Fazıl Say İzmir’den bir Türkiye çalarsa...

UNUTTUK mu nedir?...

Haberin Devamı

Televizyon kanallarının, “teksesli” ekranlarında sürekli aynı şeyi konuşanlar yüzünden...
Gözümün önünde yeni bir karakter beliriyor.
Aynı kelimeleri, aynı cümlelere bağlayan sahibinin sesi bir gramofon...
Nasıl da daraltır Türkiye’yi...
‘El Kadı, Ya Dadı, Hazreti Bilirkişi.’
Her şeyi bilenlerin hiçbir şey anlamadığı bir Türkiye...
Oysa ben basit bir şeyi arıyorum.
Sade bir Türkiye...
Öyle dünyayı yönetme ideali falan değil.
Küresel güç, evrensel savaş falan da istemiyorum.
Sadece bulunduğum yeri, en sade haliyle yaşamak istiyorum, o kadar.
Bir ağacın dibi de olabilir, bir dalganın köpüğü de...
Kimsenin diğerini kırmadığı, kimsenin diğerinin arkasına gizli bir örgüt olarak geçmediği.
Kimsenin diğerinin yaşamına karışmadığı, fetihsiz, tuzaksız bir hayat.
Mesela 1976 yılı...
Sokağın başında gitar çalan Kemal Abimi düşünüyorum.
Akşamüzeri piyasası... Çiğdemle gevrek arası...
Hayatımızın sokaktaki gizli aşklar borsası.

Haberin Devamı

KONSERİN MİTİNGİ OLUR MU?

Nereden mi geldim buraya?...
Dün İzmir’de bir piyanonun tuşlarından benim özlediğim Türkiye’nin isimleri yükseldi de ondan.
Fazıl Say İzmir’de bir konser verdi.
Biletler ilk 15 dakikada tükendi.
Salon yetmeyince dışarıda dinledi millet.
İzmirliler, Erzurum’dan Alsancak’a kadar bütün bir memleketi dinledi sanki...
Nasıl bir Türkiye zenginliği...
Çaldı Fazıl...
Veysel
’den “Kara toprak...”
Nâzım Hikmet...
“Memleketim...”
(Ki hâlâ Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanır...)
Orhan Veli’den “Efkârlanırım...”
Yetmedi, “İstanbul’u dinliyorum...”
Can Yücel
’den “Sardunyaya ağıt”.
Metin Altıok
’tan “Düşerim” ve “Bu kekre dünyada...”
(Ki hâlâ yanmaktadır şiirsiz bedeni.)
Cemal Süreya’dan “Dört mevsim”.
Pir Sultan Abdal
’dan “Sordum Sarı Çiğdeme”.
Ömer Hayyam
’dan “Akılla bir konuşma”.
Muhyiddin Abdal
’dan “İnsan insan...”

ÖLÜ ŞAİRLERİN MİRASI YAŞAYANLARA ZENGİNLİK OLUR

Fazıl’ın piyanosu sanki bir zaman makinesiydi...
Bir Türkiye zenginliği çaldı.
Ve o bütün ölü şairleri tekrar yaşatınca, özledim kalbime gömülmüş Türkiye’yi...
Bağırdım:
“Nedir kardeşim bu?”
Nedir bu “tören ülkesi” hal. Sonunda bir “sağırlar ülkesi”ne çattık.
Mitingler, suçlamalar, mahkemeler, savcılar, polis baskınları...
Tapınmalar, şirkler... Ulu makamlar... Ulvi makamlar..
Kavgalar, grup toplantıları.
Küresel hırslar... Bölgesel zehirler...
Mahalli paranoyalar.
Nedir kardeşim bu paylaşılamayan iktidar.
Bu bitmek tükenmek bilmeyen kin, nefret ve hesaplaşma takıntısı yüzünden...
Hayatın aslında yaşanmak için olduğunu unuttuk.
Hayatın askeri bir görev değil, bize verilmiş bir ödül olduğunu unuttuk.
Mutlu olmayı unuttuk. Eğlenmeyi, yaratıcılığı unuttuk.
Ve en önemlisi, şairlerimizi unuttuk.
Cemal Süreya’yı, Can Yücel’i hiçbir tören alanına sığdıramayanlar yüzünden...
İsmet Özel’in deyişiyle, “marşlara ayarlanmış” bir hayata saplandık.
Ve işte o saplantıya karşı Necip Fazıl kadar Fazıl Say diyebildim.
Dün İzmir’de öyle bir memleket zenginliği kurdu ki...
Her notası bir şairin mürekkebine yazılmış...
Her sesi, bir başka kalbin ritmine çizilmiş.
Tek kanallı değil...
Çoksesli bir Türkiye’yi çaldı Fazıl...
Çoooook özlemişiz.

Yazarın Tüm Yazıları