Paylaş
◊ Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Nilüfer Aykaç’la görüştük geçenlerde. Türk Toraks Derneği, Türkiye’nin en büyük göğüs hastalıkları derneği. Nilüfer Hanım da derneğin hava kirliliği görev grubu başkanı. “Sürdürülebilir yaşam” adıyla düzenledikleri sempozyumda, fosil yakıtların zararlarından bahsetti. Artık kalp rahatsızlıklarının da yüzde 24’ünün nedeni hava kirliliği!
◊ Tamer Yılmaz, bu yıl bir markayla “Balıklar Boğulmasın” adlı bir sergi çalışması yaptı. Birçok kişi de sergi için sualtında kendisine poz verdi. Fosfat kullandığımız deterjan ve ev temizlik malzemeleriyle denize karışıyor ve balıkların ölmesine neden oluyor! Balıklar da “boğularak ölüyor”. Aman dikkat!
◊ 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ydü. Binlerce kadını İstiklal Caddesi’nde “kendini bağırırken”, varlığının öneminin altını çizerken gördük.
En güzeli, destekleyen erkeklerdi. O akşam belki de ilk kez “Bu akşam yemeği siz yapın, ben biraz hava almaya çıkıyorum” diyen, gizli katılımcılar da vardır. Ben tanıyorum bir-iki kişiyi. Onlar için iyi bir adım oldu.
Kalbimizi parçalayan bir vicdan konusu
Malatya’da Alevi ailelerin yaşadığı 13 evin kapısına kırmızı boyayla çarpı işaretleri atıldı.
Türkiye, bazen üzerinde “ihtiyaç halinde kırınız” yazan ama içi boş olan camların bulunduğu o eski belediye otobüslerine benziyor.
Şoför otobüse aldıkça alırdı hani yolcuları, artık adım atacak yer kalmaz ve kaba bir sesle kendimize getirirdi bizi: “Hadi! Arkaya doğru ilerleyin! Geri tarafta yer var! İlerleyin oraya!”
Bence, otobüs ağzına kadar doldu!
O kadar yapışığız ki artık; birbirine değmeyen, diliyle iliğimize dokunmayan, nefesi kokmayan, terine lavanta süreyim derken çoluğu çocuğu boğmayan kalmadı.
Hatta ezilmesin diye o çocukların kucaktan kucağa oturtulduğu ve artık o kucaklara gelinlik, damatlık giydirilen ülkemde mazisi çok eski olan bir laf edeceğim: “Kapılarınızı açın”.
Madem yerin dibindeyiz, bari yeni bir şey çıksın!
Dikkatimi bozan ortam konusu
Geçenlerde dışarı çıktım. Uzun zaman olmuş.
Kalbimi acıtan, düşündüren, panik-atak yaratan bir hisle kaçtım.
Niye?
Mekanlarda müzik dinlemiyoruz, kendimizden geçemiyoruz artık.
Birbirimize içinde sürüklediğimiz müziğin edebiyatıyla seslenemiyoruz.
Lakapsız hitabetin olamadığı çaresiz bir “chat” hızında en dikkatimi çeken toplumsal takıntımızla yüzleştim. Tanışma arzusu! Sosyalleşme anlamında değil.
“Bak seni kiminle tanıştıracağım” diyor biri. Arkadan öteki berikine sesleniyor: “Bak kiminle tanıştıracağım seni, tam bir çatlaktır!”
Hop arkadan bir el: “Abi bak bu adamla tanış, çok seversin!”
Beriden bacağını dürter biri arkadaşının: “Ya! Bu kadını var ya bir tanısan, dehşet iyidir!”
“Bir tanısan!” Bir tanısan! Bir tanı ama çok iyi insandır!
Tanısan o kadar seversin ki!
Bitmiyor tanışma faslı, bitemiyor! Sohbet etmeye çalışıyorum. “Ben tanıştırayım seni” diye hop giriyor araya. Ne oluyor diyorum ya. Nedir bu panik.
Çok az kitap okuyoruz, hayatımızdan memnun değiliz, muhtemelen aile köklerimizin “değerler” sinyallerine karşı da sistemimiz hata veriyor, sektörel katkımız “fedakarlıkla” harmanlanmış durumda.
Yani hem sahip olduğumuz şey “az”! Hem “hep kendimizden veriyoruz”! Hem de çok az veriyoruz. Kimse doymuyor bizimle!
Çoğalmak istiyoruz, sevişerek-dokunarak değil. Tanışarak, bilinerek. Bilinçli-bilinçsiz herkes bilsin bizi istiyoruz.
Bakın “kimyasal” denince anlaşılmasın ki yalnızca uyuşturucudan bahsediyoruz. İletişim bazında, tuhaf korkularımız var, insan insanı sevmiyor. Bağımlı! İnsan “iyi anlaşmaya” bağımlanmış durumda.
İnsan “niyetim iyi” demeye, ispat etmeye, kendini egzajere etmeye bağımlanmış durumda!
“İyi anlaşamazsak, ben bu çemberin içinde olamayacağım” korkusu.
Son yılların mesela ciddi siyasi geriliminde, ülkemizin kendi başına ne kadar kültür-sanat zengini olduğunu unutmuşuz.
Millet göbeğini atarken bile kulaktan kulağa siyaset konuşuyor.
“Tanısan ne seversin” adı altında hakkında konuşulmayan siyasetçi yok.
Yahu göbek atıyoruz burada, devlet meseleleri de ne! Bir anın içinde bin şey olunur mu?
Korkuyu hissedebiliyorsunuz değil mi? Yani aslında ne siyasetle derdi, ne müzikle, ne yalnızlıkla, ne parasızlıkla, KDV’yle. Tanıştırılmak istiyor, kafasındaki sınırla.
Ruhsal güvenliğimiz tehdit altında.
Derhal birileri beni görsün sinyaliyle geziyoruz.
Şimdiden “Cenazeme az kişi gelirse” diye endişelenen var.
Çıkın bu tanışma kafasından, tutunmaktan, hayatı sayarak yaşamaktan.
Her tanıyan doğru mu tanıyor sizi ki? Herkes birbirini bu kadar iyi tanıyorsa huzurumuz niye yok? Cevap yok.
Türkiye’de o kısımlarda sözlerin değil müziğin sesini açarlar.
Aslında, Allopregnanolon-projesteron meselesi bu. Östrojen ile testosteron arasında bir hormon. Hepimizin ihtiyacı!
Bir tanışsanız şu hormonlarınızla! Vallahi! Çok seversiniz. Dopamin yeterli seviyede olmadı mı insan göbek atarken ağıt da yakabilir. Aman sağlık önce diyorum!
Teyzemin bebeği oldu. Anam, doğduğunun ikinci günü koltukta kafayı çevirip televizyona baktı bebek! Belli ki bilmediğimiz bir çağ geliyor. İyi de nasıl bir çağ! Bir tanısak! Bir tanışsak yarabbim!
Allah belamı vermesin ki, Gremlinler gibiydik. “Tanıştır, tanışalım, bak şuna bak bak bana bak ne paylaşmış, beğendi mi, layk etti mi!”
Hemen taksiye atlayıp eve geldim.
Ah dedim Gonca. Ya yaşlanıyorsan?
Belki ben ayak uyduramadım.
Olsun, en azından “tanımış” oldum.
Paylaş