Paylaş
Dünyanın gözbebeği bu güzelim şehre nasıl kıydık, nasıl bu denli ihanet edebildik?
Yaşayabilmek için can atılan bu inci şehri, nasıl yaşanmaz hale getirdik ve beton yığınına çevirdik?
Uzmanların sık sık vurguladıkları büyük bir depremin vukuunda İstanbul’da asrın felaketi yaşanacak; bu bile kimsenin umurunda değil.
Şu partili veya bu partili fark etmiyor; İstanbul’un yerel yöneticilerinin tek bildiği şey, arsa sahiplerine rant sağlamak, orantısız imarlar vermek.
Bir karış da olsa toprak görülen her yeri imara açmak; bu açgözlülük, şehri hesapsız kitapsız bir şekilde, olabildiğince büyüttü ve büyütmeye devam ediyor.
Mevcut altyapı bunca imarı ve iskânı kaldırır mı diye kimsenin düşündüğü yok.
Bugün bırakın yeni altyapı yapılmasını, eskinin onarımından bile aciz bir yönetimle karşı karşıyayız..
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen İmamoğlu, daha öncesinde benim de oturduğum Beylikdüzü ilçesinin belediye başkanıydı.
İstanbul’da en çarpık yapılaşmanın iki ilçesini söyleyin derseniz, birincisi Esenyurt, bir diğeri de, Esenyurt’a sınır olan Beylikdüzü’dür. Her iki ilçede de dere yatakları dahil, hemen her yer devasa binalarla beton yığını haline getirilmiştir.
Yeni kurulan bu iki ilçeyi örnek olsun diye verdik; yoksa eski ve yeni tüm ilçeler aynı rezaleti yaşamaktadır. Şişli ilçesindeki gökdelenlerin sokaklarından iki dolmuş yan yana geçemez.
Bu keşmekeş içinde İstanbul’un en büyük sorunlarından biri elbette ki trafiktir.
İstanbul’un hiçbir ilçesine, ana arterlerden rahat bir giriş ve çıkış yapılamamaktadır. Milyon nüfusa sahip ilçelerin giriş ve çıkışları yalnızca tek aracın geçebileceği genişlikteki daracık yollardır.
3-4 şeritten yoğun bir şekilde gelen araçlar, işte bu tek aracın geçebileceği daracık çıkışlara sıkışmakta ve evlerine gidecek sürücülere hayatı zehir etmektedir.
Bu şehrin hiç mi yol mühendisi yoktur? Şayet varsa, bunlar Avrupa’ya gidip oralardaki yolları, yolların bağlantılarını hiç mi görmediler?
Bu zamanda okullar kapalı, binlerce okul servis aracı trafikte değil, işyerlerinin birçoğu kapalı, yaşlılar ve çocuklar evlerinde iken on beş dakikalık yolu iki saatte ancak gidilebilen bir trafik ne ile izah edilebilir?
Yarın bu insanlar, okullarına ve işlerine gitmek istediklerinde bu trafik ne hale gelecektir?
Silivri’den başlayan sahil şeridi; Büyükçekmece, Beylikdüzü, Avcılar, Küçükçekmece, Bakırköy, Zeytinburnu ilçelerini takip ederek Fatih’e (Eminönü) ulaşıyor. Tüm bu ilçeler, trafik yönünden denize sırtlarını dönmüşler; ne deniz yolundan ve ne de sahil yolundan faydalanabilmektedirler.
Yalnızca Bakırköy’le Sirkeci arasında sahil yolu vardır, o da ta merhum Menderes zamanında yapılmıştır. Malum, CHP bu yola da karşı gelmişti. O zaman İstanbul’un nüfusu 1 milyon 250 bin kişiydi.
Şimdi ise nüfus 20 milyon ve yol aynı yol, ilave bir metrelik bile bir sahil yolu yok!
Onca iddialarla gelen Ekrem İmamoğlu, İstanbul’un trafik sorunlarından yalnızca birini (ilçelerin ana arterlere bağlantı yollarını) çözsün de görelim!
Mahmutbey gişelerindeki sabah-akşam trafik yoğunluğu saatlerce sürüyor. Her gün olan bu rezillik nasıl görülmez ve buna nasıl çare üretilmez?
Kenarlarında devasa AVM’lerin yapıldığı kavşaklarda ne bir altgeçit ve ne de üstgeçit yapılmış; araçları aynı düzlem üzerinde sıkıştırmak ve saatlerce o şekilde bekletmek, işkence çeken insanları çıldırtmak birilerinin hoşuna mı gidiyor?
İnsan neye yazık diyeceğini bilemiyor; şehre mi, şehrin sahipsizliğine mi, şehri yönetenlere mi? Onca zaman ve yakıt israfına mı? On binlerce insanın sinirlerinin altüst olmasına mı?
Paylaş