Biz bu maçın Alman kurdu Daum ile Türk tilkisi Denizli arasında müthiş bir taktik savaşına dönüşeceğini beklerken, sonucu sahadaki tavşan gibi oynayan futbolcuların belirlediğini gördük.
Beşiktaş her zamanki gibi anlamsız ve basit bir golü daha maçın başında kalesinde görünce, ilk yarı tatsız ve tuzsuz bir şekilde sona erdi. İkinci yarıda Fenerbahçe sanki kendi sahasında değil de deplasmanda oynayan küçük bir taşra takımı gibi geriye yaslanınca ve panikleyince, Beşiktaş canlanır gibi oldu. Gol aramaya başladı. Sonuçta da fırsatı yakaladı. Ama atılamayan penaltı hem Beşiktaş’ı oyundan düşürdü hem de Fenerbahçe’yi kurtardı. Bobo o penaltıyı atamazsan, Mustafa hoca ne yapsın? Ayağınıza gelen fırsatları böyle teperseniz şampiyonluk da hayal olur, gider. Derbide daha sonraki dakikalar tam Erman Hocalık bir hale geldi. Artık biz susalım Erman Hoca konuşsun.
Deniz otobüsünden, tribünlere
ŞÜKRÜ Saracoğlu’ndaki derbiye gitmek için en kolay yol olarak Bakırköy-Kadıköy deniz otobüsü seyahatini tercih ettim. Yolcuların yüzde 70’i Fenerbahçe forması giymiş, maça giden taraftarlardı. Deniz otobüsü hareket edince 6-7 kişilik fanatik bir grup hemen tezahürata başladı. Daha sonra tezahüratlarına küfürler de eklenince Fenerbahçeli bir taraftar dayanamayıp ayağa kalktı ve “Ayıptır kardeşim. Ben de Fenerbahçeliyim. İnsanların annelerine niye küfür ediyorsunuz?” dedi. Bundan cesaret alan diğer yolcular da “Artık yeter. Terbiyebizlik yapmayın” diye tepki gösterince azgın grup susmak zorunda kaldı. İşte, küçük bir teknedeki mahalle baskısı. Bu baskı bütün takımların tribünlerinde de hakim olursa futbol adına her şey daha güzel olur. En azından o günleri görürsek o güzelim Fenerbahçe Stadı’na, Beşiktaş için astıkları “Hoşt geldiniz” pankartını ve İbrahim Toraman’ın annesine edilen küfürleri duymamış oluruz. Futbol için güzel günlere...