Paylaş
BÜLENT ARINÇ (İSTİFASI CEBİNDE) Daha ilk günden söylüyorum. İleride çok ters çıkışlar yapabilir. Bülent Arınç ikili oynamayı, rol yapmayı sevmediği, içindeki neyse dışındaki o olduğu için istemeden gerilimler yaratabilir. Bu Milli Güvenlik Kurulu’nda da olabilir, bakanlar kurulunda da... "İyi ki bu paşalarla savaşa girmemişiz" diyen de odur. Gelen cevaba karşı sertleşen de. Kendi çizgisinden ödün vermez. Bu nedenle orta vadede bir "Arınç gerilimi" muhtemeldir. Ama eğer Arınç’ı oyalayacak bir hedef varsa durum değişir. Görünen o ki böyle bir hedef var. O da Saadet Partisi... Yani Numan Kurtulmuş. Bu bir anlamda Saadet Partisi’ne karşı bir "Milli Görüş kalkanı" anlamına gelebilir. Ama bunun bir de öteki yüzü var. Eğer Arınç Milli Görüş tabanını tutmak için o yönde keskin mesajlar verirse bu defa partiye "merkezden uzaklaşan" bir imaj yükler ki bu da tehlikeli olur. Yani Kurtulmuş’un alacağı 3 oyu vermeyelim derken merkezdeki 15 oyu riske atabilir...
AHMET DAVUTOĞLU Dışişleri Bakanlığı’nın stratejik çizgisini zaten o götürüyordu. Özellikle Türkiye’yi , "sessiz, güdük, içine kapanık" dış politika anlayışından, "proaktif" anlayışa geçirmek için keskin bir mücadele yapıyordu. Her görüşmemizde bunu açıkça söylüyordu. Türkiye’nin, yeni Ortadoğu politikasından, Afrika açılımına kadar her gelişmede onun parmak izi var. Gazze sorunu, İsrail-Suriye barış görüşmeleri Davutoğlu’nun etkin çalışmasındaydı. Başbakan’la da Cumhurbaşkanı’yla da çok yakın çalışabiliyor. Bu nedenle icraat koltuğuna oturması çok doğal...
MEHMET ŞİMŞEK Konusuna çok hakim bir bakan. Ekonomiyi ve dünyayı iyi biliyor. Türkiye-IMF ilişkileri, daha çok Maliye Bakanlığı uygulamalarına bağlı olduğu için bu koltuğa oturması normal... Çünkü önümüzdeki dönem Türkiye-IMF ilişkilerine endeksli olacak. Bu da sıkı bütçe uygulaması demek. Onun da yeri Maliye...
İKİNCİ YAZI
Teorik çölleşme
ERCAN Karakaş tam 10 yıldır Sosyal Demokrasi Vakfı’nı yönetiyor... Toplantılar, konferanslar çeviriler, eleştiriler, kitaplar... Sosyal demokrasinin "zihinsel bereketi" için çalışıyor yani...
Önceki gün Karakaş’la sohbet ederken o ağır gerçeği yine hatırladım.
12 Eylül’den sonra sol, çok ciddi bir "teorik çölleşme"ye düşmüş. Muhalefet çölleşince demokrasi topallamaya başlamış. Hálá öyle... Yalnızca sol mu? Bütün bir millet...
Tam bir "teorik çölleşme" içine düşmüş... Gençlik öyle... Yönünü bulamıyor... Anadolu’da "sivil eğitim" çökünce, "tarikat eğitimi" patlamış. Bugün bakıyorum büyük sorunlara karşı bir "çözüm" sunulamıyor. Soruyorsun:
- Kardeşim dinin, inancın hayatımızdaki yerini yeniden tarif etmemiz gerekiyor mu? Ne öneriyorsun. Bak türban diye bir şey var. Kız takıp üniversiteye gelmek istiyor. Soruyorsun:
- Kardeşim bak adam Kürt kimliği diyor. Ne diyorsun. Millet kavramını yeniden tarif mi etmek lazım? Adam her seçim döneminde seçiliyor. Sen halkın oyuyla gelmiş adama terörist diyorsun. Bir kez kandırıp gelse anlarım... Her defasında geliyor... Ne diyorsun?
Cevap yok... Yalnızca boş laf.
Neden mi?
Çünkü Türkiye 12 Eylül’den beri ciddi bir "teorik çölleşme" yaşıyor.
SORU SORMAK O GÜN YASAKLANDIĞI İÇİN, ŞİMDİ "ESKİMİŞ CEVAPLARLA" İDARE ETMEYE ÇALIŞIYORUZ..
Bu da olmuyor işte... Budur işte milletin içine düştüğü "zihniyet çölleşmesi ..."
ÜÇÜNCÜ YAZI
Sivil cesaret
BU yazıyı cesaretin keskin kıyılarından yazıyorum... Uçurum kenarlarından... Sarp kayalardan. Sinir uçlarınızdan... Duygularınızın köpürdüğü öfke denizlerinden.. Öfke ve nefretin aklı kuşattığı yerlerden, kalplerin sabır taşlarında örselendiği çatışmalara doğru yazıyorum....
Daha yeni duyduk:
- 9 vatan evladının toprağa düşen çığlığını... Anasının tırnaklarını göğsüne bastırdığı anı... Gözyaşının öfkeye su verdiği törenleri...
İşte bu yüzden şimdi "Cesaret" diyorum...
Ama kastettiğim "üniformalı cesaret" değil benim... Ondan kuşku yok zaten...
Benim söylemek istediğim: "Sivil cesaret" tir... Evet, "sivil cesaret".
SADECE CEPHEDE DEĞİL
Çünkü cesaret yalnız cephede gerekmiyor. Demokrasinin sularında gerekiyor daha çok...
Sivil cesaretin kendini gösterebildiği demokrasilerde üniformalı cesarete gerek kalmıyor zaten...
İşte bir soru:
DTP’nin terörist ilan edilmesi doğru mudur?
Eğer ilan edilirse aldığı seçim sonuçlarını nasıl yorumlayacağız?
Bakın seçim takvimi nasıl işlemiş:
28 Mart 2004 yerel seçimlerinde DTP’nin aldığı oy: Yüzde 4.9
Aldığı iller: Batman, Diyarbakır, Hakkari, Iğdır, Mardin, Şırnak, Tunceli
29 Mart 2009: Aldığı toplam oy 5.7... Yani oyunu artırmış...
Daha önce yönettiği illere bir de Van’ı eklemiş...
Peki ne demek şimdi bu?
Bu halk kaç seçimdir aynı söylemde olan bu partiye oy veriyorsa eğer? Teröriste mi oy veriyor yani? Terörist demekle çözülüyor mu? Nasıl açıklayacağız?
Bakın İstanbul’da Beyoğlu’nda hiç olmayan oyu aniden yüzde 6 düzeyine çıkmış...
Öfkeli konuşmalar, "kör milliyetçi bir batağı" saplanmalar... Aklı ve "sivil cesareti" tüketiyor ...
OVADA DA YAPTIRMIYORLAR
Örneğin DTP’den Sırrı Sakık. Uzun uzun konuştum...
Bakın ne diyor:
- Bakın partinin üzerine öyle geliyorlar ki, ovada da siyaset yaptırmıyorlar. Tamam birisi dağdan gelmiş olabilir. Ama bırakın da burada siyaset yapsın artık... Hayır bastırıyorlar hemen...
Ne diyeceğiz şimdi buna... "Yürü ulan terörist" mi diyeceğiz... Yoksa;
- Tamam arkadaş dağdan da gelsen, demokrasi ve hukuk içinde siyaset yapacaksan buyur mu diyeceğiz...
Yani diyorum ki;
- Ortaçağda’ki "fare kılıklı adamlar" gibi gerçekle, saklambaç oynayarak nereye varacağız...
- Kimi zaman gerçeği kendimizden, kimi zamanda kendimizi gerçekten saklayarak yani...
İşte "SİVİL CESARET" tam burada başlıyor... Sivil bir karar alabilir miyiz yani? Dinleyebilir miyiz oy verenleri... Yani halkı...
Korkmadan, hayatın iki kaşının tam ortasına bakarak yapabilir miyiz bunu?
DÖRDÜNCÜ YAZI
Dağdaki ve adadaki
HAKİM ve keskin soru şu:
- Ne oldu da yine terörist saldırılar başladı?
Oysa devletin en yüksek noktalarından, "dağdan inme ve yumuşama" gibi sözler gelirken;
Genelkurmay Başkanı "dağdan inenler için kapıyı biraz daha açalım" derken; Ne oldu? Mayınlar patlıyor, birliklere ateş ediliyor... Şehit haberleri geliyor.
Bendeki soru ise şu:
- Acaba terörün yönetimi, "adadaki" ve "dağdaki" diye ikiye ayrılmış olabilir mi?
Tıpkı DTP içindeki ayrışma gibi:
- Parti ve Meclis grubu ...
- Parti yönetimi keskin, dağa yakın duruyor...
- TBMM grubu barışa yönelik ve adadaki de buna yakın...
Dağ ve parti/ Ada ve parlamento grubu...
ASIL SORU
Silah bırakılmasını, Barzani istiyor. DTP istiyor. Adadaki istiyor. Devlet bu konuda bir hazırlık yapıyor. Ancak dağdaki yönetim endişeli... "Biz ne olacağız" diyor...
İşte bu yüzden sormak gerekiyor:
- Acaba dağdaki yönetim bu durumu sabote etmek için mi keskinleşiyor?
- Saldırılar bu yüzden mi başladı?
- Eğer öyleyse ada ve dağ ayrışıyor...
Yakında "Adadaki ve Dağdaki" arasındaki fark çok daha açık ortaya çıkar...
Peki bu saldırılar devletin "dağdan indirme stratejisi"ni bozar mı?
Eğer herkesi bir kefeye doldurup, terörist ilan ederseniz bozar...
İşte o zaman "dağ" kazanır...
BEŞİNCİ YAZI
Bir fasıl gecesi ve Adorno
DENİZ Baykal büyük bir heyecanla söylemişti adını...
15 gün önce Ankara’da Şule Bucak’ın evindeki yemekte:
"Şu aralar onu dinliyorum. Müthiş bir ses" demişti.
Murat Yetkin internetten aradı buldu:
Melihat Gülses...
Deniz Bey’le bilgisayarı yemek masasının üzerine koyup dinlemiştik Gülses’i...
15 gün sonra bir "fasıl gecesi"nde gördüm...
Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru’nun gelenek haline getirdiği ve bu defa Aydın Doğan’ın sponsorluğunu yaptığı bir fasıl gecesinde...
Ne garip;
Sosyal demokrat bir liderin masasında internet üzerinden dinlediğim o sesi, bu defa Baykal’la taban tabana zıt bir düşüncenin kıyısında canlı olarak dinledim... (Bu arada fasıl geceleri bir inancın ya da bir kampın değil. Herkese ve her kesime açık. Örneğin bir sonraki davetli Baykal olabilir...)
MÜZİK BİR BULUŞMADIR
Ben Gülses’i dinlerken bir kez daha gördüm ki;
Bütün karşı kıyılar bir dalgada, bütün aykırı sesler bir notada buluşabilir...
Bu yüzden o gece bize Münir Nurettin’le Alaattin Yavaşca arasında bir tondan seslenen Dr. Adnan Çoban’ın Adorno gibi bir dehayı hatırlatarak "Müzik bir buluşmadır" demesi yetti:
Birbirlerine karşı kıyıdan bakanlar için söylüyorum:
- Kamplaşmalar, kavgalar, sesi yok ediyor...
Söz bitiyor, duyulmuyor hiçbir şey... Birbirimize sağırlaşıyoruz...
İsmet Özel’in dediği gibi;
Hangi dünyaya kulak kesilmişsek ötekine sağır...
Paylaş