Paylaş
Meydanın dilini...
Şehirleri dünyaya açan ve gökyüzüne doğru birer nefes haline getiren o meydan kültürünü ilk defa yaşıyoruz...
Nedir meydan?
Bir şehrin krateridir meydanlar. Fay hattındaki volkanik gerilimin fışkırdığı yerdir.
Masumdur. Daralan ruhların krateridir. Lavdır. Ama yakmaz... Tam tersine serinletir. Dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde böyle bir “ses”tir.
Sivildir.
Bizdeki gibi, şehrin ileri gelenlerinin toplandığı, “resmi tören alanı” değildir meydanlar.
Köyde ve kasabada, Ziraat Bankası ve jandarma karakolu ile, sağlık ocağının çevrelediği o kasvetli ve bol yasaklı “devlet görüntüsü” değildir.
Bakın geriye doğru.
Yıllardır bizim Anadolu şehirlerimizde “vilayet makamı”dır meydan. Milli bayramlarda çelenk bırakılan tören alanıdır.
Büsttür. Kaidedir.
Takım elbiselidir bizim meydanlarımız. Yeşil bile değildir. Kravat takmıştır...
Oysa bakın dünyaya...
İkiye ayırabilirsiniz ülkeleri. Şehirlerine ve kültürlerine bakın.
Meydanlarından anlarsınız uygarlığı, demokrasiyi.
Sivil ruhları.
İTİRAZIN ESTETİĞİ
Bakın Londra’ya...
İtirazın estetiği yayılır Trafalgar Meydanı’ndan ...
Öylesine bir özgürlük alanıdır ki... Üç kez genişletilmiştir. Son defasında, yani 100 yıl önce peyzaj mimarları yarışmıştır.
Trafalgar öyle...
Ya Paris’in Concorde’u...
Berlin’in Gendarman Markt’ı.
Viyana’nın Stephanplatz’ı...
İtirazın ritmidir. “Hayır” demenin bestesidir. “Ben de vardım” demenin dekorudur.
Bir afiş festivalidir.
Curzio Malaparte’ın deyişiyle:
“Concorde Meydanı meydan değil, bir aydınlıktır”...
Evet “itirazın aydınlığı”dır meydanlar...
Beatles’dan Pink Floyd’a, Marley’den Tom Waits’e kadar ve daha niceleri için...
Gettoların dünyaya açılan kapılarıdır meydanlar. Protestodur. Aykırıdır. Yaratıcı zekânın dekorudur. Ve ne zaman gitseniz, o itiraz oradadır.
O afişler, bir zaman tünelinden de geçseniz hep oradadır.
68’den 78’e...
Berlin Duvarı’ndan 90’lara...
İtirazın sesi hep oradadır.
Biz yaşlansak da gençliğimiz hep oradadır. Baktım. Dün DHA geçiyor, Adana’da Cumhuriyet Meydanı bir “itiraz dekoru” haline gelmiş.
Yıllardır bir büst, bir devlet gibi içine kapanan o “kasıntı meydan”...
Fırlatıp atmış kravatını...
Sere serpe gençlere açmış kollarını. Sivil bir meydan olmuş...
Adana’yı görünce daha iyi anladım. Evet artık bitiyor.
Meydanlarını ilkel görüntülerle, “düşman işgalinden kurtuluş” günlerinde kullanan o kültür artık bitiyor.
Ne güzel...
Ne güzel ki, o meydanlar, siyasilerin seçimden seçime ve ihtiyaç halinde “halkı toplayıp” mecburi ve nöbetleşe bağırdıkları bir yer olmaktan çıkıyor.
Halk konuşuyor bu defa. Halkın “gündelik itirazı”na sahne oluyor.
Oysa biz ilk meydanı 78’in Taksimi’nde, “ölümlerle” tanımıştık. Şimdi hatırlamıyoruz. Hangi karanlıktan ateş edilmişti. Kimlerdi...
Ertesi yıl sokağa çıkma yasağı olan bir yerdi Taksim Meydanı...
Yasağa itiraz ettik. Çıktık ve yakalandık. Oysa şimdi başka bir meydan var artık. Devletin kasıntı halinden kurtulmuş sivil bir meydan.
Kızmayın buna. Tam tersine sevinin. Kutlayın. Ve alışın artık. Her türlü iktidara karşı...
Sivil olmanın. Demokrasinin, itirazın, zekânın, estetiğin pusulasıdır artık o meydanlar.
Dedim ya, ruhlarımızdan yeryüzüne açılan masum kraterlerdir...
Öyle olmasa, o gece, 3 saatte besteleyebilir miydi Duman?...
Besteleyip çıkabilir miydi sokağa...
“Biberine gazına...
Tekmelerin hasına”...
Eyvallah....
Ve işte bir daha söylüyorum...
Ne olur! Şiddetle kurutmayın o sivil meydanları...
Vesselam...
Paylaş