Paylaş
Bu yüzden soru şu:
- Birçok benzeri filmler varken neden "Mustafa" bu kadar tartışılıyor?
Çünkü sunumu farklı oldu... Sanki filmin arkasında "ulusal tarih kurumu" benzeri bir yapı varmış gibi algılandı.
Bir "devlet görüşü" gibi sunuldu...
Örneğin galası...
Filmin galası için Dolmabahçe Sarayı açıldı...
Dolmabahçe Sarayı öyle her önüne gelene açılmaz. Bir devlet kararı gibidir. Doğrudan TBMM’ye bağlıdır. Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın izni olmadan bir filmin galasını orada yapamazsınız...
İşte "Mustafa" daha ilk gün, böyle bir "TBMM ve Devlet" görüntüsüyle başladı.
Televizyonlarda haberler:
"Mustafa filminin galası Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı. TBMM Başkanı konuşma yaptı. Genelkurmay eski Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ön sırada oturuyor. Sonra başka bazı komutanlar. Bakan ya da eski bakanlar..."
Budur işte sunumdaki fark...
Bu yüzden TBMM Başkanı Köksal Toptan’la konuştum.
Toptan, demokrat bir insandır. İyi niyetlidir. Ama konuşmasından anladığım kadarıyla biraz "pişman olmuş"...
Sordum:
- Dolmabahçe Sarayı’nın açılması için izni verdiğinizde filmi izlemiş miydiniz?
- Hayır...Ama o zaman dedim ki, Dolmabahçe bu film için özel bir yer tabii... Atatürk var. Can Dündar iyi bir isim...
- Peki şimdi olsa sarayı yine açar mıydınız?
- Açmazdım...
- Neden?
- Tartışmaları görüyorsunuz. Sonra bazı sahneler var... Çok içki, sigara gibi...
- Siz filmi Ankara’da izlediniz. Sonra ne düşündünüz. İyi ki Dolmabahçe’yi açtık dediniz mi?
- Hayır ağzımız yandı doğrusu. Bir daha olmaz...
Dedim ya, filmin içeriğini tartışmak yerine neden bu kadar tartışıldığını sorgulamak daha anlamlı geliyor...
İKİNCİ YAZI
Fısıltı bombası
ANKARA ’ya yine bir fısıltı bombası düşürülüyor... Fısıltı şu: "Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında soğuk rüzgarlar esiyor. Başbakan’ın son açıklamaları, özellikle Güneydoğu meselesindeki sert üslup Cumhurbaşkanı’nı rahatsız etmiş."
Yine o fısıltı içinde, Gül’ün yakın arkadaşı Fehmi Koru’nun Başbakan’ı eleştirmesini, Gül’ün bir mesajıymış gibi yorumlayanlar var...
Yakında belki de daha yüksek tondan yazarlar...
Siz sakın bunlara inanmayın...
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında deprem yaratacak bir sıkıntı olmaz. Belki üslupta fark olur ama, ana rotada hayır...
Muhtemel balonlara kanmayın diye yazıyorum...
ÜÇÜNCÜ YAZI
SERİ VAHŞET
BU hafta Van Belediyesi içimizi acıttı.
Araba çarpınca köpeğin arka bacakları kırılmış. Mahalle sakini 2 gün beslemiş. Sonra belediyeyi aramış... Belediye de çöp kamyonunu göndermiş...
Çöp... Ve işte vahşetin fotoğrafı...
Uzun süre bakamadım bu fotoğraflara.
Sonunda ibret olsun dedim...
Öylece yazıyorum bu vahşeti... İnsanın alçalmasını...
En kötüsü de ne biliyor musunuz?
İnsan vahşi olabilir. Katildir. Doğuştan kötüdür. Sonradan olmuştur. Örneğin ABD’de seri katil cinayetleri vardır.
Adam bile bile öldürür, acı çektirir.
Ama bilir ne yaptığını. Bilinçlidir yani...
Peki ya bu...
İşte en kötüsü bu... Vahşetin vahşet olduğunu bilmiyor... Onun için bu yaptığı normal yani...
Bakın boğazından telle bağlayıp kaldırdığı köpeği, elinde sigarası, gülerek götürüyor.
Seri katil yakalanır biter...
Peki ya bu seri vahşet ne olacak?
DÖRDÜNCÜ YAZI
Bir Usta’ya dostluk ödülü
25 yıl önce Senegal’de...
Dakar Üniversitesi’nin yerel gazetecilik enstitüsünü kurmuş...
Kongo’nun bağımsızlık savaşını veren Lumumba ile o günleri birlikte yaşamış...
Bir "maceraperest" yani...
Uzaklara giden, ufuklara dalan, keşif duygusunun hakimleri gibi...
Biraz Kolomb, biraz Vasco de Gama... Biraz elinde tahta bavuluyla Trablus’a çıkan bir maceracı Mustafa Kemal...
O kuşaktan... İnternetsiz keşifler çağından yani...
20 Kasım’da Kadir Has Üniversitesi’nde bir ödül alıyor. Afrika Diplomatik Akademi Barış ve Dostluk ödülü... Kutluyorum...
BEŞİNCİ YAZI
Birisi denizlerdeki bu komediye son versin
BEN çocuktum... Başbakan Demirel şöyle demişti:
"Hora bir balıkçı gemisi değildir..."
Türkiye bir petrol arama gemisi kiralamıştı. Yunanistan’a, "burası senin değil" demek için "numaradan" Ege’de petrol arıyordu...
Gazetelerde Hora Gemisi... Yanında Türk firkateynlerinin fotoğrafı... Karşıda Yunan savaş gemileri...
Başlıklar şöyleydi:
"Ege’de tehlikeli saatler..."
Aradan 30 yıl geçti.. Dün baktım. Türkiye Norveç’ten bir gemi kiralamış Rumların "benim dediği" sularda petrol arıyor...
Yine bir petrol arama gemisi. Yine yanında bir Türk firkateyni...
İşte bu...
30 yıldır aynı durum. Üstelik bu defa elimizdeki petrol arama gemisi de kaçtı...
Çünkü Yunan Dışişleri Bakanlığı geminin bağlı olduğu Norveçli firmayı aradı. O firma da hemen "bizim" arama gemisini geri çekti...
Elimizde firkateyn.. Öylece kaldık...
- Bari 30 yılda bir tane petrol arama gemisi yapsaydın. Maket de olsa onu götürseydin...
Nedir şimdi bu?
Diplomatik atak mı?
Birisi bu komediye son versin.
ALTINCI YAZI
Ankara’nın kapısındaki tehlike
KAPIMIZDA büyüyen soru zinciri şu: ABD çekilmeden önce, Irak’taki yerel kuvvetlerin hiyerarşik durumu ne olacak?
Şiiler, Sünniler, hakim oldukları mahallelerde yığınak yapar, güvenliği alırlarsa...
Kuzeyde peşmerge hakimiyeti olur ve milli ordu hiyerarşisine bağlanmazsa.
Musul’da, Kerkük’te nasıl bir güvenlik konsepti oluşacak?
Eğer bu soruların cevapları verilemezse Irak’ta bütünlüğün korunması zorlaşır...
Şehirler sokaklar bir dönem Bosna’daki gibi olur...
Ve işte bu "muhtemel kaos" Türkiye’ye ciddi şekilde sorun çıkartır...
Terör örgütü kaosun yerleştiği Kuzey Irak’ta istediği gibi hareket edebilir.
Otorite ortadan kalktığı için terör güçlenir. Bölgede kan ve gözyaşı artar...
Türkiye müdahale etmek zorunda kalabilir. Olay giderek bir "bölge krizi"ne dönüşebilir...
Savaş rüzgárları eser. Terör ve kan hákim olur...
Evet işte Ankara’nın kapısına dayanan tehlike budur.
Daha da önemlisi ABD, Barzani yönetimini destekleyip bölgede bir ABD üssü kurabilir.
Her durumda Türkiye bu yeni dönem için temaslar yapmalıdır ve devrede olmalıdır.
Eğer olmazsa, o kanlı ve pusu dolu tehlike, bir kaosla beslenerek sınırlarımıza dayanır...
Bu yüzden ben buradan açıkça ve yüksek sesle "Dikkat!" diyorum...
Dikkat! Tehlike kapıda...
YEDİNCİ YAZI
İşsizlik rüzgárı kötü esiyor
TÜRKİYE ’nin her yerinden "çığlıklar" geliyor... Kötü ve sert rüzgárlar... Kapanan fabrikalar, işsizler ve sönen ocaklar...
Özellikle doğalgaz zammı seramik sektörünü çökertti. Söğüt ve Bilecik’teki fabrikalar zor durumda.
İşte Bursa’dan Sönmez Filament. Türkiye’nin en köklü kuruluşu kapattı.
Yurtbay Seramik üretimi durduruyor.
Oto-San gibi bir dev, bayrama kadar üretimi durdurdu. Sonrası meçhul. Lüleburgaz’dan Edip İplik, 1972 yılından beri yaptığı üretimi durdurdu. 378 işçiyi çıkarttı. Denizli’de 15 tekstil fabrikası kapattı. 8 tanesi sıkıntıda. Adıyaman’da 350 kişi işten çıkartıldı. Philips Gebze Armatür montaj fabrikasını kapattı. Birçok firma kote olduğu İMKB’ye işten çıkartma bildirimleri yapıyor...
Evet, kötü rüzgárlar esiyor. Türkiye’nin her yerinden işini kaybedenlerin "sesiz çığlıkları" geliyor...
Ben şimdi işini kaybeden o kardeşimin, elinde sigarası uzaklara doğru nasıl baktığını düşünüyorum...
Elinde sigara, omuzlarında çoluğun çocuğun geleceği...
Öylece bakıyor...
Paylaş