Fikret Ercan

Büyük takım olmak

2 Temmuz 2012
SON Avrupa ve Dünya Kupası şampiyonu İspanya, Euro 2012 Kupası’nı da kimseye bırakmadı. Çoğu kimse gibi ben de turnuvanın en iyi çıkışını yapan İtalya’nın, bu kupayı alacağını bekliyordum. Fakat, yine İspanyolların izin verdiği ölçüde İtalya futbolunu oynayabildi.

Turnuva boyunca İspanya, çok tatmin edici bir futbol sergileyememişti ama “Beni finalde görün” demek istiyormuş.  Belki de sürekli ayağa oynayarak, İtalya’ya pas manyağı yaptılar. Sahadaki futbola baktığınıda İspanya ile İtalya arasında birkaç gömlek fark vardı. İtalya, sanki Almanya galibiyetinden sonra “Ben yapacağımı yaptım. Kupanın en favori takımı Almanya’yı eledim. Daha benden ne istiyorsunzu” der gibiydi. Almanya maçından sonra, kendilerinde görülen özgüvenin bedelini ödediler.

Her maçın başka bir havası var. Özellikle böyle turnuvalarda, büyük tecrübe gerekiyor. Bu da İspanya’nın en iyi bildiği iş.

İkinci yarıda İtalyanların bir şeyler yapmasını beklerken, teknik direktör Prandelli büyük bir skandala imza attı. Yaptığı erken değişikliklerle, sakatlanan Motta’nın yerine oyuncu sokamayınca; ikinci yarının büyük bir kısmını 10 kişi oynamak zorunda kaldı. Bu da finali, tatsız tuzsuz bir hale getirdi. İspanyollar, antrenman havasındaydılar. “Bitse de gitsek” havasında futbol oynadı. Belki de, son yılların en kötü finaline tanık olduk. İspanya’nın da en rahat finaliydi. Büyük takım olmak, her şeyiyle farklı olmayı gerektiriyor. İtalyanların, İspanyollardan öğreneceği çok şey var.  Euro 2012 finali, tatsız tuzsuz bir maç olarak hafızalarda kalacak.

Yaşasın sponsorlar

Maçtan bir gün önce Kiev caddelerinde göremediğimiz İtalyan ve İspanyol taraftarları, bugün tek tük de olsa gördük. Ama bunlar sponsorlar tarafından Kiev’e davet edilen konuklardı. Biz de Coca-Cola’nın sponsorluğunda 15-20 kişilik Türk gazeteciler olarak Kiev’e gelmiştik. Ama öğrendik ki, Coca-Cola’nın tüm dünyadan davet ettiği konuk sayısı 1500’ü buluyordu.

Önceki geceden itibaren, plaj partisi ve kapalı salonda yapılan etkinliklerle birlikte Kiev’e renk getirdiler. Bunun gibi 4-5 büyük sponsor ayrı ayrı yerlerde birçok etkinlik yaptı. Hatta, önceki gece Kiev’li ünlü milyarder Viktor Pinchuk, Elton John ve Queens’e sponsor olup, 300 bin kişilik halka bedava bir konser verdirttiler. Böyle bir şampiyonanın, sponsorlarla ayakta durduğunu gösteriyor. Coca-Cola’dan bir yetkili, “Sponsor olmakla kalmıyoruz. Sponsorluğa verdiğimiz bedelin üç katını bu türlü etkinliklere harcıyoruz. Ancak böyle geri dönüş alabiliyoruz” dedi.

600 Euro’luk bilet:  İspanya ile İtalya arasında oynanan karşılaşmanın biletleri cep yakan cinstendi. Avrupa’nın en büyüğünün belli olduğu maç için satılan biletler, 600 Euro’ya alıcı buldu.

Yazının Devamını Oku

Yanlış yere mi geldik

1 Temmuz 2012
EURO 2012 finalinin oynanacağı Kiev’deyiz. Bir gün önceki manzaraya baktığınızda hiç de öyle görünmüyor.

İnsan yanlış şehre mi geldik duygusuna kapılıyor. Yaklaşık 20 yıldır tüm Avrupa ve Dünya Kupaları finallerini izliyorum, Bu kadar heyecansız ve enerjisiz bir ortam görmedim. Ortada İspanyol ve İtalyan taraftar görmek mümkün değil. Acaba yaşadıkları ekonomik kriz mi onları etkiledi. Meydanlarda tek tük Alman taraftar var. Onlar da final garanti, diye gelip hayal kırıklığı yaşayanlar. 
Hazır gelmişken dönmeyelim finali izleyelim, diye düşünenler. Ama burada, Almanların kupayı alacağı üzerine kurgulanmış sanki her şey. Almanlarla birlikte Kiev’deki meydanlar da hayal kırıklığı yaşıyor gibi ve bu her yerde görülüyor. Belki bugün meydanlar hareketlenir diye bekliyoruz.

Angela Merkel senaryosu

ALMANYA ile Ukrayna arasında Timoşenko nedeniyle soğuk savaş yaşanıyor. Şimdiki yönetim Ukrayna eski Başbakanı Yulia Timoşenko’yu Rusya ile imzaladığı dogalgaz anlaşmasında yolsuzluk yaptığı iddiasıyla 7 yıl hapse mahkum ettirdi. Avrupa’nın liderliğine soyunan Merkel de Timoşenko’ya usulsüz yargılama yapıldığı ve cazaevinde kötü davranıldığı gerekçesiyle Ukrayna yönetimine savaş açtı. Timoşenko yanlıları Almanların sampiyon olmasını şu nedenle istiyormuş: Final maçına Merkel mutlaka gelir, şampiyonluk kupasıyla birlikte Timoşenko’yu da alır gider. Almanların elenmesinin perde arkasında göremediğimiz politik sonuçları var. Ukrayna’da muhalefet de hayal kırıklığı yaşıyor..

Rüzgar İtalya’dan yana esiyor

2008’da Avrupa, 2010’da Dünya şampiyonu olan İspanyollar bu kupayı da alıp tarih yazmak istiyor. Ama İtalya da hiç yabana atılacak bir ekip değil. Hatta bu kupanın en flaş ekibi olarak onlar gösteriliyor. İspanyolların final yolunda oynadığı futbolun hiç de tatmin edici olmadığı, Italyanlarin ise favori Almanya’yı net bir şekilde eleyerek kupayı hak ettiği konuşuluyor. Yine futbol bu belli olmaz. Finalin son düdüğü çalmadan kupanın sahibi belli olmaz.

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye ile yeniden anlaşacağız

26 Eylül 2011
Ecclestone, “Formula 1 İstanbul’a dönecek mi?” sorumuza umut dolu bir cevap verdi.

“Yeni Spor Bakanınızı beğeniyorum. Siyasi otorite ile anlaşacağımızı umuyorum. Türkiye ve İstanbul’u kaybetmek istemiyoruz.”

FORMULA 1’in patronu Bernie Ecclestone ile yaşanan maddi anlaşmazlıklar sonrası takvimden çıkarılan Türkiye Grand Prix’sini ne biz unutabildik, ne de Formula 1 camiası. Vodafone McLaren pilotu Lewis Hamilton’ın, “Umarım sorunlar çözülür ve tekrar İstanbul’a gideriz” dediğini önceki gün duyurduk. Dün de Ecclestone ile temas kurma imkanı bulduk. 81 yaşındaki kurt patron, “Yeni Spor Bakanınızı beğeniyorum. Siyasi otorite ile anlaşacağımızı umuyorum. Türkiye bizim için önemli. İstanbul’u kaybetmek istemiyoruz” deyip, tekrar gelme ihtimallerinin çok yüksek olduğunu söyledi.

Formula 1’den vazgeçmek bu kadar kolay mı

VODAFONE, Türk konukları için McLaren’in genel müdürü Jonathan Neale ile bir tanışma toplantısı düzenledi. Tabii bizim aklımızdaki soru İstanbul’un durumu idi. Yeni Gençlik ve Spor Bakanımız Suat Kılıç, “Bizim havaya savuracak paramız yok; 13 milyon dolar yerine 26 milyon dolar istiyorlar. Biz de o pisti başka amaçlar için kullanırız” diye kestirip atmıştı. Oysa ki bu dev organizasyonu kapmak için bazı insanlar çok büyük emekler vermiş, parasal olarak da büyük yatırım yapılmıştı. Yarış günlerinde İstanbul’a gelen CEO’ların ve özel uçakların sayısına bakınca Formula 1’den vazgeçmek bu kadar kolay olmasa gerek.
İki gün için bile olsa  dünyanın dev şirketlerinin İstanbul’a temas etmesi Türkiye’nin vizyonuna büyük katkı sağlıyordu.

İstanbul yarışları için lobiler devrede

İSTANBUL’un geleceği için McLaren Genel Müdürü Neale şunları söyledi: “Başta Vodafone olmak üzere bizim, Mercedes ve Pirelli gibi iş ortaklarımız var. Bunların her birinin Türkiye’de ciddi yatırımları bulunuyor. Diğer yarış ekiplerinin de Türkiye’de iş ortakları var. Biz kesinlikle İstanbul’u kaybetmek istemiyoruz. Bunun için de Formula yönetimi ve şirketler arasında lobi çalışmaları yapıldığını biliyorum. Biz elimizden geleni yapıyoruz. Tabii Türkiye tarafında siyasi otoritenin tavrı da çok önemli. İstanbul’u şimdiden özlediğimi söyleyebilirim.”

Üç günde 100 milyon dolar

Yazının Devamını Oku

Karaborsası olmayan bilet

12 Temmuz 2010
DÜNYA Kupası’nın süper finalini 84 bin şanslı insanla birlikte izledik. 1. sınıf bilet fiyatları 900 dolar. Biletler hiçbir yerde satılmıyor tabi.

3-4 sene önceden sponsorlar tarafından kapatılmış. Onun için karaborsası bile yok. Değeri üzerindeki fiyatın kat be kat üstünde. Kullanılmış biletlerin bile e-bay’de bir diğeri var.

Göğsümüzü kabartan genç

UMUT Özaydınlı, Türkiye’de rock’n coke’un yaratıcısı ve birçok organizasyona imza atan genç bir yetenek. Daha sonra Coca Cola merkezinin ilgisini çekiyor ve Atlanta’ya gidiyor. K’naan’ı 2 yıllık bir arama sonucu buluyor ve Coca Cola’nın kampanyasına hazırlıyor. Umut Özaydınlı, şimdi kendi şirketini kurmuş. Coca Cola’nın yanısıra, isteyen her şirkete organizasyon hizmeti veriyor. Gerçekten gurur verici.

Türk keşfi K’naan

ÖNCEKİ akşam Sun City’de Coca Cola’nın Başkanı Muhtar Kent, dünyanın her yanından gelen medya yöneticileri ve işadamlarına bir sürpriz yaptı. Dünya Kupası’na damgasını vuran “Wavin flag” (Bayrağını dalgalandır) şarkısını söyleyen ve yazan Somalili şarkıcı K’naan, bin kişilik bir topluluğa konser verdi. Şarkısı şu anda 19 ülkede liste başı. Güney Afrika’da da herkesin dilinde. Ama sahnede söylediği şey Türk grubunu gururlandırdı. “Beni Umut keşfetti, her şeyi ona borçluyum” dedi.

Vuvuzeladan sambaya

2010 Dünya Kupasi, futbolu kadar vuvuzelasıyla da hatırlanacak. 

Yazının Devamını Oku

Hollanda-G.Saray finali!

11 Temmuz 2010
2002 Tokyo, 2006 Berlin ve 2010 Johannesburg... Üçüncü kez Dünya Kupası finalini çıplak gözle statta izleyecek şanslı insanlardan biriyim...

Son dört Avrupa Şampiyonası’nı saymıyorum... Coca-Cola Türkiye’nin davetlisi olarak bir grup medya mensubu ve işadamıyla birlikte Güney Afrika’ya geldik. Grubumuzda hep finallerde buluştuğumuz Selahattin Duman, Mehmet Ali Birand da var..
* * *
Mehmet Ali Birand bilindiği gibi fanatik bir G.Saraylıdır ama futboldan fazla anlamaz. Üstüne sarı-kırmızı-siyah bir mont giymiş. Johannesburg’a indiğimizde aynı renkleri taşıyan İspanyol taraftarlar Mehmet Ali Birand’ı görünce kendilerinden biri diye sempati gösterdiler. İşin kötüsü Birand da onları Galatasaraylı sanıyor. Belki de finalde Hollanda ile G.Saray’ın oynayacağını sanıyor da olabilir.
Selahattin Duman da tam tersine iddiasız ve futboldan anlamaz görünüyor. “Ben takım tutmam. Sabah kalkarım Fenerliyim, öğlen Beşiktaşlı, akşam da G.Saraylı olurum” diye başlıyor sohbete... Futbola ilgisizmiş gibi davranıyor. Aslında bütün bunlar “keriz silkeleme hazırlıkları”. Kendine müşteri toplamaya çalışıyor. Portekiz’deki Avrupa Şampiyonası’nda tüm ekibin oynadığı “şampiyon loto”yu tek başına bildi, iyi para kazanıp seyahati bedavaya getirdi. Kimse bilmiyor ama ben bu tuzağa düşmeyeceğim.

Şaka bir yana Dünya Kupası’nın resmi sponsoru olan Coca-Cola yine dev bir organizasyona imza atmış. Her yerde izlerini görüyorsunuz. Dünyanın her ülkesinden getirdiği misafirleri için, Güney Afrika’nın küçük Las Vegas’ı olan Sun City’nin en büyük otelini kapatmış. Biz burada tüm dünya ülkelerinden gelen üst düzey medya yöneticileri ve işadamları arasında kendimizi daha ayrıcalıklı hissediyoruz. Çünkü evsahipleri bizden. Dünya devi Coca-Cola sanki bir Türk aile şirketi gibi... Bir tarafa bakıyorsunuz şirketin zirvesindeki Muhtar Kent, diğer tarafa bakıyorsunuz 90 ülkeyi yöneten Ahmet Bozer. Gerçekten gurur verici...
* * *
Yola çıkmadan önce Güney Afrika’ya daha önce gelenler, “Aman paranıza ve kendinize dikkat edin” diye uyarılarda bulundu. Johannesburg’dan Sun City’ye gelinceye kadar, Güney Afrika’daki hırsızlıkların, soygunların ve cinayetlerin nedenini anladım. İnsanlar çoğunlukla 5-10 metrekare genişliğindeki teneke evlerde yaşıyor. Yeşillik yok, hiçbir fabrikaya rastlamıyorsunuz. Bu insanlar ne yer ne içer. Şanslı olanlar kömür madenlerinde ve elmas ocaklarında çalışıyor. Bir kısmı bunların ticaretini yaparak kaymağını yiyor bir kısmı da hâlâ Afrika kölesi. Yol kenarında bir kilo portakalı 5 kişi satıyor. Özel çiftlik ve sitelerin etrafı elektrikli tellerle çevrili... Kendilerine sahte cennetler yaratmışlar ama dışarısı bir yoksulluk cehennemi... Bizim Güneydoğu’nun en geri kalmış yöresi bile o bölgelerin yanında Paris kalır.

Yazının Devamını Oku

Kurt, tilki, tavşanlar

19 Nisan 2010
Biz bu maçın Alman kurdu Daum ile Türk tilkisi Denizli arasında müthiş bir taktik savaşına dönüşeceğini beklerken, sonucu sahadaki tavşan gibi oynayan futbolcuların belirlediğini gördük. Beşiktaş her zamanki gibi anlamsız ve basit bir golü daha maçın başında kalesinde görünce, ilk yarı tatsız ve tuzsuz bir şekilde sona erdi. İkinci yarıda Fenerbahçe sanki kendi sahasında değil de deplasmanda oynayan küçük bir taşra takımı gibi geriye yaslanınca ve panikleyince, Beşiktaş canlanır gibi oldu. Gol aramaya başladı. Sonuçta da fırsatı yakaladı. Ama atılamayan penaltı hem Beşiktaş’ı oyundan düşürdü hem de Fenerbahçe’yi kurtardı.
Bobo o penaltıyı atamazsan, Mustafa hoca ne yapsın? Ayağınıza gelen fırsatları böyle teperseniz şampiyonluk da hayal olur, gider.
Derbide daha sonraki dakikalar tam Erman Hocalık bir hale geldi. Artık biz susalım Erman Hoca konuşsun.

Deniz otobüsünden, tribünlere

ŞÜKRÜ Saracoğlu’ndaki derbiye gitmek için en kolay yol olarak Bakırköy-Kadıköy deniz otobüsü seyahatini tercih ettim. Yolcuların yüzde 70’i Fenerbahçe forması giymiş, maça giden taraftarlardı. Deniz otobüsü hareket edince 6-7 kişilik fanatik bir grup hemen tezahürata başladı. Daha sonra tezahüratlarına küfürler de eklenince Fenerbahçeli bir taraftar dayanamayıp ayağa kalktı ve “Ayıptır kardeşim. Ben de Fenerbahçeliyim. İnsanların annelerine niye küfür ediyorsunuz?” dedi. Bundan cesaret alan diğer yolcular da “Artık yeter. Terbiyebizlik yapmayın” diye tepki gösterince azgın grup susmak zorunda kaldı.
İşte, küçük bir teknedeki mahalle baskısı. Bu baskı bütün takımların tribünlerinde de hakim olursa futbol adına her şey daha güzel olur. En azından o günleri görürsek o güzelim Fenerbahçe Stadı’na, Beşiktaş için astıkları “Hoşt geldiniz” pankartını ve İbrahim Toraman’ın annesine edilen küfürleri duymamış oluruz.
Futbol için güzel günlere...
Yazının Devamını Oku

Bravo size

26 Kasım 2009
MANCHESTER’a iner inmez otele gitmeden önce küçük bir şehir turu yaptık. Otobüs ilk molasını ısrarlarımız üzerine Old Trafford Stadı’nda verdi. Biz hemen Megastore’a girdik. Maç anısına yapılan Manchester United-Beşiktaş kaşkollarından birer tane aldık. Bu arada Beşiktaş fanatiği olan Erdoğan Aktaş ile birlikte kendimize göre maçtan bir gün önce de uğur yapmayı ihmal etmedik (Ne kadar işe yaradığını maç bitince gördük). Bu arada Manchester United Megastore’un tam 34 kasayla hizmet verdiğini de belirtmeliyim...
Savaşta bombalandı
Old Trafford Stadı 100 yılı geride bırakmış. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlar tarafından bombalanmış ve yerle bir olmuş. Manchester United yaklaşık 7-8 sene en büyük rakibi olan aynı kentin takımı Manchester City’nin stadını kullanmış. Yıllar içinde sürekli yenilen Old Trafford bugünkü modern haline gelmiş...
Skoru umarsamıyorlar
Fenerbahçe galibiyeti Beşiktaş’a inanılmaz bir güven aşılamış. Basın toplantısına katıldığımız Mustafa Denizli, antrenmanda izlediğimiz oyuncular ve akşam yemekten sonra buluştuduğumuz Yıldırım Demirören ile yöneticilerde hiçbir gerginlik yok. Sanki Türkiye’de bir deplasmana gelmiş gibilerdi. Yenilseler dahi, bu güven sarsılmayacak gibiydi. Yani maçın sonucunu umursamıyorlardı...
Beşiktaş’a kırgınım
Maçtan bir gece önce yemeğimizi Manchester United’ın efsane hocası Sir Alex Ferguson’un da devamlı müşterisi olduğu Carlos isimli İtalyan lokantasında yedik. Herkes midesini son kapasitesine kadar zorladı. Grubun içinde en mutluları da Oray Eğin ve Uğur Cebeci’ydi. Bu arada bize hizmet eden Fenerbahçeli Türk garson, “Biletim var ama Beşiktaş’a kırgın olduğum için maça gitmeyeceğim” dedi.
Denizli tuzağa düşmedi
Aslında Sör Ferguson kendi oyununa kurban gitti. Çünkü genç yeteneklerle Beşiktaş’ı vurmak istiyordu ve genç oyuncuları yeterli görüyordu. Ama Mustafa Denizli bu tuzağa düşmeyeceğinin sinyallerini basın toplantısında verdi.
“İngilizler yedeklerle çıkıyor, bu Ferguson’un Beşiktaş’a güzelliği mi?” sorusuna karşılık Denizli, “İngilizler hiçbir maçı kaybetmeyi göze almaz ve kaybetmeyi sindirmezler. Oynatacakları her futbolcu yetenekli ve geleceğin yıldızları. O açıdan işimizi normalden de ciddi tutmamız gerekiyor” diyerek bu tuzağa düşmeyeceğini gösteriyordu.
Tarih yazmak ne güzel
Statta tam 76 bin 222 bin seyirci vardı. Bunun bin 500’e yakını Türk’tü. Otobüslerle bütün İngiltere’den gelen Türkler’in yanı sıra Avrupa’dan gelenler de vardı. Old Trafford’u adeta İnönü’ye çevirdiler. Golden sonra suskun kalan İngilizler’e, “Burası İnönü, buradan çıkış yok” diye bağırmaları gerçekten görülmeye değerdi. Futbolcuların üzerinde de zaman zaman olumlu bir etki yapıyordu bu tezahüratlar. Beşiktaş hem bir avuç seyircisiyle, hem futbolcusuyla İngiltere’de yeni bir tarih daha yazdı. Bu tarihe tanık olmak da çok güzel bir şey. Bravo Mustafa Denizli, bravo çocuklar.
Yazının Devamını Oku

Kupa Amerika'nın

22 Mayıs 2008
BİR Şampiyonlar Ligi galası, yine penaltılarla sonuçlandı. Zafer, daha önce bu kupayı iki kere kazanan Manchester United’ın oldu. Yer: Moskova Luzhniki Stadyumu...

İngiliz Premier Ligi’nin iki dev takımı, Avrupa Şampiyonlar Ligi finali için burada kapıştı.

Amaç, Avrupa’nın en büyük kupasını kaldırmaktı.

Ama bu kupanın altında çok başka gerçekler yatıyordu.

Chelsea takımının sahibi, Rus sermayesinin temsilcisi Roman Abramovich, Manchester United’ın sahibi ise Amerikalı milyarder Malcolm Glazer. Yani, iki dev ülke artık nükleer başlıklı füzelerle değil, bir futbol topuyla karşı karşıya geliyordu.

Soğuk Savaş’ın ardından artık kozlar yeşil sahalarda paylaşılıyordu.

Yani futbol artık böyle global bir oyun (Bu arada Antalyaspor’u almak isteyen Azeri işadamına, ’takımımızı sattırmayız’ diyen Antalyalıların kulakları çınlasın). Ve Abramovich, 120 dakika sonunda ülkesinin başkentinde takımının Şampiyonlar Ligi kupasını, vuruşlarına bakamadığı penaltılarla Manchester United’a kaptırışını yaşadı.

* * *

İki takım sahaya çıktıklarında Chelsea’de 4, Manchester United’da da 6 İngiliz futbolcu oynuyordu.

Diğer oyuncuların tümü yabancıydı.

İki İngiliz takımı da hem değer olarak hem futbolun kalitesi olarak dünyanın en üst seviyesinde.

Ama ne gariptir ki, İngiliz Milli Takımı, önümüzdeki ay başlayacak 2008 Avrupa Şampiyonası’na katılma hakkını elde edemedi.

Bu da futbolun geldiği başka bir noktayı açıklıyordu.

Burada tanıştığım bir Portekizli, "Manchester’ın kazanmasını istiyorum. Çünkü, 7 Haziran’da Türkiye ile milli maçımız var.

Ronaldo’nun yüksek moralle gitmesini istiyorum" diyordu. Ama Ronaldo, finalde penaltı kaçırdı.

İnşallah bu da Avrupa Şampiyonası için bize olumlu yansır.

* * *

Moskova’daki organizasyon, İstanbul’da 2005’te gerçekleştirilen Şampiyonlar Ligi finalinin bir kopyası gibiydi.

Bu kadar övgüye rağmen İstanbul’un önüne geçtiğini zannetmiyorum.

Bazı konularda kendimize haksızlık ettiğimizi düşünüyorum.

Biz bunların çok çok daha iyisini yapabiliriz.

İnşallah, bir gün Avrupa Şampiyonası ya da Dünya Kupası organize ederiz.
Yazının Devamını Oku