam eden görüşmeler birkaç gün önce sonuçlandı ve Komisyon bu iki semti mali himaye altına aldı. İmzalanan protokole göre Avrupa, Balat ve Fener Projesi'ne hemen 6 milyon dolar vermeyi üstlendi ama bir şartla: 'Projeye Türkiye de katkıda bulunsun ve bütçenin geri kalan 9 milyon dolarını Ankara ödesin. Parayı hemen ödemesi de şart değil. Türk hükümeti bu meblâğı garanti ettiğini açıkladığı anda biz 6 milyonu hemen vermeye hazırız' dedi.
ZAMAN SINIRLI
Asıl gariplik, Avrupa'nın bu kararından sonra yaşandı: Ankara hiç de oralı olmadı ve projeye mali destek sağlanması bir yana, Komisyon'un teklifini garanti altına aldığı yolunda bile bir çalışma yapmadı. Karar birkaç hafta içerisinde çıkmadığı takdirde Avrupa Komisyonu Fatih Belediyesi'yle vardığı anlaşmayı iptal edecek ve Balat'la Fener eski halinde kalacak. Tantan ise, bugünlerde Ankara'da 'Para istemiyorum, garanti verin yeter. Hiç olmazsa Avrupa Komisyonu'ndan gelecek olan 6 milyon doları kaçırmayalım' diyerek ilgilileri iknaya çalışıyor.
Tantan'ın bu macerasını öğrenince aklıma yaklaşan yerel seçimlerde İstanbul'a belediye başkan adayı olabilmek için büro üstüne büro açan Ali Talip Özdemir geldi. Kimi iş yapmaya çalışıyor, kimisi reklam bürosu açmakla oyalanıyor, Mesut Bey ise İstanbul'u gözlüyor ve kafasında çoktan belirlediğini sandığım adayını açıklama zamanının gelmesini bekliyor.
Enis'ten yarınlara
bir belge daha
1981 yılında Dünya Gazetesi'nden iş teklifi almıştım. Hemen kabul ettim. Gazetecilikten hiç anlamıyordum ama ‘‘hayatımda bir değişiklik olur’’ diye düşündüm. Üstelik heyecanlı bir mesleğe benziyordu.
Teklifi yapan, (kulakları çınlasın) Cahit Düzel, o günlerde gazetenin patronu da Erol Simavi idi. Benim işe başladığım gün Enis Berberoğlu da Dünya Gazetesi'nde işe başladı. İşte kaderim, Enis'le birlikteliğim konusunda ilk ağlarını orada ördü. Tabii bizim ‘‘üniversite’’ Dünya'dan ikimiz de zaman içinde koptuk. Enis döndü dolaştı Hürriyet'e geri döndü. O, Ankara'da gazetecilik yapıyordu, ben İstanbul'da. Sık sık telefonla çene çalıyorduk. Sonra Enis, sürpriz bir şekilde İstanbul'daki ekonomi servisinin başına geldi, ben de ona bağlı ekonomi muhabirliği yapmaya başladım. Enis hızlı düşünür, hızlı konuşur. Ben de öyle.
16 KEZ İSTİFA
Birbirimiz anlamak için zaman zaman tercüman kullanırız, zaman zaman da bağırarak konuşmamızı sürdürürüz. Ama Enis'in, gelip ‘‘Ertuğrul Özkök cumartesi günleri senin yazı yazmanı istiyor’’ demek zorunda kaldığı gün ona çektirdiklerimi ömür boyu unutamıyacağım. Ama bugün bir yere gelebilmişsem Özkök'ün arkamdan itmesi ve Enis'in o nöbet geçirdiğim devrede bana anlayışlı davranmasına borçluyum. Bir gün içinde şefinize kaç kere istifa verebilirsiniz? Galiba rekor bende. Zira ‘‘yazmam’’ dedim ve tam 16 kere istifa ettim. Enis, sabırla arkamda olacağına beni ikna etti ve ben de kaldım.
Ve yazarlığımın ilk aylarında arkamda durdu, bana yol, yordam öğretti. Sonra da beni Vahap Munyar'a teslim etti ve kendi yazılarına başladı. Türkçeyi çok güzel kullanan Enis, aslında ekonomiden anlar. Ama Susurluk'tan sonra kafayı devlet-mafya-işadamı-gladio-karapara ilişkilerine taktı. Bence birilerinin bu izi bıkmadan usanmadan sürmesi lazımdı.
Enis bizlere aydınlık yarınlar bırakmak için bu dalı tercih etti. Yazar olduğunu unuttu, bir muhabir heyecanı ile çalıştı. Araştırdı, yazdı. Önceki gün gazeteleri görünce hemen Enis'i aradım. Enis'in üç yıldır iz sürdüğü Tarık Ümit'in ortağı olduğu First Merchant Bank'ı Ankara'dakiler popolarını kaldırıp incelemeye aldıklarını ilan ediyorlardı. Üç senede neler yok edilmiştir kim bilir? Ama neresinden başlarlarsa başlasınlar gene razıyım.
20 YILLIK DOMİNO
Enis üşenmedi Susurluk'la ilgili çalışmalarını bir kitap halinde topladı. Böylelikle çocuklarımıza derli toplu bir belge kalacak. İlk kitabının adı ‘‘Susurluk. 20 yıllık domino oyunu’’ idi. Bugün sizlere Enis'i anlatmaktaki amacım, Enis ikinci kitabını da yayınladı. Türkiye gerçeklerini usta bir kalemin elinden okumak istiyorsanız ikinci kitabının da ismi ‘‘Kod adı: Yüksekova. Susurluk, Ankara, Bodrum, Yüksekova fay hattı.’’ Enis, geceleri sohbet toplantılarında Güneydoğu anılarını anlatır. Ve bu anlar onun gazetecilik hayatında herhalde en mutlu geçirdiği zamanlardır.
1991 Körfez Savaşı sırasında Enis, Bağdat'ta muhabirlik yapıyordu. Enis heyecanı sever. Ekonomi onun zekasını kesmedi. Enis devamlı üretiyor. İşte sizlere son kitabından bir alıntı. Öykünün devamının okumak istiyorsanız Berberoğlu'nun son kitabını almanız gerekiyor.
ROBİN HOOD
Gürcistan bağımsızlığına 1990 yılında kavuştu. Ancak son yıllarda isminin Türkiye'de sıkça anılması iki nedene bağlı:
1) Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı.
2) Sarp Kapısı'ndan uyuşturucu kaçakçılığı.
Kara altın petrol ve gramı altından değerli eroin. Bu iki servet kapısında transit ülke konumuna gelen Gürcistan'da organize suç çeteleri iç ve dış politikada tetikçi görevi üstleniyor. Gürcistan'da 1992 darbesinden hemen sonra göreve çağrılan Eduard Şevardnadze'nin en yakın danışmaları arasında bir tiyatro profesörü de vardı. Gürcüler arasında, zenginden çalıp, yoksula dağıtmakla ünlü Robin Hood kadar sevgi ve saygı gören bu akademisyenin yaşam öyküsü ilginçti.
İsviçre'den Urfa'ya
iplik fabrikası
MİKO Çikvaşvili tekstilci bir aileden gelir. Üniversitede birlikte aynı sınıfta okuduk. Hatta üniversite yıllarında birlikte de çalışırdık. Arkadaşlarla genellikle bizim evde toplanır sabaha kadar ders çalışır, sabah da yürüye yürüye okula giderdik. Hiç unutmuyorum böyle bir gece sabaha karşı korna çalındı, hemen caddeye baktım. Gelen spor arabasıyla Miko Çikvaşvili'den başkası değildi. O günlerde moda bir ilaç vardı; Proplamin. ‘‘Gülçin çalışmam lazım bir tane camdan atsana’’ dedi. Ben de attım.
İLAÇ DOPİNGİ
İlaç, içince uykunu kaçırıyor, sonra sınavda çarpıntı yapıyor. Ama hepimiz ilacın esiri olmuşuz. Çünkü kış aylarında gezip tozup yumurta kapıya gelince çalışıyoruz. Dolayısı ile son gün sabaha kadar ne çalışırsak o bilgiyle imtahana giriyoruz. Miko, okul zamanı da babasının fabrikasında çalışırdı. Bizden daha becerikliydi. Üniversiteden sonra yollarımız ayrıldı. İsviçreli bir işadamının kızıyla evlendi ve İsviçre'ye yerleşti. Geçenlerde Türkiye'ye dönmüş bir arkadaşıma rastlamış, bana selam söylemiş. Ben de ‘‘kendisi ne yapıyor?’’ diye sordum. 15 sene evvel İsviçre'de kayınpederi Edmond Benkohen ve kayınbiraderi Moiz'le kurdukları fabrikanın binasını satmışlar. İçindeki makinaları ne mi yapmışlar? Şimdi aklınız duracak. Urfa'ya yollamışlar. Yakında Urfa'da pamuk ipliği üretecekler. Evet GAP sayesinde yetişecek pamuk, tekstilcileri yatırıma itiyor. Oralara yeni iş ve aş gelecek. Türkiye gene dinamik bir ülke olacak ve etrafındaki düşmanlar çatlayacak.
Hükümetin Güneydoğu politikası yabancıları Güneydoğu'ya yatırım yaptırıyor ama benim kızdığım, kendi doğdukları topraklara kırıta kırta yardım vaadeden yörenin büyük şehirlerde zenginleşen yerlileri.
Paylaş