Paylaş
Maison Objet, tasarım ve dekorasyon başta olmak üzere yaşam tarzıyla ilgili akımlara yer vermek üzere her yıl yapılan bir meşhur fuar: konu tasarım ve dekorasyon olduğundan bugüne dek gördüğüm en nezih ortam fuar alanıyla karşılaştığımı peşinen söyleyeyim. Standlar çok özenli, her koridor değilse de belli başlı markaların olduğu salonlarda insan kendini lüks bir mağazada dolaşıyor gibi hissediyor. Dekorasyon işiyle uğraşan profesyoneller, dekorasyon ve mimari dergileri ekipleri yıllardır Maison Objet’ye gelir. Ben bir zamandır gözümü terbiye etmenin yolunun dekorasyon ve -moda harici- tasarım dünyasını yakınen takip etmekten geçtiğine inanır oldum. Bir de mümkünse her seyahati bir mana uğruna yapmaya… Mutlaka belli bir serginin/konserin/vesairenin olduğu dönemlere denk getirmeye çalışıyorum seyahatlerimi… Paris de beni fuarın yanında daha önce eserlerini hiç görmediğim gerçeküstücü Belçikalı ressam Rene Magritte’in retrospektifiyle karşılıyor.
Eserlerine özel ilgi duyduğum mimar Renzo Piano’nun eseri, bu yıl 40 yaşına giren Centre Pompidou’daki sergiye girmek çok meşakkatliydi. Paşa paşa kuyrukta sıra beklerken Paris’in turistlerle dolup taştığını düşünüyor ve İstanbul’la üzülerek mukayese ediyordum ki… şapkamın içine kadar güvenlik kontrolünden geçince işin aslı çıktı ortaya. 2017 yılı itibarıyla durumumuz budur; dünyanın her hareketli köşesinde hayat, maalesef terör korkusu sinmiş şekliyle yaşanıyor.
Bu satırları şehrin dışında yer alan fuar alanını arşınladığım bir günün ardından yazıyorum. Şüphesiz her fuar gibi ilk etapta ticari yanıyla öne çıksa da burası aynı zamanda gelecek eğilimlerin özellikle büyük markalar aracılığıyla ortaya konulduğu bir hızlandırılmış trend kursu… Koridorlarda gezindikçe bayıldığım kimi malzemelerin baskın varlığını görmek hoşuma gidiyor; el yapımı cam objelerin ‘XL’ boyutlularını mesela bir otel lobisinde, çifti başbaşa hayal ediyorum. Biliyorum, bizim pazarın renk eğilimi canlı turkuazlardan, mavilerden yana. Bense en çok duman ve pudra tonlarında olanlara bir de haşmetli siyahlara (jet black dedikleri) bayılıyorum.
Japonlar’ın zanaatkarlıktaki dehası malum; bazı standlarda ustaları iş başında seyretme lüksünü sunuyorlar. İnsanlar bence dünyanın en nazik insanlarını şükranla karışık saygıyla izliyorlar. İskandinav ülkelerinin bu ara çok konuşulan dekorasyon anlayışlarına uygun; kaliteli dokulu ve bir o kadar sakin ve sıcak ev tekstillerinde hafif kırışık bir doku hakim… Bakar bakmaz aklıma üzerine harlı ütüyü basıp kırışıkları dümdüz etmeye yeminli Türk anneleri geliyor… Modası olmayan ne vardı derseniz soğuk, net ve keskin 2000’ler minimalizminin ruhuna bu kesinlikle el fatiha diyebilirim.
Dekorasyon meraklıları için kadife ve yeşil deyip konuyu sonuca bağlamak da mümkün.… Bence albenisini yitirse de belli kitlelerin hala bağrına bastığı ‘flamingo’ gerçeği ise yadsınamayacak kadar gerçek. Zarif mahluk, yine bir aşırı doz olan pembe kadife ile eşleşmiş, zırt pırt karşıma çıkıyor. Bu arada süs biblo kavramı 35 yaş üstü demografik grubun tüylerini diken diken ederken dekorasyon dünyası bunda da evrim gerçekleştirmiş; porselen biblodan çok farklı malzemelerden hayvan figürlü aksesuar modası mevcut. Hayvan derken kasıt kuş at değil; gergedan hipopotam gibi yırtıcı olana bir saygı duruşu sözkonu…
Paylaş