Bizdeki Bodrum-Çeşme çekişmesi gibi, İspanya’da da bitmeyen bir Madrid-Barselona yarışması var. Ahalisi Barselona’ya ‘Akdeniz’in başkenti’ diyor. Haksız da sayılmazlar
Bir haftadan beri gözüme geçen yıllara oranla çok daha tenha gözüken Bodrum’dayım. Nedeni birkaç yıldır aralarında gizli bir çekişme olduğu söylenen Çeşme-Bodrum yarışının Çeşme lehine sonuçlanması mı, sınavların peş peşe gelmesi mi, yoksa artık yavaş yavaş bittiği söylenen ekonomik kriz mi, bilmiyorum. Henüz vakit bulup da Bodrum’a inemedim, gözlemlerim Ak-tur plajlarıyla sınırlı ama bu kadarı bile ortalığın fazlasıyla sessiz olduğunu anlamak için yeterli. Bir de esnafı kara kara düşündürten Ramazan’ın Ağustos ortasına denk gelmesi var ki, ortalıktan el ayak çekildiğinde Bodrum sezonunun kısa süreceğini kestirmek için müneccim olmaya gerek yok.
Bodrum yazılarını gelecek haftalara erteleyip, yıllardır süren başka bir çekişmenin taraflarından birinden söz etmek istiyorum. Haziran ayında bir hafta geçirdiğim Barselona’dan...
BARSELONA MI MADRİD Mİ
Biliyorsunuz, Barselona ve Madrid çekişme dillere destandır. İkisi de kendini İspanya’nın en alımlı şehri ilan eder. En havalı, en güzel, en yaşanılası... Madrid’de başkentliğin getirdiği gurur, Barselona’da denizle iç içe olmanın getirdiği huzur vardır. Madrid kendini İspanya’nın merkezi kabul eder. Barselona zaten kendini İspanya’dan ayrı tutar, Katalanım der. Barselonalılar’a göre tarihleri İspanyol tarihinden eskidir. Dilleri İspanyolca değil Güney Fransa’da da konuşulan Provence dilinin de atası Katalanca’dır. Mutfakları yarımadanın geri kalanından farklıdır. Dünyaya İspanyollar gibi bakmadıklarını söyler, şehirlerinin biricik olduğunu iddia ederler. Ve de Barselona’yı dünyanın en yaşanılası şehri ilan ederler. Bu ilanın gerisinde ‘Conde Nast Traveller’ ekibinin birkaç yıl önce yayınladığı ‘dünyanın en yaşanılası yirmi şehri’ listesinde Barselona’nın ilk sırayı alması yatar. Her ne kadar, havalı mı havalı Monocle dergisi ve yöneticisi Tyler Brule şehirlerini Madrid’in de arkasına atan ve ilk sıraları Tokyo-Zürih-Stokholm arasında paylaştıran yeni bir liste yayınlamış olsa da kendilerini Akdeniz’in çocukları olarak gören hiçbir Barselonalı bu yeni listeyi ciddiye almaz. Çünkü Tokyo gibi bir şehrin dünyanın en yaşanılası şehri olmasına hiçbir Akdeniz’linin aklı yatmaz.
YAŞANILASI BİR ŞEHİR
Barselonalılar için şehirlerinin biricik olduğu gerçeği belli ki hiç değişmeyecek. İyi de Barselona’ya giden yabancılar için de durum böyle mi? Şehre adım atmamla kendimi kıyas kraliçesi olarak bulmam bir oluyor. Önce herkes gibi Madrid’le Barselona’yı karşılaştırıyorum. Ardından Buenos Aires’ten Montevideoya’ya kadar, aynı havayı soluyormuşum hissi veren, bütün Latin şehirleri sıraya giriyor birer birer. Sonra biraz da madem ki dünyanın en yaşanılası şehri, o zaman burayı bildiğin bütün şehirlerle kıyaslamalısın düşüncesinden hareketle listemi genişletiyorum. İstanbul elbette baş köşeye kuruluyor ama Roma’dan Londra’ya bildiğim diğer şehirlerin de eklenmesiyle listem kabardıkça kabarıyor. Üçüncü günün sonunda kıyas yapmaktan şehrin tadını çıkaramadığımı fark ediyor ve bu saplantıma bir son veriyorum. Yedinci günde kararım karar: Dünyada bir değil, yaşanılası en az onlarca şehir var ve birinciliğin kime verileceği bir şehirden ne beklediğine bakar. Barselona ister birinci olsun ister sonuncu benim için gerçekten yaşanılası bir şehir. Bunu söylerken de şehrin ikliminden kültürel zenginliğine, rahatlığından ucuzluğuna yüzlerce etmeni düşünüyorum. Her ne kadar küresel ısınma denen illetten payına düşeni alsa da, iklimi bildiğiniz Akdeniz iklimi. Yazlar kuru ve sıcak, kışlar ılık ve yağışlı. Şehrin ortasındaki marinayla sağa sola serpiştirilmiş plajlar ve ahalinin havalar müsait olur olmaz kendini ya limanda bekleyen teknelerine ya da kumsala atmaları şehre bir sayfiye havası katıyor.. Bu hava kılık kıyafete de yansıyor ister istemez. Sokaklarda asık yüzlü kravatlı adamlarla tayyörlü ciddi kadınlara rastlamak neredeyse imkansız. Bir şehri sevmenin en büyük nedeni olabilecek balkonlar ve o balkonların şaşmaz müdavimleri yaşlı kadınlarla asılı çamaşırların da şehrin sayfiye havasına ayrı bir tat kattığı tartışılmaz. İklimin sadece insanın üstünü başını değil ruhunu da etkilediğini şehre adım atar atmaz anlıyorsunuz. Gerçekten de buranın insanları değdin mi yakmayan ve yapışmayan türden sıcak.
HER BÜTÇEYE SESLENİYOR
Diğer Avrupa şehirleri, özellikle de İstanbul’la karşılaştırıldığında ucuz sayılabilecek bir şehir Barselona. Yemek, içmek, kahveler, taksi ücretleri, ev kiraları, hatta ve hatta fiyat kalite oranı düşünüldüğünde bol yıldızlı oteller bile benzerlerinden ucuz. Bir de ucuzun da ucuzu vardır misali; her bütçeye öyle çok seçenek sunuyor ki; sırt çantasını kapan genç öğrenci de özel jetiyle arzı endam eden iş adamı da koşa koşa geliyor. İspanya’nın gastronomi turizminin önemini yıllarca önce kavrayıp hayata geçiren ülkelerin başında geldiğini söylemek yanlış olmaz. Barselona ve çevresi tıpkı San Sebastian gibi lezzetin peşine düşüp bu ülkeye gelenleri kendine çeken önemli merkezlerden. Dünyanın bir numaralı şefi ünvanını kimselere kaptırmayacak gibi görünen Ferran Adria’dan Girona’daki Rocca Kardeşler’e dek, dünya çapındaki şeflerin burada doğup yaşadıkları düşünülürse bunda şaşılacak bir şey de yok. Ama turistlerin müthiş lezzetli yemekler yemeleri için illa bu çok ünlü şeflerin mekanlarına gitmeleri gerekmiyor. Şehir bütün olarak gastronomi cenneti zaten. Hemen her semtte karşınıza çıkan küçük lokantalar o kadar makul fiyatlara öyle çok lezzet sunuyor ki, insan hangisine karar vereceğini bilemiyor. İklim, sıcakkanlı insanlar, hayatın rahatlığı ve ucuzluğu dedik; yeme-içme kültürünün zenginliğinden dem vurduk ama Barselona’yı bunlarla sınırlamak fena halde haksızlık. Bu şehre insan sadece mimari eserlerin peşine düşmeye, festivallerini izlemeye ya da alışverişe de gelebilir. Gaudi’nin memleketi ne de olsa. Hayatın keyfini çıkaran insanların ülkesi. Barselonalılar gibi söyleyecek olursak Akdeniz’in başkenti. Böyle bir şehirde yaşanmayacak da nerede yaşanacak?
NOT: Barselona’daki W Otel’den Omm’a kadar bir sürü otel tavsiye edebilir, onlarca lokanta sıralayabilirim. Ama nedense içimde birini önersem diğerinin boynu bükük kalacak gibi bir his var. Gene de kendimi tutamıyor ve yolunuz düşerse ne yapın ne edin El Born Mahallesindeki ‘Cal Pep’e gidin, diyorum. Gerekirse kuyrukta bekleyin ama Pep’in kendi elleriyle hazırladığı tapasların tadına bakmadan dönmeyin. Ve o muhteşem mezelerin yanında şarap değil, bütün Barselonalılar gibi Cava için...