Paylaş
Ara seçimler yapılacaktı...
Genel Başkan ve Başbakan Yıldırım Akbulut neredeyse iki ateş arasında kalmıştı...
Muhalefet de parti içi muhalefet de kaybetmesini bekliyordu.
Eğer kaybederse parti içi muhalefet, genel başkanlıktan düşürmeyi planlıyor...
Muhalefet de kaybedince genel seçimlere gitmeyi hedefliyordu.
Akbulut, sakin cevaplarıyla tanınırdı.
Kolay kolay sinirlenmezdi.
İşte o günlerde bir “Fıkra furyası” başlatılmıştı. “Akbulut fıkraları...”
Her gün bir fıkra. Bir köşe yazarında, bir gazetede, bir haberde, kulislerde “Akbulut fıkra”ları eksilmiyordu.
Dünyada ne kadar fıkra varsa, Akbulut’a göre uyarlanıyordu.
Seçim meydanlarında, afişlerde Akbulut fıkraları.
Amaç Yıldırım Akbulut’u seçmen gözünde çaresizleştirmekti...
Hürriyet’in Ankara temsilcisiydim.
Hem rahmetli Özal’la hem de rahmetli Akbulut’la sık sık görüşüyordum.
Özal, Akbulut aleyhinde tek kelime etmiyordu.
Akbulut da yağmur gibi yağan bu fıkralara karşı susmakla yetiniyordu...
Birkaç kez Yıldırım Bey’e, “Sayın Başbakanım bu fıkralara bir cevap vermeyecek misiniz?” diye sordum.
Her defasında gülüp geçiyordu... Ama içten içe kızdığını da biliyordum.
Zaman geçti. Seçim günü geldi.
Akşama doğru seçimler neredeyse netleşmişti.
Yıldırım Akbulut seçimleri kazanmıştı...
İç ve dış “Fıkracılar” şaşkındı.
Tabii İstanbul’da yazıişleri haber bekliyordu.
En önemli haber de Akbulut’un ne söyleyeceğiydi...
Gazetenin baskı saatine çok az kalmıştı.
Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök aradı: “Ne yapalım?”
Öyle gidip uzun uzun röportaj yapacak zaman da yoktu.
Aslında ben kafamda bir manşet kuruyordum... “Fıkracılara” cevap gibi bir manşet...
Başbakanlığı aradım. Akbulut’la ilgili “fıkra furyası”na katılmadığım gibi iyi sohbetler de yapmıştık.
Zaten bir Ankara temsilcisi herkesle, her kesimle iyi geçinmek zorundadır.
Çünkü görevi İstanbul’a en doğru kulisi ve haberi geçmektir.
Akbulut’la ilişkimiz de bu boyutta olduğu için özel kalem geri döndü:
“Sayın Başbakan sizi bekliyor.”
Hemen Özkök’ü aradım:
- Şimdi aradılar, ben Başbakan’a gidiyorum... Kafamda da bir manşet var ama...
- Nedir kafandaki?
- Vallahi Akbulut’a şimdi “fıkra sırası bende” sözü yakışır...
Özkök bu lafı duyunca “İşte bu!” diye bağırdı...
Aslında Akbulut’un “fıkracılara” karşı “fıkra anlatmak” gibi intikamcı bir karakteri yoktu... Ama ben sohbet sırasında şöyle dedim:
“Sayın Başbakanım, size karşı uydurmadık fıkra bırakmadılar, hiç sesinizi çıkartmadınız.”
“Evet... son gülen...” dedi ve gülümsedi...
“Vallahi ben ‘fıkra sırası bende’ diye düşünmüştüm...”
Yıldırım Bey güldü:
“O da aynı anlama gelir. Fıkra sırası bende ama ben onlar gibi anlatmam” dedi.
Ertesi gün Hürriyet Gazetesi; “ Şimdi fıkra sırası bende” manşetiyle çıktı...
Belki Akbulut fıkra anlatmıyordu ama bu sözü her şeyi anlatıyordu.
Siyasette negatif olmak, arkadan dolanmak, sinsice hesaplar yapmak belki kısa vadede sonuç getirebilir. Ama ahlaklı, samimi, sade ve dürüst olan hep kazanır...
Akbulut’un bu sözü siyasi hayatımızda bin fıkraya bedeldi...
Ertesi sabah Başbakan Akbulut’la manşeti konuşup gülmüştük.
Aynı zamanda bürodaki arkadaşlarla manşetin keyfini çıkartıyorduk.
Çünkü diğer gazetelerden çok farklı ve anlamlı bir manşet atmıştık...
Tabii o tarihte Cinnah No:8’de efsane bir Hürriyet Ankara Bürosu vardı.
Gece yarılarına kadar çalışan bir büro. Sabah verdiğimiz manşeti öğlen değiştirir; öğlen manşetini de akşam yıkardık.
O büroda o arkadaşlarla çalışmaktan her zaman gurur duydum...
İşte o büro:
Serdar Turgut, Muharrem Sarıkaya, Saygı Öztürk, Emin Özgönül, Enis Berberoğlu, Hayri Birler, Kemal Saydamer (rahmetli), Emin Koç, Nuriye Akman, Aziz Utkan (rahmetli), Yeşim Ersoy, Neriman Saraçoğlu Delen, Nükhet Aşkın Büyükyıldırım, Adnan Gerger, Uğur Şefkat, Saffet Korkmaz, Çetin Çetiner, Süleyman Demirkan, Oya Armutçu, Okan Müderrisoğlu, Sezai Şengün, Erdal Güven...
İsmail Küçükkaya, Şehriban Ağırbaş (Oğhan), Ersin Bal...
Spor: Yusuf Ziya... Erol Yaşar Türkalp, Cihangir Şahin...
Fotomuhabirleri: Sökmen Baykara, Ümit Turpçu, Selçuk Şenyüz, Fahir Arıkan, Vedat Özkeleş...
Ve sevgili Melih Yalman’ın müthiş desteği... (Hatırlamadıklarım varsa affola.)
Yıldırım Akbulut’un rahmetine dönersek;
En fazla üzerine geldikleri günlerde, fıkra yağmuruna tutulduğu dönemde bile kimseyi kırmadı. Sesindeki sükûnet hiç eksilmedi.
Aşırı hırs ile kadere inanmak arasındaki dengeyi hep özenle korudu.
Güle güle Sayın Başbakanım...
28 yıl sonra bugün rahmetle andığımız Özal’la birlikte mekânınız cennet olsun...
Paylaş