Peki valiler ne olacak?

CUMHURBAŞKANINI halk seçiyor.

Haberin Devamı

Ama ‘seçilmiş’ cumhurbaşkanını illerde temsil edecek olan valiler ‘atanıyor’.
Nasıl olacak bu?
Şöyle de sorabiliriz:
“Halkın seçtiği cumhurbaşkanı ile Türkiye yeni bir düzene geçiyorsa.
Devletin en tepesinden başlayarak halkın seçtiği bir yönetim modelinin ilk adımıysa eğer bu... O zaman seçilmiş belediye başkanlarının üzerindeki atanmış valiler ne olacak?”
Ya da:
“Seçilmiş cumhurbaşkanını atanmış vali mi, yoksa seçilmiş belediye başkanı mı temsil edecek?”
Bir yazıyla soruşturma:
Düşünün ki, vali o ilin seçilmiş belediye başkanı hakkında İçişleri Bakanlığı’na bir yazı gönderiyor.
Soruşturma tamam. Belki de gözaltı...
Gürültü örneği: Düşünün ki, evinizin yanında bir inşaat, sabahın köründen gecenin yarısına kadar gürültü yapıyor. Cumartesi, pazar, hasta dinlemiyor. Açıyorsunuz telefonu belediyeye. “O yetki valilikte” cevabı geliyor.
Vali seçilmiyor ki...
Seçilmiş bir belediye başkanı kadar ilgi göstermesini bekleyebilir misiniz?
Elbette çok iyi valilerimiz var. Ama seçimle gelmek, halka hizmetin temelidir.
Düşünün ki, şehirde yaşayanların toplu taşıma sorumluluğu belediye başkanında.
Ama o trafiği yönetmek atanmış valiye bağlı emniyet teşkilatında.
Trafik polisleri belediye başkanına bağlı olsa bu kadar keşmekeş olur mu acaba?
Sağlık hizmetleri, milli eğitim atanmışta, ama kanalizasyon seçilmişte.
Ve daha birçok benzeri durum. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, atanmış vali ile seçilmiş belediye başkanı arasındaki bu garabeti mutlak etkileyecektir.
1920 Anayasası’nda ‘vilayet şûra’ları vardı. Ve yetkiliydi. Vali merkezle o meclis arasında aracı durumundaydı.

HALK MECLİSLERİ

Şehirleri halk meclislerinin yöneteceği bir dönem olabilir mi?
Bundan korkmak mı lazım? Yine birileri çıkıp buna ‘bölücülük’ derse bunun tek cevabı olur: “Halkın yönetimi nasıl bölücülük olabilir?”
Önümüzdeki dönemin yeni Anayasa bağlamında önemli tartışmalarından birisi olacaktır bu mesele...

Haberin Devamı


Hastalığın teşhisi: Seçmende iştahsızlık

SİYASETİ çocukların ‘lego oyunu’ gibi zannedenlerden bu ülke çok çekti...
Bugün hâlâ çekiyor.
Yaşanan hastalığın kökü eskilerdedir.
“İyi insan. Tahsili de iyi. Geçiversin partinin başına. Makul de aynı zamanda” dönemi siyasetin halk damarını kurutmuştur.
İşte bugün CHP ve MHP’nin çatı aday formülü bundandır...
Toplama-çıkarma yöntemiyle seçim olur mu?
Senden yüzde 25, benden yüzde 15... 5 partiden de yüzde 5... Etti bilmem kaç...
Aritmetik demokrasi yürür mü?
Siyaset çizgisinin, hedeflerin, yeni ufukların, projelerin hiç mi önemi yok!?
Bunları anlatmayan bir siyasi hareket olabilir mi!?
Alın bakın Türkiye sosyal demokrat çizgisine...
12 Eylül 1980’de Türkiye solu ve sosyal demokrat hareketinin ‘sokak çocukları’ öyle bir sille yedi ki...
Öyle bir buldozer geçti ki üzerlerinden...
Nice isimler, nice liderler, nice beyinler perişan olup gitti.
O muazzam sendikalar... Emeğin inançlı beyinleri dağıtıldı.
Türkiye’nin ‘sivil toplum damarı’ koptu. Kurudu.
Kalanları da dinlemez oldular. Rahmetli İsmail Cem’in uyardığı gibi, eğer sol/sosyal demokrat hareket bürokratlara, diplomatlara, orta ölçekli esnafa kalırsa... Yönetimde işçi ve emekçi oranı azalır da bürokrasi hâkim olursa...
Ne olur?...
Türkiye demokrasisi hâlâ bunun acısını çekiyor.
O yüzden ‘siyaset legocuları’ oturdukları yerden yeni partiler kurup, yeni isimler icat etmeye devam ediyor.
Virüs dediğim de budur işte.
Hastalığın teşhisi de ‘seçmende iştahsızlıktır’.
Sandığa gitmekte ‘mecal’ yoktur.
Şevk kırılmasıdır.
Mecburi tembelliktir...

Yazarın Tüm Yazıları