Paylaş
Erbil’de de memnuniyetle karşılandığını anlıyoruz. Sınır ötesi operasyona izin veren tezkerenin Meclis’te bir yıl daha uzatılması bile bu memnuniyeti gölgelemişe benzemiyor.
Irak Kürtleri ile Türkiye arasındaki ilişkilerin iki yüzü var.
Birinci Körfez Savaşı’ndan beri bu böyle.
İlişkiler bazen çok iyi gidiyor, bazen öyle bozuluyor ki tarafların birbirlerini aşağılayıcı açıklamalarına kadar varıyor iş.
Bunun nedeni açık. Neden PKK’nın bölgedeki varlığı.
Kürdistan Yönetimi ile Türkiye’nin ilişkileri ne yazık ki PKK’nın ipoteği altında sürüyor.
İlişkiler PKK’ya bağlı olarak devam ettikçe bu durumun değişmesi de zor. Çünkü PKK sadece dağın tepesindeki bir kampta yaşayan tecrit edilmiş bir grup değil. Bölge halkının bir parçası.
Kaldı ki Barzani ve Talabani, bundan bırakalım yirmi yılı, on yıl önceki kadar bile her şeye hakim değiller. Seçimler sırasında bölgede muhalefetin güçlendiğini gösteren gelişmeler de bunu ortaya koyuyor.
PKK da kuzey Irak siyaset sahnesinin de bir unsuru haline geldi. İstesek de istemesek de siyasi denklemin bir parçası oldu. Son seçimlerde, kendilerine bağlı partiler kapatıldı ama PKK Barzani’ye destek verdi.
* * *
GEÇMİŞ yirmi yılın deneylerine, yani birinci Körfez Savaşı’ndan bu yana bölgedeki gelişmelere baktığımda, ilişkilerin merkezine PKK’yı oturtarak Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile sağlıklı ilişki kurabilmenin mümkün olamayacağını görüyorum.
O zaman ne olacak? Güney komşularımızla doğru bir zemin üzerinde ilişki kurmak mümkün olmayacak mı?
Hayır olacak.
Ama bunun için PKK meselesinin çözümünü Iraklı Kürtlerden beklemeyi bırakalım. İlişkilerin merkezine PKK’yı değil, enerji işbirliğini yerleştirelim mesela. Ekonomik işbirliği alt yapısını güçlendirelim, sivil toplum örgütleri arasındaki ilişkilerin gelişmesini destekleyelim,kültür, eğitim, toplumsal projeleri çeşitlendirelim. Ancak bunlar gerçekleştiği zaman Türkiye ile Irak Kürdistan’ı arasındaki ilişkiler de derinleşebilir.
Yoksa ilişkilerin, Türkiye ve Kürdistan iç politikasının iniş çıkışlarından etkilenmesinin önüne geçilemez. Bu da karşılıklı güvenin inşaasını çok zorlaştırır.
* * *
DÜN gazetelerde yer alan haberlere göre hükümet, Mahmur’dan geri dönüşlerin alt yapısını hazırlamak üzere harekete geçmiş.
Hükümet’in “açılım”ı, alt yapı zaafları yüzünden başarısız bir ilk adım attı.
Keşke işe Mahmur kampı ile başlansaydı. Çünkü o zaman belli bir alt yapı hazırlanmış olacaktı.
Kamuoyu, ülkelerini baskı yüzünden terk eden 11 bin kişiden önemli bir bölümünün gönüllü geri dönüşü için hazırlık yapmak gerektiğine daha kolay ikna edilecek ve geri dönüşün hukuki alt yapısı üzerine de kafa yorulmuş olunacaktı.
* * *
MAHMUR’dan geri döneceklerin hukuki pürüzlerini, askerlik sorunlarını, orada doğan çocukların vatandaşlık meselelerini çözmek için çalışmaların başlandığı anlaşılıyor. Bu iyi bir işaret. İnşallah ilk adım gibi bu da kimseye danışılmadan, Mahmur’daki insanlara sorulmadan yapılmıyordur. Çünkü mülteci kampları uluslararası hukuka bağlı ve BM gözetiminde. Buralarının boşaltılması da “hadi geri gelin ” demekle olmuyor. Geri dönüşün en temel koşulu “gönüllülük” ve “güvence”. Bu da, taraflarla birlikte çalışmak anlamına geliyor ve çok önemli. Çünkü bunlar yapılmadan, sonuçların kontrolü ve başarı mümkün değil. Bu süreci yönetecek olan da, ilerletecek olan da Türkiye.
Irak Kürdistan Yönetimi ile ilişkilerin geleceğini PKK ipoteğinden kurtaracak olan da bu irade değil mi?
Paylaş