Paylaş
Fotoğraflar: HAGGAY BAYSEL
- Cevapları olan insanların doğru sorular sorabildiklerini düşünüyorum. Siz analiz eden, sorgulayan ve soru soran taraftasınız. Soru sormak ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Ve cevap veren tarafta olmayı seviyor musunuz?
ASLI ŞAFAK: Doğru soru zaten bir varoluş meselesidir bence ve vatandaşlık bilincinin en üst noktasıdır. İyi bir vatandaş zaten erke, iktidara doğru soruları sorabilen ve sorması gereken kişidir. Dolayısıyla bunun bir gazeteci ya da televizyoncu olmakla ilgisi yok. Doğru soru sorabilmek her kişinin gerekli eğitimleri aldıktan sonra ailede sorgulayan, felsefi temelleri olan sorularla dünyayı ve kendini kavrama meselesidir. Ben her zaman soru sordum ve herkese de sorarım ve bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bence kişiyi var eden şey soru sormaktır. Birey olabilmenin de anahtarı olduğunu düşünüyorum. Cevap veren tarafta olmayı da seviyorum. Bir başkasının merakını gidermek adına cevap vermek de çok önemli. Zaten ikisi beraber. Aslında soru sormak hem merakını tatmin etmek için ve anlayabilmek için hem de hesap sorabilmek için önemli. O yüzden soru sormalıyız. Hesap sorabilmemiz gerekiyor, çünkü bence hesap veren, hesap soran olabildiği sürece hesap verendir! Hesap soran yoksa hesap veren de yoktur ve soru sormayı bilmeyen kişilerden oluşan bir toplumda hesap sorabilen bir toplum değildir. O yüzden de soru sormak önemlidir. Doğru soruyu sorabilmek daha da önemlidir. Tabii ki burada soru sormanın da alanları var. Kişinin özlük haklarına, özel alanlarına girmeden, iyi ve kaliteli çok net bir şekilde soru sorulabilir.
Program üzerinde konuşacak olursam, açıkçası insanların kırmızı çizgileri var. O çizgilerini ihlal etmeden, kişilik haklarına müdahale etmeden, onları üzecek ya da kızacakları bir şey sormadan, kenarlardan dolaşarak merak ettiklerimi sormak istiyorum ve sormaya da çalışırım. Bazısında istediğim netlikte yanıt alabiliyorum, bazılarından alamayabiliyorum, bazısı buna kapalı olabiliyor. Çünkü bence doğru soruyu soran insanların şeffaf ve doğru cevabı veren insanlar da olduklarına inanıyorum. Bu karşılıklı bir şey: İçinden iyi sorular çıkan kişiler, iyi yanıtlar verir. Yanıt vermeyi de seviyorum ama dediğim gibi bunlar aslında bir mesleğe ilişkin konular değil. Bunların tamamı birey olabilmek, vatandaş olabilmekle doğrudan ilgili. Yaptığınızın sorumluluğunu alabilmek ve dünya ile bütünleşebilmek açısından doğrudan ilgili olduğunu düşünüyorum.
- Bayılıyorum tarzınıza... Esprili, hazır cevap, bilgili ve tüm bunları kaliteden ödün vermeden gerçekleştiriyorsunuz. Programınızda önceliğiniz nedir?
ASLI ŞAFAK: Programdaki önceliğim aslında birilerini eğlendirmek, bilgilendirmek ya da güzel vakit geçirmek değil. Programdaki önceliğim tamamen karşıdaki insanları, yani ekran başındaki kişilerin kalbine girebilmek. Çünkü hep derlerdi ki bize ‘radyo kalbe, televizyon beyne hitap eder’... Ama televizyon için ikisini birlikte gerçekleştirmek mümkün olabilir. Televizyonda bir figürseniz, bir duygu verebilmek çok önemli ama bunu mesleki profesyonellik içinde değil de gerçekten kişilerin ve benim de buna ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Tabii bunu yaparken de dürüst olmak, kendim olmak, hiçbir şekilde riyaya sapmamak gerekiyor. Çünkü seyirci öyle ya da böyle bunu anlıyor. O yüzden de yeni televizyonculuk anlayışının artık bu şeffaflığı barındırması gerekiyor. Sunucuların kusurlarının olmaması, hata yapmamaları, bir bilgiyi eksik ya da yanlış söylemeleri eskidendi. Benim program bant yayın olduğu için çok rahatlıkla kesilebilir ama biz bunu kesmiyoruz. Dolayısıyla ben yeni yayıncılık anlayışının yepyeni, daha şeffaf, daha kendimiz gibi olabileceğimiz, hatalarımızla, günahlarımızla, sevaplarımızla şeffaf olabileceğimiz bir yerde olduğumuzu düşünüyorum. Ben doğal ve rahatlık değil, şeffaflıktan yanayım. Temeli şeffaf olan şeyin içinde zaten doğallık ve rahatlık vardır ama onun dışında yanlış yaptığında ‘bu bir yanlış’ deme hali de vardır; bu çok önemli ve bence yeni nesil zaten böyle bir yere doğru gidiyor: Daha mütevazı, daha kendi ile barışık, hatalarını söyleyebilen, net ve şeffaf olabilen bir yere doğru gidiyor.
Benim önceliğim seyirci ile bütün olma, o şeffaflık içinden beraber geçmek, bir duygudaşlık yapma halidir; eğlendirmek, bilgilendirmek sonrasında gelir. Televizyon ansiklopedi değildir. Televizyon tamamen vakit geçirip duygu aktarma yeridir. Televizyonu çok büyütmeyelim ama bunu yaparken kaliteli, düzgün, samimi, şeffaf ve entelektüel bir bakış açısıyla yapmak da mümkün. Bir köpükten bahsetmiyorum, dolayısıyla benim önceliğim seyirci ile bütün olmak ve o şeffaflık içinde birbirimizi bulmak. Bir de sevilmek de istiyorum galiba. O da benim için önemli... Sevsinler beni hiç sakıncası yok.
- Çok tatlısınız... Espri yapabilmek ve espriyi karşılayabilmek ince zeka ister ama nedense ülkemizde espri saygı duyulmayan bir yere doğru öteleniyor. Siz yurt dışında İngiltere’de yaşamış bir gazeteci olarak oranın dinamikleriyle ülkemizin dinamiklerini medya anlamında ve esprinin yerini karşılaştırabilir misiniz?
ASLI ŞAFAK: Espri bizim ülkemizde yok! Herkes alınıyor, şişik egolar, kibirler... Herkes bir şekilde alınıyor, böyle olmaz! Herkes çok büyük, kabarık koltuklarda olduğu yere sığamıyor. Bu bana çok komik, çok ilkel ve gelişmemiş geliyor. İngiltere’ye baktığım zaman orada yapılan esprilerin burada yapılması mümkün değil. Ben politik doğruculuğa çok inanıyorum. Yani nedir politik doğruculuk? Din, dil, dil, ırk, cinsiyet, yaş ayrımı yapılmayacak. Bu ayrımcılıklara önem vermek gerekiyor. Espri, mizah çok önemli. Zeka ve altyapı gerektiriyor. İnce espri yapabilenlere, mizahı güçlü olanlara baktığımızda, altyapılarında iyi bir sosyolojik bakış açısı, felsefi zeminleri olduğunu görebiliyoruz. Ayrımcılık yapmadan yapılan mizahı tercih ediyorum, diğeri beni rahatsız ediyor. İngiltere bunlara dikkat eder ama politik doğruluktan uzak mizah yapanlar da var. Onlara da hiç kızılmıyor, her yerde mizah yapılıyor. Biz bu konuda maalesef gelişmekte olan kafası değil, gelişmemiş ülke kafasındayız. Bizim mizaha, neşeye ihtiyacımız var. Neşe tüm dertlerin anahtarı. Mizah candır!
- Her meslek ve her tür ego ile karşı karşıyasınız. Bu sizi insan sarrafı da yapmıştır. Bununla ilgili sizin tespitleriniz nelerdir?
ASLI ŞAFAK: İnsan sarrafı mıyım, bilmiyorum ama epey tecrübe edindim. 37 yıllık meslek hayatımda -ki bunun bir kısmında ekonomi muhabirliği, bir kısmında savaş, terör ya da deprem gibi bölgelerde oldum, parlamentoda siyasi muhabirlik yaptım, İngiltere’de yaptım, Bloomberg’de ekonomi yorumculuğu ve yayıncılığı yaptım ve şimdi de talk show yapıyorum- çok fazla kişiyi gözlemleme şansına sahip oldum. ‘İnsan sarrafıyım’ diyemiyorum, çünkü ‘insan sarrafıyım’ demenin altında insanlara ‘acabalarla’ yaklaşımın da olduğunu düşünüyorum. Bende o yoktur. Bu şeffaflıkla alakalı. İnsanlara büyük bir coşkuyla, sevgiyle ve kolları açarak yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hepimiz insanız, hepimiz aynı yerden ve birbirimizin içinden geçiyoruz. Aynı duygularla, aynı ruh halleriyle sınanıyoruz. Pek çok tecrübemiz birbirine benzer... İnsan sarrafıyım diyemiyorum ama çok kişi tanıdım, hislerim güçlü artık. Bir kişinin bir cümlesinden o kişinin bütününe dair bir sonuca varabiliyorum ve genelde de bu konuda çok yanılmıyorum. Bu da insanı koruyabiliyor ama burada çok samimi bir şey söyleyeceğim Gözdeciğim: Gençken insan aşka kanardı, çünkü karşındakini çok çabuk çözemezdin. Aşk dediğin şey ona giydirdiğin elbiseyle, o elbisenin onun üzerine olmadığını görmen arasında geçen zamanda hissettiğin coşkulu ruh hali. Şu anda o bende 5 dakikaya indi. Bakıyorum hal ve tavrından o insanın ne olabileceğini kestirebiliyorum. Ben buna biraz kaşarlanma diyorum, bu da kişiyi çok zor aşık ediyor. Olmayacağını görme hali çok çabuk oluyor mesela. Bu konuda muzdaribim. İnsan sarrafıyım diyemeyeceğim ama tecrübe ile beraber insanları daha çabuk tanıma hali beraberinde bir laneti yani kendini çok kolay bırakamama, tanıdıktan sonra hemen karar alma, hemen aksiyona geçme hallerini beraberinde getirdiği için insanın hayatını çoraklaştırıyor. Yoksa istemezdim bu tecrübeleri, insan sarraflığını... Belki de olmaması daha iyidir!
- Meslek seçiminizde ailenizin etkisi eminim olmuştur. Nasıl bir aile ve sosyal ortamda büyüdünüz?
ASLI ŞAFAK: Babam Ankara’da da nüfuslu bir gazeteciydi. Gazeteci bir babanın çocuğu olarak büyümek işi kolaylaştırıyor gibi düşünüyor olabilirsiniz. Evet başlangıçta kolaylaştırıyor çünkü o dünyada büyüyorsunuz hatta ilk işe başlarken olumlu tarafları oluyor ama sonrasında şöyle bir şey oluyor: Babanızın o gücü sizin dezavantajınız olmaya başlıyor. Babanızı sevenler olduğu kadar sevmeyenler de oluyor. Bir yerde çalışmaya başladığınızda, iyi bir şey yaptığınızda bunu hep babanızın torpiliyle yaptığınızı düşünüyorlar. Bu da sürekli ‘hayır ben kendi emeğimle yaptım’ diye bir çırpınışı beraberinde getiriyor. Bu çok yorucu! Babam 57 yaşında öldüğünde, ben 30 yaşındaydım. Babamı çok seviyordum ve ölümüne çok üzüldüm, çok acı çektim ama diğer taraftan artık ne yaparsam yapayım hatamla ya da sevabımla yaptıklarım bana ait olmaya başladı. Zamanla hakkınızı size teslim etmeye başladılar. Davranış kodlarınıza, hayata bakışınıza, zekanıza, aklınızın işleme şekline, okuduklarınızdan çıkardığınız anlamlara, varsayımsal yaklaşımlara, dilinizi kullanma şekline, kendinizi ifade etme biçimine büyüdünüz evin çok katkısı oluyor. Ben açıkçası babamın gazeteci olması, onun kızı olmaktan dolayı büyük bir gurur duyuyorum. Babam benim bugünkü ben olmamdaki en önemli mimardır, Ona çok şey borçluyum, o evde öğrendiklerim bugünkü beni yarattı.
- Her zaman çok hoşsunuz ve dinamik, şık bir stiliniz var. Okuyucularımıza güzellik tüyolarınızdan verin de hepimiz bir oh çekelim lütfen! Var di mi bir güzellik sırrınız?
ASLI ŞAFAK: Ben manikür pedikür yaptırmam, oje sürmem, kuaföre gitmem... Her şeyi kendi kendime yapmayı öğrenmiş biriyim. 4 yıl aradan sonra geçenlerde botoks yaptırdım. Dolgu yaptırmam, dolgularla insanların yüz şekillerini değiştirmeleri de sevmiyorum. Maskeler yaparım, kremlerim vardır. Sporuma önem veriyorum. Pilates yapıyorum. Benim için genç görünmek önemli değil; göz ve dudakların aşağı doğru yorgun görünmemesi önemli. Yüz yogası hareketleri yapıyorum.
CUMHURİYETİMİZİN
100’ÜNCÜ YILINA ÖZEL
- Cumhuriyetimizin 100’üncü yılıyla ilgili bir Türkiye Cumhuriyeti kadını olarak neler söylemek istersiniz?
ASLI ŞAFAK: Cumhuriyet’in kadını olmak, Cumhuriyet kadını olmak anlamına gelmiyor. Çağdaşlıkta açıklık anlamına ya da modern giyinme anlamına gelmiyor! Tamamen kafaların, aklın, dimağın yeniye uygun, çağa uygun, hızlı düşünebilen, vizyonu geniş, dünya insanı gibi hareket edebilmek gerekiyor. O yüzden Cumhuriyet kadını mıyım bilmiyorum ama Cumhuriyet kadını olmak için uğraşıyorum çünkü Cumhuriyet’te doğmak Cumhuriyet kadın olmak demek değil! Bence herkesin de bunu sorgulaması gerektiğini düşünüyorum. Cumhuriyet kadını olmak bence her gün yeniden ve yeniden üretebilmek, kendinden yeniden çıkabilmek, kendini doğurabilmek, dünya dengelerini doğru kavrayıp yeni nesillerle doğru iletişim içinde olup onlarla bütün olarak, onlara verilebilecekleri vermektir. ‘Ah bu yeni nesil çok farklı, biz böyle değildik’ gibi cümlelerle demode kalmak değil de, herkesi anlamaya çalışmak, dinlemeyi bilmektir. Cumhuriyet kadını dinleyen, anlayan, onlarla anlam birliğine varabilen yani kolektif bilincin parçası olarak birbirimizin içinden geçtiğimizi idrak edebilmiş olma halidir. Ben bunu yapabilmek için elimden geldiğince çabalıyorum. Bu sebeple de ulu önderimiz, büyüğümüz, minnettar olduğumuz Mustafa Kemal Atatürk’ün bize verdiği bütün değerleri koruyarak, bundan sonrası için daha ileriye götürerek, bizim de başkalarına başka değerler atfedebileceğimiz, başka haklar verebileceğimiz bir düzen yaratabilmek benim gözümde önemli.
- Laik Türkiye Cumhuriyeti 100 yıl önce kuruldu... Bugünlere geldik ve 100 yıl sonra Türk vatandaşı olarak Cumhuriyetimizi daha ileriye götürebilmek için sizce gayretimiz ne yönde olmalı?
ASLI ŞAFAK: Çok çalışmamız gerekiyor. Gayretimiz sadece ve sadece üretmek olmalı. Bir sonraki günün, bir önceki günden farklı olmalı. Okumak, sanata değer vermek gerekiyor. Tarihi anlamak ve ‘gelecekte ne yapılabilir’e kafa yormak gerekiyor. ‘Daha ileriye nasıl götürülebilir’, sanayimizin, tarımımızın, toprağımızın değerini bilelim, bunlara sahip çıkalım. Daha ileriye götürme noktasına geldiğimizde çok süslü cümleler kurmaya gerek yok; sadece birbirimize saygı duyarak, farklılıklarımızın değerini bilerek, sevgiyle yaşayabilmek, teşekkür edebilmek, özür dileyebilmek, birey olabilmek gibi çok temel değerler üzerinden ve tabii ki hesap sormayı bilerek, vatandaşlık bilinci üstünden yaşamak…
- Hayallerin en güzeli gelsin: Atamız programınıza katıldı. Ne sorardınız?
ASLI ŞAFAK: Mustafa Kemal Atatürk benim programıma gelseydi -tüylerim diken diken oldu, hayali bile cihana değer-, ‘bugünden baktığında neyden pişmanlık duyduğunu’ sormak isterdim. Doğru yaptıkları zaten ortada, sonuçlar ortada... Neyi yanlış yaptığını düşünüyordu? Aslında ne yapmak isterdi ya da ne yapmak istedi de sonucu ne oldu? Atatürk’ün kendi özelinde yaralarını sormak isterdim... Özlemlerini, aşkını, romantik bir adam mıdır? bunları öğrenmek isterdim. Atatürk’ten onun o insan yönünü, tek başına kaldığında ne düşündüğünü veya neleri ile yüzleştiğini merak ederdim. Bugüne ilişkin çok büyük cümleler beklemezdim. Zaten ne geliyorsa başımıza bu büyük beklentilerden gelmiyor mu?
SOHBETTEN İZLENİMLERİM
- Özgüvenli ama şımarık değil, bilgili ama küstah değil, deneyimli ama kibirli değil, güzel ama yapay değil.
- Kaliteli.
- Şeffaf.
- Zeki, tatlı, dinamik, esprili, yenilikçi.
İKİLİ SEÇENEKLERDEN
BİRİNİ SEÇİN
- Yürüyüş-Koşu: Yürüyüş.
- Sıkılmak-Sabretmek: Sabretmek.
- Susmak-Konuşmak: Yerine göre susarım, yerine göre konuşurum. İyi bir konuşmacı, iyi bir dinleyici de olmalı.
- Dans Etmek-Oturmak: Oturmak.
- Klasik-Modern: Modern.
- Dobra-Politik: Dobra.
- Samimi-Mesafeli: Samimi.
- Uykucu-Uykusuz: Uykusuz.
- Sakin-Heyecanlı: Bazen sakin, bazen enerjik (heyecanlı değil).
- Kitap-Dergi: Kitap.
- Doğa-Konfor: Konfor.
- Kedi-Köpek: Hem kedi hem köpek.
- Güneş-Yağmur: Güneşi de yağmuru da eşit severim.
- Çay-Kahve: Kahve.
- Et-Ot: Hamur.
- Disiplinli-Rahat: Disiplinli.
- Unutur-Affetmez: Unutur.
- Tatlı-Tuzlu: Tuzlu.
- Çin Yemeği-İtalyan Yemeği: İtalyan.
- Şarap-Rakı: Şarap.
- Esprili-Ciddi: Esprili.
KİMLİK
- Burcu: Aslan.
- Okullar: Ankara Çankaya Lisesi, Mülkiye/İktisat Bölümü.
- Bekar (boşanmış).
YÜZDEYÜZ
- Senin için yüzdeyüz tek gerçeklik nedir?: Şeffaflık.
- Yüzdeyüz olmak istediğin yer neresi?: Londra.
- Yüzdeyüz güvendiğin kişi?: Kendim dahil hiç kimse.
- Yüzdeyüz bilmek istediğin şey? (kimsenin bilmediği ve senin öğrenmek istediğin bir şey): Tanrı.
KİMSİN?
- Kimin beyninde olmak isterdin? -düşüncelerini merak ettiğin-: Kimsenin.
- Kimin gözleriyle dünyayı görüp, algılamak isterdin?: Kimsenin.
- Bir ‘soru’ olsan ne olurdun?: Neden?
NOKTALI YERLERİ DOLDUR
- ..... çok iyi yaparım: Tembelliği çok iyi yaparım.
- ..... hiç beceremem: Denge gerektiren sporları beceremem.
- Çevrem beni ..... biri olarak tanımlar: Çevrem beni nasıl tanımlar bilmediğimi fark ettim.
- Az kişi bilir ben ..... biriyim: Az kişinin bildiği bir özelliğim: Lahana sarmayı efsane yaparım.
SANA DAİR KISA KISA
- Gazeteci-televizyoncu olmasan ne olmak isterdin?: Gazeteci olmasam psikolog olmak isterdim.
- 20 yıl önceki haline döndün, ona ne öğüt verirdin?: 20 yıl önceki halime, “çok da takma. Bi sal” derdim.
- Hayat motton varsa nedir?: Bonkör ol. Bilgi, para, mevkinin getirdiği güç ve şefkati paylaş.
İYİ Kİ...
- İyi ki yapmışım: İyi ki işsiz kalma pahasına Ankara’dan ayrılıp Londra’da yaşamışım.
- İyi ki kabul etmişim: İyi ki Bloomberg HT’nin teklifini kabul edip Londra’dan İstanbul’a gelmişim.
- İyi ki başladım: İyi ki pilatese başladım.
- İyi ki yapmamışım: İyi ki yapmamışım diyebileceğim bir şey hatırlamıyorum.
Paylaş