Öyledir öyle olmasına da zaman geçtikçe iki insan birbirinin farklı yanlarına takılmaya başlar ne yazık ki. İlişki yalpalar ve tartışmalar giderek dozunu artırır. Klasik deyimiyle, hele de ilişki evlilikle taçlandırılmış ve işin içine aileler de girmişse, durum giderek çözülmesi zor bir aşamaya gelir. Bu durumda, “Şimdi ne olacak boşanmak mı gerekecek?” demeden önce belki de bir mola vermek ve gerçeğe biraz dışarıdan bakmak hem sizi hem de ilişkiyi rahatlatabilir.
Aile terapistleri bu molalardan asla korkmamak gerektiğini söylüyor ve bunu yapmanızı öneriyor. Hatta öyle ki ara vermeyi başarabilirseniz ilişkinizi ağır yıpranmalardan kurtarabilirsiniz. Kendinize durup sakince baktığınızda aslında ne istediğinizi daha rahat anlarsınız.
Oysa, panik halinde düğüm olan yeri açmaya, çözmeye kalkarsanız durumu iyice arapsaçı kıvamına getirebilirsiniz. Bu nedenle psikiyatrlar, “İlişki içinde kendiniz olamıyorsanız, sıkıntılarınızı eşinize anlatamıyorsanız, birlikte geçirdiğiniz zamanlardan hoşnut değilseniz, tatmin olmuyorsanız, aldatıldığınıza dair şüpheleriniz oluşuyorsa” mutlaka partnerinizi alın karşınıza ve bu molayı vermeniz gerektiğini konuşun” diyor.
Mola ilişkinin tamiri açısından önemli
Uzmanlara göre, mola verdiğiniz dönem ilişkinin ve kendinizin tamiri açısından çok önemli. Sorunlarınızın nedenlerini bu aşamada bulup, karşılıklı saygı duyarak bunlar üzerine konuşmanız sonrasında ise partnerinizi değiştirmeden olduğu gibi kabul etme becerisini geliştirmeniz gerekiyor. Aksi halde durum vahim çünkü, mola denen şey belki de bitmiş bir ilişkinin uzatma devrelerinden başka bir anlama gelmiyor.
Zaten yaygın bakış açısı, mola istemenin ayrılık öncesi bir sinyal olduğu konusunda hemfikir ama bazen ilişkiyi korumak için bu ara verme durumu gerçekten de gerekli ve çözüm odaklı olabilir. Yeter ki eşler bu ara verişin gerçekten kendileri için yarar getireceğine inansın. Bu aşamada çevrenizdeki insanların da mutlaka rahatsız edici yorumlarını duyacaksınız. “Kesin seni aldatıyordur, ayrılık için kılıf hazırlıyor”, “Bu aşamadan sonra dönüş mümkün değildir”, “Sana ayrılmak istediğini söyleyemiyor kibarca bunu yapıyor” türünden duyduğunuz bir sürü şey sizi üzecek ve aldığınız kararı sorgulatacaktır ama bir süre kulaklarınızı kendiniz ve eşinizden başka herkese kapatmanız gerekebilir.
Sonuç olarak, sevgili ya da eş, hiç kimse ayrılığı istemez ama mola vermek bile işe yaramıyorsa hala anlaşmakta zorlanıyorsanız belki de ayrılık en doğru çözüm olabilir. Bu da meselenin bir başka gerçek yüzü tabii ki.
Neden, 100 kadından 80’i sever bu “Arıza” diye etiketlenen erkekleri?
Bir de madalyonun diğer yüzü var ki o hiç konuşulmaz çünkü, kimse sevmez meselenin o yönünü: Arıza olma hali hep erkekler adına kabul görür. Kadın arızalı tavır sergiliyorsa dışlanır.
Arıza dediğimiz erkek tiplemesine dönersek; Görüntüde her biri birer ağır romantik aşık potansiyeli taşıyan ama aşk halinin yarattığı yüksek dozdan olsa gerek, asla bu aşkı uzun süre bünyesinde barındırmayan “Issız Adam’ların ardında kalan enkaz kadınlar bir türlü gerçeğin farkına varamaz. Her nedense, kaybeden imajını üzerinde taşıyan bu adamları, kimi zaman iyi kılmak, kimi zaman ise babalarının annelerine yaşattıklarının intikamını almak için hayatının tam ortasında tutar. Belki de nihayet bu adamda, geçmişin tüm hesaplarını temize çekebilecektir. Hatta önceki ilişkilerinde hep mutsuz olduğuna değinen bu erkeği o mutlu edebilecektir.
Oysa, verdiği sözleri tutmayı beceremeyen, aşk halini klişe cümlelerle ayakta tutmaya çalışan, sevişmeyi duygusal bütünleşmeyle karıştıran ama her bütünleşmenin ardından duygusal boşluğa düşen bu his yoksunu, duygusal küntlük yaşayan adamların kendilerine dönüp bakacak hali ve isteği yoktur. Bu erkekler, tıbbi açıklaması ile çevredeki duygusal ve duyusal uyaranlara tepki veremez. Ne yazık ki bu halleri bile karşılarındaki kadın tarafından farklı anlamlandırılır. Bu nedenle de bir türlü değişim gerçekleşmez. Belki kendisiyle birlikte olmak için her şeyini ortaya koyan kadın onu uyarsa, kimi zaman ‘Hayır’ diyebilse dönüp duruma göz atacaktır ama buna hiç gerek kalmaz. Zaten bir ilişki içinde uzun süre kalmayan bu erkekler kendilerine yeni bir partner bulup gider. Ardında darmadağın kalan bir kadın bıraktığının farkına bile varmaz üstelik. Çünkü Psikoterapist Şehnaz Tuna’nın söylediği gibi, “Aşk insanı kendisini tanıyamaz hale getirebilen bir duygu. Çoğumuz aslında asla yapmayacağımız şeyleri yapmaz mı aşık olunca. Ve yıllar sonra, ben bunları nasıl yaptım ya da ben bu insana nasıl bu kadar değer verdim diye sormaz mı?”
Histerik mi obsesif mi?
Şimdi de meselenin en can alıcı yönüne bakalım. Psikiyatr Dr Agah Aydın bu çözümsüz gibi görünen insan tiplemelerinin aslında çok basit olarak ikiye ayrıldığını söylüyor. Ona göre, insanı psikanalitik anlamında iki gruba ayırabiliriz. Psikotikler ve nevrotikler. Bunları ise bakım verenlerin o kişilere nasıl davrandıklarını bilerek anlayabiliriz. Psikotiklerde anne çocuğun hayatına her anlamda giren bir annedir. Ve yetişkinlikte o birey kendisi ile ötekini ayıramaz.
Akıl hastaları ilişkiyi götürmekte böyle zorlanır. Nevrotikler ise obsesif ve histerik pozisyondakiler olarak ayrılır. Histeriklerin anneleri iyi bir annedir ama kendisi ile çocuğu ayırırken tehdit eder.
“İnsanın yapısı içinde bir motor, dinamo varsa bunun merkezi aşk diyebiliriz” diyorsunuz, bunu anlatır mısınız?
Aşkı yakalamak için bütün yapıp etiklerimizi aşka meze yapıyoruz ama bunu kendimize bile çaktırmıyoruz. İnsan bir başkasının arzusu üzerinden kurulan, onun arzusunun nesnesi olmaya çalışan bir varlık.
Ve her eyleminin içinde bu var. İkili ilişkiler anlamında aşkı tarif edersek Marcel Proust bunu şöyle tarif ediyor, “Sevdiğimiz zaman ayaklarımızın yerden kesilmişçesine aşık olduğumuzu hissetmemizin nedeni onun bizden çıktığını unutmamızdır.” Bir şekilde bizim ötekine atfettiğimiz ondan bize gelmesini istediğimiz şeyi çok iyi tarif ediyor bu.
Bunu neden yapıyoruz?
Çünkü kendimizi bütünlüklü bir yapı olarak görmek için başka ötekiler üzerinden bunu sınıyoruz. Ötekinden arzuladığımız talep ettiğimiz birşey var. O da, kendimizi görmek istediğimiz gibi ötekinin bizi öyle görmesini istemek. İnsanın her eylemi arzuyla açıklanabilir. Bu da ötekinin arzusunun nesnesi olmak. Fakat arzu, doyunca ölür. İnsan aslında ötekinin özgürlüğünü kısıtlamayı arzuluyor. Ve hepimizin bunun izin farklı yöntemleri var. Bir şekilde onun neyi nasıl arzulayacağını dikte etmek istiyoruz. Neticede insan bir başkasının arzusu üzerinden kurulan bir varlık. Aşkın sürmesinin nedeni bunu talep eden kişinin buna çok ihtiyacının olmasıdır.
Peki, flörtün aşkın içindeki yeri nedir?
Flört insan zihninin düşünmeden uyguladığı taktiktir. Kuşku vardır içinde. Kimin kimden ne istediğinin belli olmadığı bir durum, ama bir fantezi vardır hep kafada. Biri adım atar diğeri çekilir. Arzu nesnesine ulaştığında ölür ve aslında flört de tanımlandığında ölür.
Sevgililer Günü demişken, bence herkes için mutlu ve özel hissedecekleri gün (Sevgililer Günü) farklıdır. Neden mi? Kişinin etkilendiği, aklını başından alan ve doğal olarak beraber olmaya karar verdiği kadın ya da erkek tarafından; sorunsuz, güven veren ve sevgi dolu bir ilişkiyle kucaklandığının farkına vardığı gün, o mutlu gündür de ondan. Ve sevgili olmayı aslında herkes istiyor istemesine de bu mutluluk halini çok az çift başarabiliyor. Kavga ve gürültünün hüküm sürdüğü, adına en basitinden fırtınalı denen ama çaresizliğe sığınmış ilişkilerin yanında, tek kişi sırtında taşıdığı için, yük olmaktan öteye geçmeyen sonsuz seçenek barındırıyor ikili ilişkiler. Sapasağlam birbirini arzulayan, diğerinin hayatına destek olan, karşısındakini en az kendisi kadar önemseyen ve sahip çıkanlar ise harika bir rüyanın gerçek kahramanları olarak geleceğini beraber kurabiliyor. Bu nedenle bu yazımda uzak durulması gereken kadın ve erkekleri sıralamak istiyorum. Sonsuz sayıda seçenek barındıran bu tiplemeler her an aramızda dolaşıyor, karşımıza çıkıyor, bazen bağımlılık yaratıyor ama genellikle hayatımızın altını üstüne getirip kendi hayatına bıraktığı yerden devam ediyor ve gidiyor…
Aşırı kıskançlık gösterenler
Özellikle sosyal medyanın da hayatımıza girmesiyle beraber eşini, sevgilisini internette izlemek neredeyse sıradan bir davranış oldu. Ama gerçek öyle kolay kolay kabul edilebilir gibi değil. Eğer partneriniz sizi olur olmaz kişiden sakınıyorsa, eksi bir arkadaşınızla bile tek başınıza görüşemez hale geldiyseniz, bir barda, restoranda oturduğunuz anda etraftaki şüpheli olabilecek güzel kadın ya da yakışıklı adamları araştırıyorsa bu durum sizi ileride daha da yoracaktır. Yol yakınken durumu tekrar gözden geçirmekte fayda var.
Karşı cinse karşı ilgisini dengeleyemeyenler
Bu durum en vahim olanı ve bu davranışı gördüğünüz yerde hemen uzaklaşmak gerekiyor. Kadın ya da erkek olabilir ama genellikle erkekler arasından daha çok çıkıyor. Sosyal bir ortamda sizinle direkt iletişim kuranlar bilin ki bunu defalarca başkalarına da yapmıştır ve yapacaklarının da garantisidir. Çoğunluk evli olan ve kaçamak yapan ya da bekar olsa bile oyunu ciddi bir ilişkiden yana kullanmayacak olan bu çapkınlar sizi kıskançlıkla suçlamadan önce kararınızı verin.
Narsisistikler
Küstah, kendini beğenmiş, en önemli kişinin kendisi olduğuna inanan, karşısındaki kişiyle empati kuramayan narsisistikler sürekli ilgi ve beğeni ile yaşamlarını sürdürdükleri için kısa süre içinde başka bir aşkın peşine düşmek zorunda hissedecek ve sizi nasıl yaraladığını asla düşünmeden ve zaten anlamadan gidecektir. Sadece sizi seveceğini umarak yanında beklemeniz onun değil sizin terapiste gitmenize neden olacaktır.
Boşanma veya ayrılma nedenlerine dönecek olursak; şiddetli geçimsizlik ve ilişki dışı ilişki yani aldatmalar ayrılık yolundaki taşları sinsice döşüyor. Ancak, aile ve çift terapisti Psikiyatr Dr. Murat Dokur’a göre şiddetli geçimsizlik ve aldatma boşanma için bir sebep değil, sonuçtur. Asıl olan ise ilişki içindeki iki kişiden biri iyi hissetmiyorsa, artık diğeri de zaten mutlu hissedemiyor.
Ve uzmanlara göre bir ilişkiyi konuşulanlar değil, konuşulmayanlar bitiriyor. Peki ama bu ne demek?
Çiftler uzayan ilişki içinde birbirlerine arzu ve ihtiyaçlarını ifade edemez hale geliyor, daha da kötüsü kendini ifade edemiyor. Bu durumda, maalesef doğanın kendi içinde işleyen ekonomisi burada devreye giriyor ve kendini iyi hissetmeyen taraf ayrılma yolculuğunun hazırlıklarını yapmaya başlayarak beynindeki valizleri yavaş yavaş yeni bir hayata göndermek üzere, farkında bile olmadan düzenliyor. Çünkü duygu her zaman haklıdır. Bir ilişki içinde duygudan daha öncelikli ve ağırlıklı bir şey yoktur. Ayrılıkları kesin olarak başlatan duygu ise arzu, sevgi ve güven nesnesi olarak bağlandığımız kişinin artık o kişi olmadığını hissetmek oluyor.
O, sandığımız kişinin aslında kesinlikle o olmadığını fark etmemizin nedeni de oldukça basit aslında. Kısaca, hayatın dinamikleri içinde herkesin farklı gelişimi zemindeki taşları ustaca döşerken, bir aradalık arttıkça kişilerin rol beklentileri ve hayal kırıklıkları da artıyor ve ilişkinin çatısı beklentilerin ağırlığına dayanamayarak çöküyor. Hayal kırıklığı sonrası öfke, çaresizlik ve güvensizlik ortaya çıkıyor. Bu durumda eşimiz olarak seçtiğimiz insan için, “Bu kişi o kişi değil” demeye başlıyoruz. Biz sürekli evrilirken çatışmalı ilişki de başlamış oluyor.
Aldatma neden boşanma sebebi değildir?
Bunun için öncelikle aşkı sorgulamak gerekiyor. Psikiyatr Murat Dokur, “Aşk yoktur” diye söze başlıyor. Bir atfediş ve buna bağlı nörokimyasal süreçler vardır ikili ilişkilerin tamamında geçerli olan. Yarısı gerçek, yarısı fantezi bir süreç yaşanır.
Bu nedenle “Aşk bir görme kusurudur, evlenince geçer” demiyor mu evlilik terapisti Prof. Dr. Mehmet Sungur da. Sonuç olarak insanın ve ilişkilerin ayarları sürekli farklılaşıyor. Dolayısıyla bir kişinin diğerini algılayışı da aynen bu şekilde değişime uğruyor.