DAHA birkaç yıl öncesine kadar Ankara gece hayatında en çok parayı kim harcıyor, en fazla kim geziyor diye sorsanız şüphesiz cevap, "Devlete iş yapan müteahhitler" olurdu.
Restoranlarda, gazinolarda, barlarda en ön masalar hep onlara rezerve edilir, mönüdeki en pahalı seçeneklerle donatılır, viski şişeleri boy boy dizilirdi.
Sahnede program yapan sanatçıya şampanya göndermemek büyük ayıp sayılırdı.
Bu eğlencelere çoğu zaman kalabalık gruplar halinde çıkılırdı. Bazı müteahhitler, almayı planladıkları ihalenin belirleyicisi pozisyonundaki bürokrat veya politikacılarla gezmekten bile çekinmezlerdi. Gittikleri mekanın işletmecilerini sıkı sıkı tembih eder, bodyguardlara dolgun bahşişler vererek, "Aman ha içeriye gazeteci falan almayın" derlerdi.
Son dönemlerde bu işadamlarımıza, müteahhitlerimize Ankara gecelerinde pek fazla rastlayamıyoruz. "Nerede bunlar?" sorumuzu, uzun yıllardır gece hayatında işletmecilik yapan bir dostum yanıtlıyor, "Eskiden çok gezen bir müteahhit müşterime neden artık gelmediğini sordum. ’Yeni bir iş aldık. İçkili yerde eğlendiğimiz görülürse trilyonluk iş elden gider’ dedi. Herkesin elinde fotoğraf çeken cep telefonları var. ’Bakın işte, ihaleyi verdiğiniz adam içki masasında oturuyor’ şeklinde tehdit edilmekten korkuyorlar. Çoğunluğu artık dışarıya çıkmıyor. Değişmiş gibi davranıp, eğlencesini evinde yapıyor."
Bir zamanlar ihalelerin içki masalarında bağlandığı söylenirdi. Yoksa şimdi de, sırf masada içki var diye verilen ihaleler mi bozuluyor?
Ne yaptın Ebru?
YIl 1993, Ebru Gündeş, Tanrı Misafiri adlı ilk albümünü yeni çıkarmış ve ilk televizyon çekimi için TRT Arı Stüdyosu’na gelmişti. İncecik vücudu, giydiği kabarık elbisenin içinde belli bile olmuyordu. Gazetecilerin karşısına geçip, ilk fotoğraflarını çektirirken kendinden son derece emin bir ses tonuyla söylediği, "Ben, sesimin ve yüzümün güzelliğiyle bir yerlere geleceğim" sözleri nedense hep aklımda kaldı. Aradan 13 yıl geçti. Ben değil, ama Ebru Gündeş bu söylediklerini çoktan unutmuş görünüyor. O, gerçekten de sesiyle ve yorumuyla çok başarılı oldu. Ancak, geçirdiği estetik operasyonlar ve son olarak dudağına yaptırdığı kolajen, kendi deyimiyle "yüzünün güzelliğini" aldı götürdü.
Sadece ben değil, onun bu son halini gören birçok kişi, doğal güzelliğini kaybetmesine üzülüyor.
Tabii ki, hiç kimsenin zamana ve yer çekimine meydan okumasını beklemiyorum. Ancak, "Ben bulgurumu çok seviyorum" deyip de Dimyat’a pirince gidenlere de, bir anlam veremiyorum.
Ankara’yı es geçmeyin
Türk Sineması ’nın son yıllarda kaydettiği aşama, yapılan görkemli galalara da yansıyor. Oscar törenlerini andıran görüntüler sahneleniyor. Geceye katılan konuklar kırmızı halının üzerinde smokin ve şık tuvaletleriyle yürürken, sağlı sollu dizilmiş onlarca gazeteciye poz veriyorlar. İstanbul’da yapılan bu galalarda, sanat, sosyete ve iş dünyasının ünlüleri boy gösteriyor. Televole tipi programlar ve gazetelerin magazin sayfaları da bunlara geniş yer veriyor.
Bu galaların bir de Ankara ayağı oluyor. Ya da "oluyordu" demek daha doğru. Filmin yapımcı, yönetmen ve başrol oyuncuları katılır, kabinenin en az iki üç bakanı, üst düzey bürokratlar ve milletvekilleri de, çoğunlukla eşleriyle birlikte yerlerini alırlardı. Hatta, Kurtlar Vadisi’nin galasına, Emine Erdoğan, kızlarıyla birlikte gelmişti. Bunlar en az İstanbul’daki galalar kadar ses getirir, haber değeri olarak magazin programları ve sayfalarının dışına da taşarlardı.
Ancak, son olarak da Hokkabaz, Ankara’yı gala yapmaya değer bulmadı.
Oysa Cem Yılmaz’ın Gora’sı için yapılan Ankara galasına, başta Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener olmak üzere, üst düzey politikacılar büyük ilgi göstermiş, televizyon kanalları canlı yayın bile yapmıştı.
Şüphesiz sanatçı politikacı yakınlaşmasının en güzel örnekleri film galalarında yaşanıyor. Ancak, gala için Ankara es geçilmeye başlanınca da insanın aklına "Yoksa sinema sektörü siyasetçilerden umudu kesti mi?" sorusu geliyor.