Paylaş
“İki kız aynı gece intihar etti...”
“Evinin çatısından atladı...”
“Odasında asılı bulundu.”
“Kemerle kendisini astı...”
“Küçük N. polise sığındı.”
Gazete haberlerine bakınca anlaşılır...
Memleketin “intihar coğrafyası”nda kuvvetli bir yeri vardır Siirt’in...
Aile içi şiddet, aile dışı terörle yarışır.
Küçük gelinler, evine kapatılmış kız çocukları, dünyayı pencere kenarından izleyen kadınlar.
Kapı arası özgürlükler...
Erkek sokakları, ev içi kadınlarına yasak şehir.
Eruh’un dağlarında gezen ölümün, vahşi bir mengene gibi sıktığı kent.
İşte böyle bir şehirde, sessiz bir mucize gibiydi Nurcan...
Kadınlara yüzme öğretiyordu...
Bir daha yazıyorum...
Aile içi şiddetin, küçük gelinlerin, baskının “intihar coğrafyası”na teslim olduğu Siirt’te...
Kadınlara yüzme öğretiyordu Nurcan...
Düşünün ki...
Mesela sineması olmayan bir şehirde...
Her hafta sonu, o yüzme havuzunun başında inatla bekliyordu.
Bir gün, iki gün, üç gün.
Sonra anlattı yüzmeyi... İkna etti. Sevdirdi.
Gönüllü öğretmen oldu.
Sokakta yürümekte zorlanan Siirtli kızlara, yüzmeyi öğretmeye başladı...
Sineması olmayan bir dünyada, hayalleri kurumuş, afişleri solmuş bir şehirde...
Geceleri yorganlarının altında ağlayan küçük gelinlerin arka sokaklarında...
Arkadaşlarıyla bir veda yemeğine giderken...
Ne olduğunu anlamadı Nurcan...
Kavruldu bedeni...
Ve Siirt’teki o “sessiz mucize”...
Kulakları sağır eden bir gürültüyle, çığlık çığlığa öldü.
Nurcan Olgaç üç arkadaşıyla birlikte PKK’nın kurduğu pusuya düştü...
O ana kadar tanımıyorduk Nurcan’ı.
Ölümüyle anladık...
Bu “intihar coğrafyası”nda, ev içlerine mahkûm edilmiş, ölüme süreklenmiş bütün kadınlar adına sessiz bir kahramandı Nurcan...
Bastırılmış ruhlarıyla intiharın kıyısında dolaşan kızlara yüzme öğretiyordu...
Pusuya düşüp ölünce tanıdık onu...
Ve şimdi anlıyoruz...
Sineması olmayan o şehre sığdırdığı sessiz mucizesiyle...
O karanlık dekorda...
Sakin bir senaryo gibi nasıl yaşadığını.
Anladık mı? Tanıdık mı?
Paylaş