Paylaş
Bir yabancı diplomat Hikmet Çetin’e soruyor:
- Sarıgül partiyi kurmuyor. Size ya da ona CHP’den bir davet var mı?
Hikmet Abi bana bakıyor:
Gülerek “Varsa yazarım” diyorum... “Yok” diyor...
Öyle bir yok diyor ki...
“Beklemiyorum. Genel başkan değişti ama orada bizi istemeyenler var” der gibi... Sahi, ne oldu kurultayda yapılan çağrılara... Kılıçdaroğlu, “Kapımız herkese açık. Kimseyi dışarıda bırakma lüksümüz yok” demişti... Aylar geçti davet yok... Şimdi düşünelim...
Sarıgül ne yaptı?
- Oyları bölmemek için parti kurmayacağını açıkladı. Kurabilir miydi? Evet...
En azından, bugün ANAP-DYP ya da DP oluşumlarından çok daha fazla destekleyeni vardı...
O da klasik bir siyasetçi gibi, kendi partisini kurup, “Kılıçdaroğlu’nun tökezlemesini” bekleyebilirdi?..
Yani başkalarının başarısızlıkları üzerine bir siyaset kurabilirdi...
Bu çarıklı işi pusu siyasetini yapmadı Sarıgül... Bu nedenle Sarıgül’ün yaptığı, siyaset adına olumlu bir açılımdır... Peki buna karşı CHP’den bir ses var mı? Yok... Neden?
Çünkü vitrinin arkasında değişen bir şey yok... Bakıyorum, yeni gelen ekipten de ses yok. Önder Sav orada hâlâ bir “eski zaman ikonu” gibi duruyor...
İşte bu yüzden diyorum ki:
Bu olay CHP için bir turnusoldur... Kılıçdaroğlu için bir liderlik testidir...
Soru şudur:
- CHP Kılıçdaroğlu ile bir rüzgâr yakalamıştır. Bakalım CHP gemisi eski rotasında direnip aldığı o rüzgârla alabora mı olacak, yoksa o rüzgârı yelkenlerine doldurup yepyeni ufuklara mı yönelecek?
İKİNCİ YAZI:
Kafamı bozan şey
BUGÜN kızgınım...
Kafam bozuk... Öfkeli ve kırgınım... İçimde volkanlar patlıyor. Kalbimde kraterler açılıyor. Ruhumdan uçurumlar geçiyor...
Neden mi?
Şu “çömelme tartışması” yüzünden...
- Siperde çömeldin mi çömelmedin mi?
Oysa tartıştığınız o siperlerde çocuklar saatlerce ateş altında çatışıyorlar...
O siperlerde gece yarısı nereden geleceği belli olmayan sinsi roketlerin tehdidiyle nöbet tutuyorlar...
O siperlerde vurulup düşüyorlar. Şehit oluyorlar... Analar ağlıyor. Babalar kavruluyor... Her birimiz ölüm haberi bekleyen, yıldızsız kış gecelerine dönmüşüz.
İçimizden kanlı nehirler akıyor.
Ama siyaset “Çömeldin mi çömelmedin mi” tartışmasına çökmüş durumda. “Ben olsam o siperde çömelmezdim” diyenlerle “Çömelmek gerekiyordu” diyenler saç saça baş başa memleketi “çökertiyorlar”...
Genelkurmay da içine düştüğü bu siperden bir türlü çıkamıyor...
Ne acı...
Ne trajik...
Halbuki orada çömelsen ne olur çömelmesen ne olur?
Anlamıyor musun çocuklar ölüyor... Kan akıyor.
Sen bununla uğraşacağına, mesela o profesyonel ordu nasıl kurulacak, onu sorgulasan...
Memleketin doğusunda kan akarken okyanus geçecek denizaltılara neden para verildiğini araştırsan...
Neden tanker uçak alındığını örneğin. Alamadığın Awacs’ları ya da...
Giden milyarlarca doları düşünsen..
TATİL KAMPLARI
Bununla uğraşacağınıza mesela aklınıza güzel bir şey gelse...
Mesela diyorum...
Şehit düşen onbaşımın evi yoktu. İşsizdi. Anasıyla tek göz bir gecekonduda yaşıyordu. Şimdi ne yapıyordur kardeşi mesela... Ona bir iş bulan olmuş mudur?
Anasına, “Sen artık bu milletin anasısın, çık o kondudan işte sana bir ev” diyen olmuş mudur?
Mesela diyorum...
Şehit düşen teğmenimin ilkokula giden kızı nasıl okuyacak? Eşi ne yapar?
Lojmandan da çıkarıldı mı?
Uğruna öldüğü topraklardan 100 metrekare verseniz mesela...
Ya da diyorum ki; memleketin doğusunda kan akarken, şehit verilirken, batısında devletin tatil kampları işletiliyor...
Mesela diyorum...
Askeri ve polis kamplarını şehit yakınlarına ve gazilere de açsanız...
Ne bileyim ben...
Uğruna öldükleri topraklarda o insanlara devleti hatırlatacak bir şeyler yapsanız... Mesela yalnızca silahla çözüm olmadığını anlatsanız...
“Süper Kobra”larla, “gelişmiş engerek”lerle bir yere varılamayacağını görseniz...
Yalnızca insansız araçlar yerine, daha çok insanlı çözümlere yönelseniz...
Mesela diyorum...
Siperde çöküp çökmeyeceğinizi tartışacağınıza, hiç beklemediği bir anda gidip o şehit anasının önünde diz çökseniz. Elini öpseniz. Unutulduğu için özür dileseniz... Mesela iyi bir şeyler düşünseniz... Kızdırmasanız artık bizi... Kafamızı bozmasanız..
Gece yarısı uyanıp emziren anaları, oğlunun diploma töreninde gözyaşlarını tutamayıp yüzünü saklayarak gizli gizli ağlayan babaları kızdırmasanız artık..
Mesela diyorum...
Bir büyükelçinin isyanı
Ankara’da aynı turnuvada tenis oynamıştık. Yan kortlarda...
Oyunda da gergindi... Keskindi... Ama krize dönüştürmezdi.
Şimdi krizin tam ortasında duruyor.
İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy... ABD Büyükelçiliği’nin bahçesinde konuşuyoruz... Uzakta bir orkestra, New Orleans’tan “şakacı bir hüzün” üflüyor...
Levy’in yüzünde ağır bir yük var... İsyan eden bir üslupla şöyle diyor:
“İki hükümet de iç politik kaygılarla hareket ettiği için kilitleniyor. İç politik kaygılardan kurtulmadıkça gerilim yüksek oluyor. Çözüm zor...”
Başka ne söylenebilir..
İstanbul Başkonsolosu Moşe Kamhi de aynı şeyi söylemişti. Daha “gemi faciası” olmamıştı.
Cihangir’de bir balıkçıda yemek yiyorduk...
Kasımpaşa doğumlu Moşe o zaman işareti vermişti:
“Birileri gerilimi körüklüyor. Bu hiç iyi olmayacak. Türkiye ve İsrail’in birbirine ihtiyacı var. Ve en önemlisi bu bölgenin bu iki ülkenin dostluğuna ihtiyacı var...”
Evet ne zaman dış politika iç politika malzemesi olmaya başlarsa krizler çıkar...
Çünkü halktaki öfkeyi ve heyecanı kullanan siyasetçiler “diplomatik linçler”, “sınır ötesi depremler” yaratabiliyorlar...
Bu nedenle “gizli diplomasi” zamanıdır. Türkiye ve İsrail mutlaka görüşüp bu sorunu çözmelidir...
Paylaş