Paylaş
Siyasetçi, davasının adamı olup, halka hizmeti şiar edinmişse; biri bayramlık, bir diğeri idamlık iki gömlek sahibi demektir.
Türk siyasi tarihi, nice idare-i maslahatçı (işleri oluruna bırakan) siyasetçiler gördü lakin bunların her birisinin yerinde yeller esmekte ve hiç birisinin esamisi okunmamaktadır.
Malum bizdeki demokrasi, dışarısının dayatmasıyla geldiğinden; halkımız onu gereği gibi sindirememiş ve ayrıca onca badireler yüzünden, bir türlü olgunlaştıramamıştır.
Süleyman Demirel; “Başbakanlık koltuğunda, her başımı kaldırdığımda, merhum Menderes’in darağacında sallanan resmini görürüm!” ve dahası; “Karısı dul, parası pul olmak isteyen varsa siyasete talip olsun!” derdi.
Malum; Birinci Büyük Savaş’tan, yenilerek ve vatanımızı kaybederek çıktık. Kurtuluş Savaşı ile canımızı zor kurtardık lakin galip güçler, dünyayı parselleyip, kendi kurallarını koydular ve dayattılar.
İkinci Büyük Savaş’a girmedik ama savaşın tüm olumsuzluklarını iliklerimize kadar yaşadık.
Sonunda; bu kez yeni galip güçler, bize demokrasiyi (güdümlü-vesayet) dayattılar; onu bile çok gördüler ve devlet ve milletini kalkındırmak adına, bir adım atmak isteyen siyasetçileri alaşağı ettiler. Darağaçlarında sallandırdılar, siyasetten men edip dünyayı kendilerine zindan ettiler.
Bu uğursuz eylemi on yılda bir tekrar ettiler; dolayısıyla milletin parıltılı beyinlerinin kahir ekseriyetini siyasetten soğuttular. Öyle ki, aklı başında insanlar, evlatlarına vasiyet ederken, siyasetten uzak durmalarını salık verdiler.
Bu yüzden de meydan yeri, çoğu kez hokkabazlara kalırdı; onlar da, dostlar alış verişte görsün kabilinden, sorumlu-yetkisizler olarak “demokrasicilik” oynayıp giderlerdi.
Yine Süleyman Demirel’in tabiriyle; devlet ve millet hayrına bir iş yapılabilmişse, bu da ancak “selden kütük kaparcasına” yapılabilmiştir.
Devletse, kılcallarına değin nüfuz edilerek, çığırından çıkarılmış ve gazeteci-yazar arkadaşımız Nedim Şener’in ifadesiyle, “Bu ülkede devlet FETÖ olmuştu”.
Her on yılda bir yapılan darbelerle, siyaset, pırasa gibi doğranmış; ortalama 18 aylık hükümet ömürleriyle, istikrar ve dolayısıyla kalkınma sırra kadem basmıştır.
2002’ye gelindiğinde, siyasetle birlikte tüm devlet, kurum ve kuruluşlarıyla iflas etmiş ve tabiri caizse duvara toslamıştı.
İşte bu hengâmede AK Parti, yeni kurulmuş bir parti olmasına karşılık, girdiği ilk seçimde tek başına iktidara geldi.
Ve bu iktidarını 19 yıldır, kesintisiz sürdürmektedir. Dünya demokrasilerinde bunun tek örneği, Japonya’daki liberallerin 54 yıllık kesintisiz iktidarıdır. Üç yıllık bir aradan sonra, liberaller, Japonya’da yine iktidardadır.
Dedik ya, ülkemizde demokrasi henüz oturmadı, bu yüzden siyasi partilerin oluşumları, gelişmeleri, yükselmeleri ve bitip tükenmeleri hep lidere, liderin karizmasına bağlıdır.
AK Parti iktidarlarının ilk on yılı, vesayetle (FETÖ) paralel geçmiş ve bu dönemde FETÖ, hemen tüm kurum ve kuruluşlarda pik yapmıştır. Zira yarım asırdır yetiştirdiği insan kaynağını iktidara sunmuş, iktidar da onları, devletin tüm kademelerine yerleştirmiştir.
Sadece bürokraside değil, ekonomide ve sosyal hayatın hemen her cephesinde FETÖ’nün borusu ötmüştür.
Burada bir tespiti yapmakta fayda var; FETÖ’nün ve diğer her türlü vesayetin devletin kılcallarına değin nüfuzunda, her kurum ve kuruluşun vebali olmuştur. En az vebal siyaset kurumunundur çünkü siyaset kurumu kadar, sorumlu yetkisiz bir müessese yoktu.
Devletin içinde çeşitli devletler vardı ve bunların çoğundan siyaset kurumunun haberi bile yoktu!
Daha açık ifadeyle siyaset devlete yaklaştırılmıyordu, kendisine yalnızca belediye ve bayındırlık hizmetleri gördürülüyordu.
AK Parti’nin ikinci on yıllık devresinin başında, neredeyse iş işten geçecekken, FETÖ’nün farkına varılmış ve onunla mücadeleye girişilmiştir.
İlk on yıllık devrede AK Parti, vesayetle iç içe olmasına karşın büyük reformlara imza attı.
İkinci on yıllık devrede reformların duraksamasının sebebini ve ne yapılmak istendiğini pazartesi günkü makalede ifade etmeye çalışacağım.
Paylaş