14 Eylül 2010
Bebekler, gelişimlerinin 12-18 ayları arasında haz kaynağının ağız bölgesine odaklandığı oral dönemden geçerler.
Bu evrede bebek, çevresini ağız yoluyla keşfetmeye çalışır ve etrafında gördüğü cisimleri sıklıkla ağzına götürür.
Yapılan araştırmalarda emme güdüsünün bir sonucu olarak bebeklerin yaklaşık yüzde 85’inin birinci aylarında emzik kullanmaya başladığı saptanmıştır. Emzik, bebeğin doğal emme içgüdüsünü tatmin etmekte ve bebeğe güvende olduğu hissini vermektedir.
Bebek emzik emmekten mutlu oluyorsa, bu durumdan rahatsız olmaya ve bebeklerin emme zevklerini tatmin etmelerini engellemeye gerek yoktur. Ancak kimi anne-babalar, bebeklerine çok fazla emzik verirler. Bu yüzden de bebekler için emme bir vakit sonra ihtiyaç olmaktan çıkıp sakinleştirici bir araç haline gelir. Bu da bağımlılığa yol açar.
Ayrıca uzun süreli emzik alışkanlığı; diş ve çene yapısının bozulması, kulak-burun hastalıkları ve konuşma bozukluklarına yol açabilmektedir. Uzun süreli emzik kullanan bebekler, kelimelerle duygulara temas etmekten ve başka türlü problem çözme şemalarını oluşturmaktan da uzaklaşmaktadır.
Eğer emziği çok fazla kullanırsanız, yani bebeğinizin çıkardığı sesler karşısındaki ilk hareketiniz ona emzik vermek olursa, bebeğinizin ses çıkarma ve ses keşfetme ihtiyacını engelleyebilirsiniz.
Çoğu bebeğin emzik ihtiyacı, kelimeleri kullanmaya başlamadan önce yani 4-5 aylık gibiyken azalır. Ağızda bir şekil bozukluğuna yol açmaması açısından bebeğinizin ilk dişleri çıktığında yani 6-8 aylar arasında emzik kullanımını yavaş yavaş azaltabilirsiniz.
Genelde emme refleksi, çiğneme becerisinin gelişmesiyle birlikte ortadan kaybolmaya başlar. Çiğneme becerisinin gelişmeye başladığını gözlemlediğiniz dönemde çocuğunuza emzik yerine çiğnemesi için ekmek kabuğu gibi sert bir yiyecek verdiğinizde, bunu çiğnemeye çalıştığını görürsünüz. Bu açıdan çocuğunuzun emme refleksini yapay bir şekilde uzatmaktan kaçınmanız gerekir. En geç 2 yaş bitiminde emzik kullanımının tamamen bırakılması da yerinde olacaktır.
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2010
Çeşitli sebeplerle evlerinden, ailelerinden ve çocuklarından uzak olan babaların, çocukları için gerekli desteği aralarındaki mesafeye rağmen nasıl verebilecekleri son yıllarda psikologlar ve okul danışmanlarına en çok danışılan sorunlar arasında... İçinde bulunduğumuz yüzyılın ikinci yarısından itibaren kültürel ve ekonomik alanda yaşanan gelişim, erkeğin aile içindeki rolünde çeşitli değişikliklere yol açtı. Bundan yüzyıl öncesine kadar ailenin ekonomik kaynağı ve otoriter gücü olarak tanımlanan babalık rolü, kadının iş gücüne katılması ve evde daha az zaman geçirmesiyle birlikte değişime uğradı.
Günümüzde babaların da çocuk gelişimine destek vermesi gerektiği düşüncesi gün geçtikçe yayılıyor. Bunun sebebi sadece anneye destek vermek değil, baba ilgi ve sevgisinin çocuğun çeşitli alanlardaki gelişimini önemli ölçüde etkilemesi...
Ancak bu durum bazı ailelerde sıkıntıya yol açtı. Çeşitli sebeplerle ailelerinden uzak olan babaların, çocuklarına gerekli desteği nasıl verebilecekleri son yıllarda psikologlar ve okul danışmanlarına en çok danışılan konular arasında...
Babam neden uzakta
Babaların çocuklarından uzakta olmalarını gerektiren birçok sebep olabilir. Çok sık iş seyahatine çıkan, fazla iş mesaisi yapmak zorunda kalan veya eşinden boşanan babalar bu durumda en sık rastlanan örneklerdendir. Fakat fiziksel olarak çocuğunuzun yanında olamamak sizin bir baba olarak hâlâ onun hayatının önemli bir kısmını kaplamanıza engel değildir.
Bu tür durumlarda, öncelikle her çocuğun hayatında istikrar ve sağlam bir düzene ihtiyaç duyduğunu hatırlamalısınız. Babasıyla yeteri kadar vakit geçiremeyen çocuklar, babalarının neden uzakta olduğunu, onunla ne zaman ve nerede vakit geçireceklerini bilmek isteyecektir. Kuşkusuz çocuğunuza neden ondan uzak kalacağınızı anlatmak hem sizin hem de onun için acılı bir süreçtir. Bazı çocuklar acısını öfkeyle dışa vururken, kimi ağlayabilir ya da hiç tepki vermeyebilir. Bu konuşmayı yaparken çocuğunuza nasıl hissettiğini sormak ve düşündüklerini ifade etmesine izin verecek ortamı sağlamak çok önemlidir.
Babanın artık evde eskisi kadar olmayacağını duyan her çocuk bu konuşmadan kendine özgü sonuçlar çıkaracaktır ama hemen her çocuk öncelikle bu ayrılığın kendisini nasıl etkileyeceğini sorgular. Çoğunlukla geleceğe ve her şeyin aynı kalacağına dair güvenceler duymaya, sizin onun hayatındaki bu geçişi mümkün olduğunca pürüzsüz yapacağınıza inanmaya ihtiyaç duyacaktır.
Onunla nasıl konuşmalı
Çocuğunuzun yaşı ne olursa olsun, birlikte geçirdiğiniz vakitlerde yinelenen kimi davranışlar, çocuğunuzun sizinle ilişkisinde bir düzen oturtmasına ve sizden ne bekleyeceğini bilmesine olanak sağlar. Aslında çocuğunuz için hiçbir şey onu sevdiğinizden emin olmasından daha önemli değildir.
Örneğin, eğer çocuğunuz 1-3 yaşları arasındaysa onu havaya kaldırın ve “Babasının bu dünyada en çok sevdiği kişi kim acaba?” sorusunu sorun. Bu soru ve davranış onu her gördüğünüzde tekrarlandığında, çocuk babasının onu herkesten çok sevdiğine emin olacak ve bu küçük paylaşımı iple çekecektir.
6-7 yaşındaki çocuklarda baba ve çocuk arasında özel bir şaka, aralarındaki bağı güçlendireceği gibi birbirleriyle keyifli vakit geçirdiklerini anımsamalarına da yardımcı olacaktır.
Yetişkin bir çocuğunuz varsa, ona hayatıyla ilgili sorular sormak, hayatındaki en yeni heyecanları paylaşmak, aranızdaki güçlü anılar arasında yerini alacak ve çocuğunuzda babasıyla tekrar konuşmak ve paylaşmak için heyecan yaratacaktır.
Durumu kolaylaştırın
Çocukların babalarıyla beraber vakit geçirdiklerinde ne yapacaklarını bilecekleri küçük hatırlatmalara ihtiyaçları vardır. Ona beraberken yapabileceğiniz birkaç şeyin listesini mektup olarak gönderin ve eklemek istediği bir şey olup olmadığını sorun. Bu mektupların rahat bir dille yazılmış olması çocuğunuza da güven verecek ve sizin varlığınızı hatırlatacaktır.
Eğer çocuğunuzla her an iletişim kuramayan bir babaysanız, çocuğunuzun hayatındaki önemli günleri, çocuğunuzla görüşmeyi planladığınız tarihleri önceden işaretlediğiniz bir takvim kullanabilirsiniz. Bu özel günlerde çocuğunuzu aramak, ona bir hediye göndermek ya da kart yazmak fiziksel olarak yanında olamasanız bile her zaman çocuğunuzun yanında olduğunuzu hissettirecektir. Uzmanlar bu konuda, çocuğunuzla buluşmak için ayarladığınız bir randevunun çok zor bir durumda kalmadığınız takdirde iptal edilmemesi ya da ertelenmemesi gerektiğini belirtiyor.
Çocuğunuzla aranızda bu tür sağlam bir iletişimin sağlanmasında en büyük desteği kuşkusuz çocuğunuzun annesinden almalısınız. Ayrılmış ya da ayrı yaşıyor olsanız bile çocuğunuzun hayatına dair detayları paylaşmak ve çocuğunuzun annesi hakkında olumsuz yorumlardan kaçınmak bu süreci kolaylaştıracak, çocuğunuzun yeni düzenine adapte olmasını hızlandıracaktır.
Babalar için ipuçları
* Çocuğunuzu telefonla aramadan önce onunla hangi konular hakkında konuşacağınızı kafanızda belirleyin.
* Bulunduğunuz yerden çocuğunuza resim, kartpostal, gittiğiniz bir restoranın broşürü, bulunduğunuz şehrin pulu gibi nerede olduğunuza dair ipuçları verecek eşyalar yollayın.
* Sık sık iletişimde olabilmek için teknolojiden faydalanın! Beklenmedik zamanlarda çocuğunuza onu ne kadar sevdiğinizi söyleyen kısa mesajlar ya da e-posta’lar gönderin.
* Küçük yaştaki çocuğunuz için kendinizi videoya çekerek sevdiği bir kitabı okuyun ve kaydı ona gönderin. Böylece gece yatmadan önce ona masal okuduğunuzu hayal edebilecektir.
* Yanında olamadığınız özel günlerin öncesinde ya da sonrasında küçük de olsa bir hediye ve bir tebrik kartı göndererek onunla ne kadar gurur duyduğunuzu söyleyin.
Yazının Devamını Oku 16 Temmuz 2010
Iyi bir ebeveyn olmanın yolu, kendi ihtiyaçlarımız ile çocuklarımızın ihtiyacını ayırt etmekten geçiyor.
Anne-babalar, her çocuğun şahsına münhasır olduğunu bilmeli ve buna uygun ebeveyn tutumları geliştirmelidir.
Anne-babalık sürecinde sık sık kendimizi geçmişle gelecek arasında gidip gelirken bulabiliriz. Geçmişin hesaplarını yaparken genellikle hatalarımıza, yapmak isteyip yapamadıklarımıza odaklanırız.
Günlük hayatta her tür mesleği icra etmek için belirli bir öğrenme süreci ve yeterlilik belgesi gerekir. Oysa ki anne-babalık, kendi anne-babamızdan aldığımız miraslar ile yaşamın ileriki yıllarında öğrendiklerimizi bütünleştirmeye çalıştığımız zorlu bir süreçtir.
Ebeveyn olma hakkında pek çok kaynak olmasına karşın, çoğu anne-babanın ne yapacağıyla ilgili kafa karışıklığı uzun yıllar devam eder. Aldığımız eğitim, edindiğimiz bilgi ve deneyim bizi olgunlaştırır elbette... Ama bütün bunların daha ileriki yaşlarda edinildiğini düşünürsek, o yıllara kadarki deneyimimizin referansı anne-babamızdır.
Yazının Devamını Oku 18 Haziran 2010
Yıl içinde birçok anne-baba; okul tarafından çocuklarının ders gidişatından haberdar edilir.
Okul ve ebeveynler arasındaki bu iletişimin yıl sonunda da tekrarlanması, anne-babaların sorunlu dersler hakkında öğretmenlerle görüşme ve işbirliği yapması önemlidir. Anne-babalar, çocuklarının dersleri ve başarısızlık nedenleriyle ilgili bilgi sahibi olduklarında, konuyu en uygun şekilde ele almaları ve ilişkiyi bozmadan çocuklarına yardım edebilmeleri mümkündür.
Çocuğunuzla konuşmadan önce bu soruların cevaplarını öğrenin...
? Duygusal sorunlar, öğrenmeyi ne derece etkiler?
- Çocuklar, zekâdan bağımsız olarak, hangi yaşta olursa olsunlar duygusal süreçlerine bağlı bir akademik performans gösterirler.
- Dikkat bozukluğu vb. sorunlar, bazen başarısızlık için başlı başına bir neden, bazen de pek çok şeyin sonucudur.
- Kaygı, ifade edilemeyen olumsuz duygular, özgüvenle ilgili sorunlar, büyüme ile önceliklerin değişmesi gibi ruhsal süreçler, öğrenme becerilerini ve akademik performansı doğrudan etkiler.
- Çocuğunuzun gelişimsel dönem özellikleri ve onunla kurulan ilişki kalitesinin yanı sıra aile ortamı da akademik başarısızlığa neden olacak pek çok duygusal iniş çıkışlar yaratabilir.
Yazının Devamını Oku 28 Mayıs 2010
Anne-babalar; bazen kendilerine anlatılan masalların çoğunu çocuklarına aktarmaktan çekince duyarlar.
Masallardaki olumsuz duyguların çocuklarını kötü etkileyeceğini düşünürler. Oysa ki masallar, çocukların bilişsel ve duygusal gelişimi desteklerken anne-baba ve çocuk arasındaki ilişkiyi de zenginleştirir.
Bir toplumda büyüyen ve yaşayan bireylerin çoğunun kısmen aşina oldukları masallar, o toplumun ortak tarihidir de aslında. Bunun yanında evrensel masallar da dünyanın farklı yerlerindeki bireylerin, belki de evrensel tarihimizin ipuçlarıdır.
Ancak bazen anne-babalar; çocuk büyütürken kendilerine okunan, anlatılan ya da bizzat okudukları masalların çoğunu çocuklarına aktarmaktan bir çekince duyarlar.
Masallardaki cadılar, çocuğu korku dolu bir hale getirecek midir? Prenses ve prens ilişkisi, gereksiz bir karşı cins merakı yani cinsel bir uyanış yaratacak mıdır?
Tüm bunlar, mükemmel çocuk yetiştirme endişesinin bir yansıması olabilir. Anne-baba, dünyanın en kusursuz çocuğunu böyle olumsuz duygularla kirleteceğini düşünür. Ya da anne-babanın kendi korku ve kaygılarının çocuk üzerindeki yansıması da olabilir.
Yazının Devamını Oku 21 Mayıs 2010
İzinsiz eşya alma davranışının bir uyum ve davranış bozukluğu olarak değerlendirilebilmesi için çocukların ilkokul çağına gelmesi gerekir.
Çoğu çocuk, erken çocukluk döneminde, yuvadan ya da arkadaşının evinden bir oyuncağı izinsiz alıp evine getirmiş olabilir. Böyle bir olay karşısında anne-babalar, çocuklarının bu davranışını geleceğe taşıyabileceğinden kaygılanır.
Oysa erken dönemde, istediğine sahip olabileceğini düşünmek, gelişimsel sürecin gereğidir. O yüzden çocuklar, kendi oyuncaklarından ya da eşyalarından daha güzelini gördüklerinde bunları izinsiz alır, bunu ahlak dışı bir davranış olarak görmezler.
Bu dönemde “mülkiyet kavramı” daha gelişmediğinden başka birinin eşyasını izinsiz almak, onlara kötü bir davranış olarak gelmez.
İzinsiz eşya alma davranışının bir uyum ve davranış bozukluğu olarak değerlendirilebilmesi için çocukların ilkokul çağına gelmiş olması gerekir.
Yazının Devamını Oku 16 Nisan 2010
“Büyük kardeşim benden daha başarılı; küçük kardeşim benden daha çok seviliyor. Peki, ben neredeyim?” İşte bu soru, üç çocuklu ailelerde çoğu ortanca çocuğun yaşadığı zihinsel karışıklığı basitçe özetliyor. Bu yüzden anne-babalar, ortanca çocuğun “arada kalmışlık” hissini anlamalı, ailede en az kardeşleri kadar önemli bir yeri olduğunu ona hissettirmelidir. Kardeşlerin kıyafetlerini kullandırtmaktansa, imkânlar dahilinde onlara kendi seçimlerini yapma fırsatı da tanınmalıdır.
Kaç kardeş oldukları, kaçıncı kardeş olarak doğdukları, çocukların gelişim ve davranışlarını etkileyen önemli faktörlerdendir. Kalabalık ailelerde ortanca çocuk, konumundan dolayı bazı zorlanmalar yaşayabilir. Elbette anne-baba tutumları, diğer kardeşlerin özellikleri ve çocuğun bireysel yatkınlıkları da durumunu belirlemekte etkendir. “Çocuğun doğum sırası tek başına bir psikolojik zorluk oluşturur” denemez.
Peki “ortanca çocuk sendromu” diye bir kavram var mıdır? Tutum ve davranışları aile koşullarına göre değişmekle birlikte, ortanca çocuklar çoğu kez aynı anda iki kişiyle mücadele ederler. Bu iki kişi, ortanca çocuğun kardeşleridir: Bir tanesi, kendisinden çok daha fazla ayrıcalığı ve özgürlüğü olduğunu düşündüğü büyük kardeşi; öbürü de sonradan gelip kendisinin yerini almaya çalıştığını düşündüğü küçük kardeşi...
Ortanca çocuklar, kardeşleri arasında sıkışmış gibidirler. Kendilerini büyük ve küçük kardeşlerinin hak ve ayrıcalıklarından yoksun hissedebilirler. Anne-babalarının “O senin abin/ablan, ona karşı saygılı ol” ve “Kardeşin daha küçük, onu idare etmelisin” cümleleri karşısında çelişkiler yaşayabilirler. Ortanca çocukların aynı anda bütün rollerin üstesinden gelmesi beklenebilir.
BÜYÜK MÜYÜM YOKSA KÜÇÜK MÜ
“Sen bu işin altından kalkamazsın, henüz yaşın küçük, bırak ağabeyin yapsın”, “Bu davranışlarından artık vazgeç, koca adam oldun, bak kendinden küçük kardeşin var”... Birbiriyle çelişen bu iki cümle ile karşı karşıya kalan ortanca çocuklar, ne yapacaklarını şaşırabilir, aile içindeki konumlarını bulmakta zorlanabilirler. Bunun sonucunda bazen dış görünüşleriyle dikkat çekmek isteyebilirler.
Ortanca çocuklar, rekabet edebilecek kadar güçlü ve yetenekli ise büyük kardeşiyle öne çıkma yarışına girebilir ya da bunu yaşıt ilişkilerine genelleyerek arkadaşlarıyla sürekli rekabet içinde olabilir. Yeterince önemsenmediklerini ve diğer kardeşleri kadar yetenekli olmadıklarını düşünüp tepkisel davranabilecekleri gibi mücadele etmektense yenilgiyi kabul ederek karamsar bir yapı da geliştirebilirler.
DEZAVANTAJ AVANTAJA DÖNER
Anne-babalar, ortanca çocukları büyük kardeşleriyle kıyaslamamalı, küçük kardeşlerinden çok daha büyük görmemelidir. Her bir kardeş, diğeriyle eşit değerde ve konumda görülerek büyütülmelidir. Anne-babalar ortanca çocukları yeri geldiğinde “büyük çocuk”, yeri geldiğinde “küçük çocuk” diye nitelemektense “çocuklarımızdan biri, kardeşlerden biri” olarak nitelemelidir.
Ortanca çocuk olmak, çocukların gelişim döneminde kafa karışıklığı yaratabilir. Ancak sağlıklı ailelerde bu durumu kazanca dönüştürmek de olasıdır. Öncelikle anne-babalar, ortanca çocuklar doğduğunda ilk çocuklarına göre daha tecrübelidir. Bu yüzden çocuk yetiştirme konusunda daha az kaygılıdırlar. Bu durum, ortanca çocuklar için büyük avantajdır. Ayrıca anne-babaların ortanca çocuklara ilk çocuklarına yaklaştıklarından daha ılımlı yaklaşmaları, ortanca çocukların otoriteyle problem yaşama ihtimalini düşürür. Aile içinde kendilerine yer edinebilmek için verdikleri mücadeleler sonucunda ise aile içinde en aktif ve en başarılı birey haline gelebilirler. Yani zorlanarak verdikleri bu mücadeleler, onların lehine sonuçlanabilir.
Yazının Devamını Oku 3 Mart 2010
Bebekler hayatta kalabilmek için annelerine bağımlı doğarlar. Anne ve bebek arasındaki yakınlık bağı, bebeğe güvenlik hissi verir. Bebekler tahmin edilen ve tekrarlanan ilgilenilme deneyimleriyle “güvenli üs”lerini oluşturur. Çocuklar da bebeklikten itibaren içselleştirdikleri güvenlik modeli sayesinde çevrelerindeki yeniliklikleri keşfetmeye başlar.
Güvenli bağlanma, sosyal, duygusal ve zihinsel olarak çocukların olumlu yönde gelişmesiyle yakından ilişkilidir. Araştırmalar, ebeveyn-çocuk ilişkisinin, çocuğun kendi yaşıtlarıyla ilişki kurabilmesi, dünyayı keşfetmek için kendini güvende hissedebilmesi, gerginlik karşısında sağlam durabilmesi ve duygularını dengeleyebilmesi için önemli olduğunu göstermiştir. Ayrıca ileride diğer insanlarla ilişki kurabilme yeteneklerinin gelişimi için de ebeveyn-çocuk ilişkisi belirleyicidir. Bağlanma, çocuğun dünyayı nasıl algıladığını belirler.
Bir insanın kişiliğinin oluşumunda, kendi kişilik özellikleri ve doğuştan getirdiği miraslarının yanı sıra büyüdüğü aile ve yaşıtlarıyla ilişkileri de belirleyici rol oynar.
Çocuğun halihazırda sahip olduğu özellikler, onun gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Bunun yanında, yaşadıkça edindiği deneyimler de çocuğun bazı genlerinin aktifleşmesinde ve beyninin şekillenmesinde etkili olur. Genlerimiz ve çevremiz etkişileşime geçerek bizim kim olduğumuzu belirler.
Bebeğin erken dönemde anneyle kurduğu bağlanma ilişkisi, gelişiminde en önemli güçlerden biridir. ınsanlar, bağımlı canlılar olarak dünyaya gelir. Bunun yanında beynimiz fazlasıyla sosyalliğe duyarlıdır. Donanım ve gelişim, kurulan ilişkilerle şekillenir ve gelişir. Bu yüzden erken dönemde bağlanma deneyimleri ileriki yaşamımızı şekillendirmemiz açısından önemlidir.
Bazı insanlar, bağlanma ile yapılmış araştırmaları düşünerek erken dönem yıllarının bizim kaderimizi belirlediğini düşünür. Oysa biz biliyoruz ki, ebeveyn-çocuk ilişkisi değişkendir ve değiştirebilmek bizim elimizdedir. Asıl önemlisi çocuğunuzla olan ilişkinizi değerlendirip, eksiklerinizin farkına varmanız ve ilişkinizi nasıl daha iyi ve sağlıklı hale getirebileceğiniz hakkında düşünmenizdir.
UYUM, DENGE VE TUTARLILIK
Güvenli bağlanmanın oluşumu için gerekli üç ana öğe vardır. Bunlar, uyum, denge ve tutarlılıktır. Bu öğeler bir arada olduğunda bebek anneye bağlanır, kendini güvende hisseder ve annesi tarafından anlaşıldığını anlar. Uyumu sağlamak için bebeğinizin sözel olmayan işaretlerini anlamanız gereklidir. Bu sayede bebeğiniz anlaşıldığını ve size bağlandığını hisseder.
Aranızdaki uyum ise bebeğinizin duygusal ve vücut dengesini kurmasına yardımcı olur.
Bebeğinizin isteklerine karşı tutarlı olmanız da onun kendi içinde bütünleşmesini ve etrafındakilere bağlanmasını sağlar. Bağlanma yenidoğan beyni için gereklidir ve çocuğunuzu güvende kılar. Bu sayede çocuğunuz büyüdükçe ebeveynden kolayca ayrışabilir, ihtiyaç duyduğunda sakinleşmek için tekrar anne-babasının güvenli kollarına gelebilir ve anne-baba ile kurduğu bu güven ilişkisini model olarak içselleştirir.
Bebekte güvenlik duygusu, tekrar edilmiş deneyimlerle pekiştirilerek ve bağlanma figürü ile ilişki kurularak oluşur. Bu sayede bebek sağlıklı bir birey olarak büyür, çevresini keşfetmeye motive olur ve diğer insanlarla ilişki kurmaya başlar.
Güvenli bağlanma için gerekli olan ana öğeler karşılandığında bebek, sağlıklı bağlanma geliştirir ve büyüdükçe içselleştirdiği bu bağlanma sayesinde yenilerini kurmaya başlar.
Örneğin, babası tarafından ilgilenilen 4 aylık bir kız çocuğunu düşünerek güvenli bağlanmayı açıklayalım: Bebek acıkır ve ağlamaya başlar. Babası onu ağlarken gördüğünde hemen yaptığı işi bırakıp yanına gelir ve sorunun ne olduğunu anlamaya çalışır. Bunu yaparken onu nazikçe kucağına alır ve göz göze gelerek yumuşak bir ses tonuyla “Ne oldu? Neyi var benim kızımın? Babanın seninle oynamasını mı istiyorsun, yoksa karnın mı acıktı? Bana anlatmak istediğin bu mu canım?” gibi cümleler kullanarak onu rahatlamaya çalışır. Unutmayın, bebekler konuşulan dili anlamasalar da kelimelerdeki vurguları anlarlar ve ona göre tepki verirler. Baba, kızı kucağındayken mutfağa gider ve ona mamasını hazırlar, bu sırada onunla sakin bir ses tonuyla konuşmaya da devam eder. Mamayı hazırladıktan sonra rahatça oturur ve onu beslemeye başlar. Bebek bu sürede babasının gözlerine bakarak mamasını yer, hem mamadan hem de babasıyla olan şefkatli iletişimden tatmin olur, kendini iyi hisseder.
Bebeğin sıkıntısıyla ilgili verdiği sinyaller, babası tarafından hemen algılanmış, doğru şekilde anlaşılmış ve hemen karşılanmıştır. Bebek bu deneyimiyle öğrenir ki babası onun ne hissettiğini bilir, saygı duyar ve bu konuda gerekeni yapar. Hayatında onun için önemli olan biri tarafından anlaşıldığını hisseder. Buna benzer deneyimler tekrarlandıkça bebek babasıyla bir bağ kurar ve zamanla bu bağı içselleştirir. Bu tür deneyimler, bebeğin kendi dünyasında büyük bir etki yaratır: “Eğer ben iletişime geçersem, dünya bana istediğimi elde etmem için bir yol bulur.”
Bu sayede güvenli bağlanma gelişmeye başlar. Araştırmalara göre, erken dönemde güvenli bağlanma kuran çocukların liderlik özelliklerine sahip olduğu görülmüştür.
SİZ NASIL BİR BAĞ KURDUNUZ
Bazı durumlarda aileler bebeklerinin güvenli bağlanma için ihtiyaç duyduğu öğeleri karşılayamayabilir. Bu tür durumlarda bebekler güvenli olmayan bir bağlanma geliştirirler ve bu durum onların ileriki yaşamlarında kuracakları ilişkileri için de belirleyici olur. Unutmayın ki, bağlanma hayat boyunca değişkenlik gösterme potansiyeline sahiptir. Çocuk-ebeveyn ilişkisi zaman içinde nasıl değişirse bağlanma deneyimleri de aynı derecede değişkenlik gösterir. Bu yüzden ilk yıllarda sağlıklı bağlanma kuramayan aileler, çocuklarının gelişimi ve onlarla olan iletişimlerinin sağlıklı olması için bunun önemini anladıklarında değişime motive olurlar.
Çocuğunuzun hayatında pozitif bir değişim yaratmanız için hiçbir zaman geç kalmış sayılmazsınız!
Siz nasıl bir bağlanma kurdunuz? Bunu düşünmek için aşağıdaki sorular size yol gösterici olabilir:
* Çocuğunuz size yakın olmak istediğinde ona nasıl karşılık verdiniz? Üzgün olduğunda ve rahatlamaya ihtiyaç duyduğunda ona nasıl yaklaştınız? Sizinle ilişkisi onun için güvenli üs olarak tanımlanır mı sizce?
* Çocuğunuzun büyüdükçe yeni şeyler keşfetmesini nasıl desteklediniz? Çocuğunuzun güvenli bağlanmasını geliştirmesi ve gerektiğinde kendi başına hareket etmesi için sizinle olan ilişkisini nasıl geliştirebilirsiniz?
* Siz çocuğunuzla olan ilişkinizde güvenli bağlanma için gerekli olan öğelerden hangilerinin bulunduğunu düşünüyorsunuz? Bu öğelerden hangileri çocuğunuzu büyütürken sizi zorladı? Çocuğunuzla olan iletişiminizi nasıl geliştirebilirsiniz?
Yazının Devamını Oku