9-5 çalışmak durumunda değilse insan, bayram tatillerinde evden çıkmamalı ve şehrin tadını çıkarmalı diye düşünüyorum. Sabahın erken saatlerinde mutfağa girildi ve harıl harıl yemek pişirildi. Akşam yemeğine arkadaşlar gelecek. Benim için bayram tam da bu demek
Son zamanlarda telefonla arayan arkadaşlarım neredeyse “alo” demeden “buralarda mısın” diye sormaya başladı. Ben de ufukta yolculuğun y’si gözükmese bile, “şimdilik buralardayım” türünden muğlak bir cevap verir oldum. Hoşuma gitti anlaşılan adımın gezgine çıkması. Bu kez, Bayram öncesi hem de böylesine uzun bir tatil öncesi soranlara hiçbir yere gitmeyeceğimi, İstanbul’un keyfini süreceğimi söylediğimde önce bir duraksayıp sonra “haklısın” dediler. Gerçekten de eğer 9-5 çalışmak durumunda değilse insan, bayram tatillerinde evinden çıkmamalı ve şehrin tadını çıkarmalı diye düşünüyorum. Gidiş ayrı dert, geliş ayrı bilindiği üzere. Arife günü trafik o kadar betermiş ki doktora gitmek için taksi çağırdığımda durak, aman abla diye uyardı: “Sen sen ol bugün hiçbir yere gitme, her yer kilit. Giden araba geri gelmiyor!” Ama diye mırın kırın edecek, randevum var diyecek oldum yılların tanıdık sesi, “ilk geleni yollarım yollamasına ama demedi deme. Doktora giderken yolda telef olma ihtimali var” dedi. Mani gibi. Gülme tuttu, haklısın dedim, randevuyu iptal ettim. Bugün bayramın üçüncü günü... Şimdi kara kara pazar akşamı dönecek yakınlarımı düşünüyorum: Feride yapamadığı yaz tatilini telafi için Maldivler’e gitti. Çocuklar Kamboçya’da. Nilo ile Plot Kenya’da. Serfi New York’ta. Selmin oğluyla Paris Disneyland’a. Aydın Las Vegas’ta. Sumru’lar Amsterdam’dalar. Roma’ya, Londra’ya, Helsinki’ye ve pastırma yazının tadını çıkarmak umuduyla yazlıklarına giden onlarca tanıdığım var. Eh, hepsi de ama bir gün önce ama bir gün sonra dönecek. İnsanın aklına ister istemez, yıllardır televizyonların ana bültenlerinde, gazetelerin manşetlerinde ilk sıraya kurulan bayram dönüşü haberleri geliyor. Gelince de dil ısırılıyor, popo kaşınıyor, parmak bükülüp tahtalara vuruluyor. Bu yıl umarım böyle olmaz diyorum ama aynı çilenin çekileceğini adım gibi biliyorum. İstanbul sadece boşalmakla kalmadı, benim gibi bırakıp gitmeyenlere bir de harika bir bayram hediyesi sundu bu yıl. Mis gibi bir hava! Böyle havalarda hazır şehir de tenhalaşmışken evde oturmak delilik olacağından, bir avuç arkadaşımla sokaklara vurduk kendimizi.
ON MASA DEMEK YOK MASA DEMEK
Bayramın ilk günü, Boğaz’da uzun bir yürüyüş ve Baltalimanı’ndaki Angel Blue’da uzun bir öğle yemeği... Buraya bir kez gelmiştim ilk açıldığında. Yazdı, akşamdı, kalabalıktı. Aklımda kalan bu kadar. Bu kez bizim dışımızda on masa var... Burası öylesine büyük bir mekan ki, on masa demek yok masa demek gibi bir şey. Ben aslında aynı anda beş yüz kişiye servis yapan böyle büyük lokantalardan pek haz etmem. Dolu olduklarında servis aksar, yemeklerin tadı tuzu kaçar diye düşünürüm. Boş halleri de hoşuma gitmez. Gözüme boyunu bükük görünürler. Deniz kenarına kurulduk ve balık yemektense başka yerlerde yiyemeyeceğimizi düşündüğümüz mezeleri denemeye karar verdik. Beğendili fener balığı şiş ve balık çökertme gibi 55 çeşit meze sunuyorlar çünkü. Biz dört adet tattıktan sonra pes ettik ve ne yalan hepsini de çok beğendik. Otobüslerle gelen turistlere yönelikmiş gibi duran bu devasa lokantaya gitmediyseniz eğer, mezelerinden tatmakta fayda var. İkinci gün bir arkadaşım Eyüp Sultan’ı bugüne kadar görmediğini söylediği için gitmeye karar verdik. Geçen yıl da aynı hatayı yapmış, Sarp ile Hamdi’de kebap yedikten sonra tam da namaz vakti gitmiş, yollara taşıp namaz kılan insanları rahatsız etmemek için arkalardan dolaşmış, camiye giremeyeceğimizi tez zamanda anlayıp Fener Patrikhanesi’ni ziyaret etmeye karar vermiş, daracık sokaklarda park etmek için yer ararken Çarşamba’ya kadar uzanmış ve kendimizi zar zor Fatih’e atmıştık. Gene Bayram ve gene Eyüp Sultan tıklım tıklım. Oysa benim burasıyla ilgili anılarım taa çocukluğuma gider. Eyüp Sultan denince gözümün önüne karla kaplı sokaklar, selvi ağaçları, cami avlusunda sessizce dua eden yaşlı amcalar ve sessiz sakin uhrevi bir yer gelir. Arkada hep yanık bir ezan sesi vardır. O zamanlar gözüme kocaman görünen avlu içimde koşuşturma isteği uyandırır ama yapamam. Daracık sokaklarda dolaşan sokak köpeklerini okşamak isterim ama onu da yapamam. Eriyen karlar lekelemesin diye ayakkabılarımın üzerine giydiğim lastik manşonlar kayar, düşerim, düştüğüme sevinirim. Kalkar gene düşerim, beni oraya götüren büyükannem öyle bir bakış atar ki hızla kalkar günün eğlenceli bölümünün başladığını bilir koşa koşa arabaya giderim.
EYÜP SULTAN ÜSTÜ MUTLAKA KAPALIÇARŞI
Niye bilmem Eyüp Sultan’dan sonra hep Kapalıçarşı’ya giderdik. Açık olduğuna göre Bayram günlerinde değilmiş Eyüp seferlerimiz. O zamanlar da belki bayramlarda kalabalık olurdu Eyüp Sultan kimbilir. Bildiğim, bayram günleri Eyüp’e gitmek akıl karı değil. Üçüncü gün yani bugün... Sabahın erken saatlerinde mutfağa girildi ve tatilinin kalan günlerini benimle geçirmek için Balık Pazarı’nı yüklenip gelen Situş’la birlikte harıl harıl yemek pişirildi. Öğlen yemeğine, akşam yemeğine arkadaşlar gelecek. Burada kalanlar, gitmeyenler... Aslına bakılacak olursa benim için bayram tam da bu demek.