İSTANBUL toplantı yönünden yine şanslı haftalarından birini arkada bıraktı.
İki gün peş peşe, KalDer'in ‘‘Avrupa Birliği ve Dünya Liderliği’’, DEİK'in ‘‘Avrasya nereye gidiyor’’ konferanslarında hem AB'nin, hem Avrasya'nın geleceği masaya yatırıldı.
Boğaziçi Üniversitesi'nde ‘‘Afrika Rönesansı’’nı anlatan Güney Afrika Başkan Yardımcısı Jacob Zuma ise siyah kıtanın hayallerinden söz etti.
Özetle İstanbul'da iki günde üç kıtanın gelecek senaryoları konuşuldu.
KalDer'in önceki günkü ‘‘AB Kültürü: Ortak Değerler Sistemi’’nin panelistleri arasında olan Avrupa Koleji'nden Profesör Robert Picht'e burada değinmek istiyorum.
Hoşgörüyü elbet biliyoruz ama ‘‘ideal hoşgörü’’ nedir?
‘‘Pasif hoşgörü’’ değil ‘‘aktif hoşgörüdür’’ diyor.
Birincisi aynı toplumdaki kültürel çeşitliliği fazla suya, sabuna dokunmadan yani uzaktan kabul etmek.
Mesaj şu: ‘‘Bizim hayatımıza müdahale olmadığı sürece sizi eleştirmeyeceğiz.’’
İkincisini Picht şöyle tanımlıyor: ‘‘Sağlam insan ve vatandaş hakları üzerine oturtulmuş, karşılıklı kabul, saygı ve tanıma.’’
‘‘Aktif hoşgörü’’ için birşey daha ekliyor: ‘‘Değişik cemaatlerdeki bireyler arasında diyalog, farklı olanı tanımak için merak, ilgi. Kültürlerarası açıklık.’’
İşte tam bu noktada Profesör Picht, Almanya'da yaşayan 2.5 milyon Türk'ün büyük bir çoğunlukla gettolarda yaşadıkları gerçeğine değiniyor.
‘‘Gettolardaki duvarları yıkın’’ diyor. ‘‘Yıkın ki, gettolarda yaşayanlar dışarısıyla ilişki kursunlar, aşırı uçlardaki unsurların elinde oyuncak olmasınlar.’’
Picht'in ima ettiği fundemantalizm.
‘‘İnsan hakları ilkesi, ideolojik ve dini amaçlar için güç kullanımını dışlamalıdır’’ diyor.
Picht'i dinlerken, 10 yeni üye ülkenin katılımıyla yeniden şekillenecek olan Avrupa Birliği'nin aynı değerleri paylaşma kaygısını daha iyi anlıyorsunuz.
Aynı değerler paylaşılmadığı takdirde yeni üyelerle kaynaşma nasıl olacak?
Türkiye'nin çok yakından izlemesi gereken konular bunlar.
Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyesi Bozkurt Güvenç ile Profesör Nedret Kuran Burçoğlu'yu da dinlediğimiz panel sonrası dinleyicilerden sorular geliyor.
Bazı soruları not etmişim zira Avrupa Birliği üyeliğine bakışımız açısından kayda değer.
Sorulardan bir tanesi şöyle: ‘‘Almanya'da duvarlar yıkıldığı takdirde Türklerin asimile olmayacağı ne malum?’’
Başka bir tanesi de ‘‘Avrupa Birliği üyeliği Hıristiyanlaşma tehlikesini de beraberinde getirebilir mi?’’ idi.
AB üyeliğini, Avrupa başkentleriyle halletmeden önce sanıyorum kafalarımızda netleştirip, halletmemiz gerek.
Kültür varlıklarını korumaya ulusal strateji
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan kongrede yaptığı konuşmada, rüyasını gördüğü şeylerden bir tanesinin de sanatın ve kültürün baş tacı edildiği bir Türkiye olduğunu söylemişti.
‘‘Sanatçıların ve kültür adamlarının haklarının korunduğu bir Türkiye’’ diye ilave etmişti.
Önceki gece Turizm Yatırımcıları Derneği'nin yemeğinde rastladığım Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'ya AKP hükümeti'nin bu konuda neler yapmayı planladığını sordum.
Bütçede kültüre ayrılan miktar sadece yüzde yarım oranında.
Bakan’dan öğrendiğime göre, oran Fransa'da yüzde ikiymiş.
Erkan Mumcu diyor ki: ‘‘Türkiye'de kültür varlıklarının çok fazla olması sıkıntı yaratıyor.’’
Ne yapalım?... Her tarafından tarih, kültür fışkıran toprakların üzerinde oturuyoruz. Son dönemlerde iyi ki sponsorluk aldı başını gidiyor da arkeolojik kazılar devam edebiliyor.
Ama çıkartılan eserleri koyacak müze yok, müze varsa bekçi yok o da ayrı.
Mesele elbet sadece arkeolojik kazılardan ibaret değil. Sanatın ve sanatçının desteklenmesi, kitapların yabancı dile çevrilmesi gibi şeylerin yüzde yarımlık bütçeyle yapılması mümkün değil.
Mumcu'dan öğrendiğime göre, kültür varlıklarının korunması için ilk aşamada ulusal stratejinin saptanacağı bir arama konferansı düzenlenecekmiş.
Konferansa, konuyla ilgili tüm taraflar çağrılacakmış.
Primakov'un üçgeni: Türkiye, İran, Rusya
DEİK-Türk Avrasya İş Konseyleri tarafından düzenlenen ‘‘Avrasya Nereye’’ panelinde Rusya'nın eski Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve KGB Başkanı Yevgeni Primakov, ‘‘Türkiye-İran-Rusya’’ üçgeninin üzerinde önemle duruyor.
Primakov, ‘‘Benim kişisel görüşüme göre, bu üç ülke arasında siyasi işbirliği hem bölgenin istikrarı, hem İran'ın iç dinamikleri açısından çok iyi olacak’’ diyor.
Diğer panelistler, 9. Cumhurbaşkanı Demirel, Almanya eski Dışişleri Bakanı Genscher ve Kırgız yazar ve diplomat Cengiz Aytmatov'un tezlerine karşı-tezlerle cevap veren Primokov bir şeyin daha altına çiziyor: ‘‘Rusya Irak'taki operasyona karşı olsa da anti-Amerikancı bir politika izlemek istemiyor.’’
Kurt politikacı Primokav'a göre, Irak'ta hiçbir şey hesapladığı gibi çıkmayan ABD'nin her şeyden aniden cayması da mümkün.