Paylaş
MEVLEVİLİĞİN TARİHÇESİ
Mevlevilik, Hz. Mevlâna’nın öğretilerini gelecek nesillere aktarmak üzere oğlu Sultan Veled, talebesi Çelebi Hüsameddin ve torunu Ulu Arif Çelebi tarafından 14.yy.’da kurulmuş ve Konya’daki Mevlâna Türbesi de makam olarak kabul edilmişti. Mevlevihaneler, Mevlâna’nın düşüncelerinin öğretildiği, dini-edebi bilgilerin yanı sıra bir konservatuvar, akademi gibi sanat eğitimi de veren okullardı.
MÜZE OLDU
1925’te -Tekke ve zaviye kanunundan hemen önce- Atatürk, Hz. Mevlana’nın 19. kuşaktan torunu Abdülhalim Çelebi ile görüşüyor ve ‘Tekke ve zaviye kanununda bir değişiklik yapamayacağımız için Mevlevihaneleri de kapatmak zorundayız ama inanıyorum ki Mevlâna’nın ruhiyeti gün gün dünyayı saracak’ diyor ve tüm Mevlevihaneler de tekke-zaviye kanunu ile kapatılıyor. Ancak kanun çıktıktan kısa süre sonra Mevlâna’nın türbesinin de içinde bulunduğu Konya’daki merkez Atatürk’ün ziyareti ile müze olarak yeniden açılıyor. 1996’da Celâleddin Bâkır Çelebi önderliğinde kurulan Uluslararası Mevlâna Vakfı da bahsettiğim bu müzenin hemen yanı başında.
SOKAKTA YAPILAN SEMA CANIMIZI ACITIYOR
-Nasıl olur yabancılar Mevlana’yı böylesine iyi tanırken biz ona tam anlamı ile sahip çıkmayız. Cevabını Uluslararası Mevlâna Vakfı Başkan Vekili Esin Çelebi Bayru veriyor:
“Miras yedi bir milletiz. Yalnız Hz. Mevlâna değil, Hacı Bektaşi, Yunus Emre gibi birçok manevi büyüğümüz var ama kıymetlerini bilmiyoruz. Okumuyoruz, en büyük hatamız bu. Okumadığımız için de gerçek değerleri anlamıyor, kulaktan dolma bilgilerle yetiniyoruz. Oysa Hz. Mevlâna, özünü Kuran ve hadislerden aldığı bilgiyi bize şiir ve hikâye ile aktararak, daha kolay anlayabilecek hale getirmeye gayret etmiş.”
-Mevlana’nın eserleri ABD’de en çok satan kitaplar listesinde. Dünyaca ünlü şarkıcı Beyonce bile kızına Rumi adını verdi. Bu ilgi nereden?
İnsan maddi olarak daha fazlasını isteyebilir, teknolojiler değişir
ama manevi arayış ve istekler pek değişmez. Hz. Mevlâna da insanı insana anlatmıştır, onun içindir de sözleri bugün ruhlara şifa olmaya devam etmektedir.
-Batı’da Mevlâna değil Rumi adı kullanılıyor değil mi?
Doğu’da Mevlâna deniyor, Batı’da Rumi. Batı’da eserlerini tercüme edenler kendi görüşlerini katıyor, daha kolay anlaşılsın diye tabirimi hoş görün ‘Amerikan havası’ koyuyorlar içine. O zaman da mana değişiyor. Bir de sadece Rumi denilince -Rumi ve Mevlâna iki ayrı insanmış gibi- algılanıyor. Onun için mutlaka adını tam, Mevlâna Celaleddin-i Rumi, olarak kullanmak lazım.
SEMA ‘PASTANIN SÜSÜDÜR’
-Şeb-i Arus töreninden ağlayarak çıktım. Daha önce de Sultanahmet Meydanı’nda bir kafede de izlemişliğim var.
Ama böyle değildi.
Onun için Sema kelimesini kullanmam. Onlar sadece dönüyor. ‘Dönüyorlar’ çünkü bir semazen ne yaptığını bilir. Semazen, semaya başlarken abdestli, vakit namazını kılmış olmalıdır. Manevi açıdan yetiştirildikten sonra Allah kelamı ile bütünlüğü sağlayarak Sema eder. Vakfımıza ‘Sema öğreneceğim’ diye gelen çok oluyor. Ben de diyorum ki ‘Sema, pastanın üzerindeki süstür.’ O pasta için yağ lazım, un lazım değil mi? Yani derin bir bilgi var arkasında. Oralarda o kıyafetle şov için dönüyor olmaları canımızı acıtıyor doğrusu. Mâni olmak için de ciddi projeler ürettik ama takipçisi yok maalesef.
DEVLET KORUMA ALTINA ALMALI
-UNESCO, Sema ve Mevlevi müziğini insanlığın sözel mirası ilan etmemiş miydi? Nasıl yani koruyacak kimse yok?
Çünkü projemizi takipsiz kaldı. 2005 yılında UNESCO’ya tarihi ve akademik bilgi içeren iki kalın dosya sunduk. UNESCO, üç yıl boyunca bize çeşitli sorular sordu ve en sonunda da projemiz insanlığın sözel- kültürel mirası başyapıtı seçildi. Bu sadece ailesi-bizim için değil Türk milleti için de önemli bir olay. Kültür Bakanlığı’mız da bu mirası korumaya alacağına dair projeye imza verdi ve bir kurul oluşturuldu. Ama ne yazık ki bakan değişince kurul da lağvedildi. Birkaç kere teşebbüs ettik, her yeni gelen Kültür Bakanı ile konuyu görüştük ama neticeye varamadık. Günden güne daha çok yanlışlar yapılıyor. Tüm bunları kabarık bir dosya halinde Bakanlığa sunduk ama şimdiye kadar bir önlem alınmış değil. Mevlevilik bir Türk örf, âdet ve kültürüdür. Devlet koruma altına almalıdır.
AMERİKALI MEVLEVİ
Uluslararası Mevlâna Vakfı’na gittiğimde Vakıf Başkanı Faruk Hemdem Çelebi ile Amerikalı Mesnevi araştırmacılarından Dr. İbrahim (William) Gamard sohbetteydi. 1976’da Mevlevi, 1984’te Müslüman, 1999’da hacı olmuş Gamard. Kaliforniya’da yaşıyor. Konya’ya 27.’ci gelişi. Utanarak, ‘Benim ilk’ diyorum. ‘Son olmayacak inşallah’ diyor. Zaten Konya sokakları Amerikalılar, İspanyollar ve Japonlarla dolu.
Paylaş