Paylaş
Göz göze gelince gülerek şöyle dedi:
“Afrika’yla ilgili olarak yazdığınız yazı çok iyi olmuş...”
Yanına oturdum ve sordum:
- Faruk Bildirici’yle yaptığınız sohbette “Eşcinsellik hastalıktır” dediniz. Çok tepki oldu. Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?
- Fatih Bey, evet ben böyle düşünüyorum. Bu benim şahsi düşüncem. Ve kimse de böyle düşünmek zorunda değildir.
Kavaf uzun uzun anlattı. Dinledim.Şimdi bakıyorum da;
Türkiye’de bir anne-baba, çocuklarının eşcinsel olduğunu anlayınca ne yapar? Büyük bir çoğunluk, önce bir doktora gider... Yani bir hastalık olarak, bir sapma olarak algılar... Bir tercih olarak düşünmez. Çünkü kendi tercihlerine terstir..
Eğer aileden sorumlu bakan böyle düşünüyorsa...
Birçok aileninölümlere, intiharlara, bunalımlara, reddedişlere sürüklendiği bu konuda ciddi bir eğitim zorunluluğu var demektir...
Bunun bir hastalık değil, bir tercih olduğunu kim anlatacak?
Kavaf’ın açıklamasını Sağlık Bakanı’nın düzeltiyor olması ne anlama gelecek?
Hükümet adına Kavaf’ı düzeltmeye çalışanın sağlık bakanı olması dikkat çekici değil midir? Bu bir sağlık sorunu mudur ki;
Düzeltme görevi sağlık bakanına düşmüştür?
Kimse soruyor mu? Orda kimse var mı?
İKİNCİ YAZI
Siz de var mısınız ‘İt dalaşına hayır’ kampanyasına
BİRKAÇ ay önce Bağdat’tan KKTC’ye uçuyorduk...
Ercan Havaalanı’na indiğimiz dakikalarda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun telefonu çalmıştı... Heyecanlı bir konuşmadan sonra anlamıştık...
Telefonun diğer ucunda Yunanistan’ın o dönem Dışişleri Bakanı Bakoyani vardı... Harfleri sitemden yapılmış cümlelerle konuşuyor ve şöyle diyordu: “Sayın bakan sizin bir savaş uçağınız adamızda o kadar alçaktan uçuş yapmış ki, halk panik halinde. Lütfen bu konuyla ilgilenir misiniz?”
Ege’nin üzerinde bitip tükenmez bir dalaşma var yani...
Yıllardır Türk ve Yunan jetleri “it dalaşı” yapıyor... Binlerce yıl uygarlık üreten o deniz bir “it dalaşı” arenası halinde şimdi... Geçen hafta yazdım:
Açın bakın Genelkurmay’ın kayıtlarına... Hava ihlalleri bölümü şöyle başlıyor: “Ege Denizi’nin uluslararası hava sahasında eğitim uçuşu icra eden F-16 uçaklarımıza, Yunanistan’ın Tanagra Meydanı’ndan kalkan M-2000 uçakları tarafından bir kez önleme yapılmıştır.”
Sakız, Sisam, Midilli adalarından kalkan Yunan jetleri...
Aynı kayıtlara göre yalnızca Ocak-şubat aylarında 73 kez havada “it dalaşı” olmuş.. Bizimkiler kalkmış, onlar önlemiş yani.. Ben şimdi bu satırları yazarken bile mutlaka Ege’de bir yerde Türk Yunan jetleri birbirlerine giriyordur... Ege’nin iki kıyısında, pahalı jetleri havada çarpışan, aşağıda halkları fakir bir coğrafya kurdular... İşte bizden kalkan ABD yapımı F-16 savaş uçağı... Karşıdan önleme yapan Fransız uçağı M-2000...
Ne güzel değil mi? F-16’yı ABD satıyor. M-2000’i Fransa... Hücum botu İngiltere, denizaltıyı Almanya satıyor...
Korku pazarı bu...
Siz düşman olacaksınız. Birbirinizden korkutulacaksınız... Sonra bir silah yarışı başlayacak.. ABD sana, Fransadiğerine satacak. Halkları fakir orduları güçlü bir pazar yaratılacak böylece...
Bir savaş uçağının 1 saatlik uçuşu 10 bin Euro... Peki uçmasalar ne olur kardeşim? Belki Hakkari’de bir okulun yolu yapılır o parayla..
Belki Yozgat’ta bir fabrika kurulur. Belki Selanik’te hastanesi olan bir kasabada bir çocuğun hayatı kurtulur. Ege’nin yanık tenli evlatları, o kıyıların derin mavisinde yüzeceğine, borç batağında yüzüyor bugün.
Yunanistan battı. Türkiye’de işsiz sayısı 10 milyonu aştı.
İşte bu yüzden diyorum ki:
Ege Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’ın Yunanlı oda başkanıyla başlattığı kampanyaya siz de katılın...
Ege’de savaş jetlerinin yırtıcı sesini değil, martı çığlıkları duymak istiyoruz diyen bir kampanya bu...
“Durdurun bu uçuşları, bitirin bu it dalaşını” diyen bir kampanya...
Ben bu kampanyaya evet diyorum...
Çünkü biliyorum ki:
Halklar düşman olmaz... Para imparatorluğunun menfaatleri çatışır yalnızca...
ÜÇÜNCÜ YAZI
Siper kazan değil, sivil cesaret
İŞTE yine aynı kavrama geldim. Aylar önce yazdığım gibi:
“Türkiye’de artık cephede siper kazan bir cesarete değil, sivil cesarete ihtiyaç var.” Nasıl Türkiye’nin sivilleşmesi isteniyorsa, Kürt eksenli siyasetin de sivilleşmesi gerekiyor. Yani silahlı güçlerin etkisinden arındırılması...
Ama olmuyor işte. ABD’nin bastırmasına, Türkiye’nin hazırlığına rağmen olmuyor. Hükümet bu konuda iyi niyetli adımlar attı. Ama yine tıkandı işte...
Abdullah Öcalan’ın son mesajları bir “alarm” olarak algılanabilir.
“Ben artık bu şartlarda liderlik yapamıyorum” diyor. Nevruz sonrasına yönelik eylemlerin sinyalini veriyor. Meclis’ten sine-i millete dönme kararı alan DTP milletvekillerine “Meclis’e gidin” talimatı veren Öcalan şimdi değişiyor.. Öcalan’ın kendisi üzerinden yürüttüğü, “sivilleşme pazarlığı” cevap bulmuyor. İşte bu yüzden şimdi “Ben artık yokum. Bundan sonra olacaklardan sorumlu değilim” anlamına gelecek bir mesaj gönderiyor...
Tehlikeli bir mesajdır bu.
Eğer o sivil cesareti TBMM’deki BDT milletvekilleri gösteremezse -ki zor görünüyor- Türkiye seçime doğru tehlikeli bir şiddet çizgisine sürüklenebilir...
İşte bu yüzden “Siper kazan bir cesarete değil, şimdi sivil cesarete ihtiyaç var” diyorum. Ve bir seçim atmosferinde hükümet o cesareti kolay gösteremeyecektir artık. Yoksa şehitler üzerinden yapılan siyaset ve hamaset, anaların gözyaşlarında boğulmaktan başka bir işe yaramıyor.
Paylaş