Paylaş
Özal 141, 142 ve 146. maddeleri kaldırarak fikir-ifade ve inanç hürriyetinin önünü açtı. Liberal ekonomiye geçerek, teşebbüs ‘girişim’ hürriyetinin de önünü açtı.
Özal’la Türk girişimci dünyayı tanıdı; ihracat ve ithalat yapabildi. Böylece Türk insanı rekabetçi piyasaya kavuştu ve gücü nispetinde en kaliteli malı, uygun fiyata elde edebildi.
Gümrük duvarları arkasına saklanan ve en kalitesiz malları halka fahiş fiyatla satmaya alışmış imtiyazlı vesayet odakları bu durumdan rahatsız oldular. Zira o güne kadar havaalanının yolunu bilmeyen Türk işinsanı, binlercesiyle, gökyüzündeki hemen her uçakta boy gösterdi.
Anadolu’ya yayılan bu sermayeye birileri göz dikti; şapkadan tavşan çıkarmaya alışmış o birilerinin bahaneleri her daim hazırdı. Nasılsa Erbakan başbakandı ve elbette laiklik tehlikedeydi!
Vesayet odakları için basit bir psikolojik savaş yeterliydi. Aczmendiler, Ali Kalkancı’lar, Fadime Şahin’ler yalnızca konu mankeniydi.
Devletin kimlerin elinde olduğuna bakar mısınız? Beş-on çapulcu, Aczmendi denilen, sözde din kisveli figüranlar, Elazığ’dan yola çıkıyor, Ankara’ya kadar gelip Kocatepe Camisi’nde rezilliklerini sergileyebiliyorlar. Her il geçişinde kendilerini o ilin emniyet müdürü alıp il sınırında diğer ilin emniyet müdürüne teslim ediyor! Bu serseri güruha hiç kimse bir şey demiyor; bilakis rezalet sergilemelerine göz yumuluyor.
O günkü medya da ateşe körükle gidiyor. F. Gülen iblisinin “Beceremediniz, artık bırakın!” sözü gazete manşetlerine taşınıyor. Bozacının şahidi şıracı yapılıyor.
Necmettin Erbakan yerli ve milli idi; tahammül edilmeyen de işte bu yerlilik ve millilikti.
Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan Süleyman Demirel, tavrını vesayetten yana sergiledi ve demokrasiyi katletti. Başbakanlığı, milli iradeyi temsil etmekte olan Tansu Çiller’e vermedi.
Başbakanlığı verdikleri arasında ise arkasında değil herhangi bir parti grubu (20 milletvekili), tek bir milletvekili dahi bulunmayan Yalım Erez vardı.
Postmodern ekonomik bir darbeyle Refahyol hükümeti iktidardan düşürüldü.
Laik rejimi koruyoruz diye gerçekte yapılmak istenen ve yapılan kaynak, servet ve gelir transferinden ibarettir. Tüm darbelerin amacı budur, gerisi teferruattır, kılıftır.
Bir gecede bir avuç imtiyazlı milyarder olurken, halk tümüyle perişan edildi. 1997’de yüzde 7.3 büyüyen Türkiye bir yıl sonra 3.1’e geriledi, 2001 yılına gelindiğinde ise yüzde 6 küçüldü.
20’yi aşkın banka battı (çoğunun içi sahipleri tarafından hortumlandı), bunların yükünü devlet, yani bu fakir millet çekti. Sadece bunların maliyeti tam 50 milyar dolardı.
Silahlı Kuvvetler, yargı, medya, üniversiteler, finans ve ekonomi dünyası el ele vererek, bu meşum darbeyi gerçekleştirdiler. Sonra da utanmadan Erbakan’ın cenazesinin ardından gözyaşı döktüler.
Bugün bile, 28 Şubat darbe sürecini ağzına almadan Erbakan’ın anma toplantısına katılıp timsah gözyaşı döken siyasi parti liderleri var.
Gecelik faizler yüzde 7 binlere çıktı. ‘Yeşil sermaye’ denilerek, bir kısım müteşebbis ötekileştirilerek iflas ettirildi.
Biz içeride Ali Kalkancı’ların, Fadime Şahin’lerin, Müslüm Gündüz’lerin tiyatro oyununa yoğunlaşırken AB’den gelen 900 milyon dolarlık fonu yatırıma dönüştüremedik.
Sincan’da tankları yürüterek “Demokrasiye balans ayarı verdik” iddiasında bulunan vesayet zihniyeti, gerçekte ekonomiye ve topyekûn millete ayar çekmişti.
Hâlâ o kötü günlerin özlemini çeken ve sözde güçlendirilmiş parlamenter sistemin (ne demekse) özlemini çekenler var, iyi mi?
Paylaş