Paylaş
Orada bulunan diplomatlardan hiçbiri "gitmesin" demiyor...
Temel görüş, "uzatılan eli havada bırakmayın" şeklinde...
Karar Cumhurbaşkanı’na kalıyor...
Benim aldığım izlenime gelince...
- Gül gitme kararını aldı, ancak açıklamıyor...
Neden mi?
- Çünkü şimdiden açıklanırsa Erivan’da fanatiklerin hazırlanması için uzunca bir süre kalıyor. Yani bazı taşkınlıklar, öfkeli kalabalıklar... Fanatiklerin toplu bilet alarak maça gitmeleri gibi...
Bu nedenle Gül, kararı 6 Eylül sabahı açıklayıp gitmeyi düşünüyor...
Yani fanatiklere hazırlanma fırsatı vermeden. Olursa böyle olacak...
Kararın elbette içeride de yansıması olacak?
hurriyet.com.tr’de kısa süreli bir anket yaptık... Soru şu:
- Gitsin mi gitmesin mi?
25 bin oy kullanıldı... Ciddi bir sayı...
Türkiye’de yapılan en geniş anketin 5 bin civarında denekten oluştuğu düşünülürse büyük bir anket... En azından milletin ne düşündüğünü "hissettirmesi" açısından önemli...
Dün öğle saatlerindeki sonuç şuydu:
- Gitmelidir diyenlerin oranı yüzde 41.2.
- Hayır gitmemelidir diyenlerin oranı ise 58.8.
Elbette devletler arası ilişkilerde duygusallığa yer yoktur.
- Ermenistan, Azeri topraklarındaki işgalini sürdürürken böyle bir ziyaret yapılır mı?
- Erivan’da sözde soykırım anıtı hálá dururken gidilir mi?
Geziye bu iki sorunun penceresinden bakılabilir.
- Türkiye, dünyaya bir barış dersi verebilir. Mademki davet geldi, bu uzatılmış bir eldir. Sıkılmalı...
Diye de düşünülebilir...
Benim görüşüm korkuyla, sınır kapatmakla diplomasi olmaz... Sorun çözülmez. Hem Kafkas Paktı diyeceksiniz, hem sınır kapatacaksınız.
Tabii burada kararı etkileyecek tek şey şudur:
- Gül’ün bu ziyareti bir şeyleri başlatabilecek mi?
Şu anda Erivan’da ciddi bir istihbarat çalışması yapılıyor. Orada hava nedir. Ciddi bir protesto olabilir mi? Böyle bir hazırlık var mı? (Maçta yumurtalar, taşkınlıklar gibi...)
Bütün bunlara bakılıyor... Kolay değil. Gidecek kişi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı.)
İKİNCİ YAZI
Resepsiyonda medyatik değişim
GEÇEN yıl 30 Ağustos resepsiyonunda bir kamera ordusunun salonda, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı üçlüsünü takip edişini ve oradaki karmaşayı gören Org. Başbuğ şöyle demişti:
- Bu kadarı fazla değil mi? Çok kötü bir görüntü oluyor. Kimse rahat edemiyor. Rahat konuşamıyor. Oysa bu bir bayram...
Dün akşam Org. İlker Başbuğ’un davetiydi. Baktım kameralar içeri alınmadı. Kısa bir süre kendilerine ayrılmış bir platformdan çekim yaptırıldı o kadar.
Sonra Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, TBMM Başkanı ve bakanlar kendilerine ayrılmış bir bölüme geçtiler. Diğer davetlilerden, dolayısıyla basından uzak bir bölüm...
Doğrusu ilk gün böyle bir değişiklik beklemiyordum. Daha yeni Genelkurmay Başkanı. İlk gün buna sıra gelmez diye düşünmüştüm.
Org. Başbuğ geçen yıl yaptığı gözlemi ilk günden uygulamış...
Kameralar yok...
Yeni Genelkurmay Başkanı, ilk uygulama olarak kamera konusundaki değişikliği yapmıştı. Ancak son dönem konuşulan bir başka değişiklik beklentisi daha vardı.
O da şuydu:
- Org. Başbuğ, bazı medya kuruluş ve mensuplarına uygulanan akreditasyon yasağını kademeli olarak kaldıracak.
Baktım orada değişiklik yok...
ÜÇÜNCÜ YAZI
İki büyükelçi bir bakan ve bir enerji sohbeti
30 Ağustos resepsiyonunda Enerji Bakanı Hilmi Güler, ABD Büyükelçisi Ross Wilson ve İsrail Büyükelçisi Gabby Levy sohbet ediyor...
Konu enerji...
İsrail Büyükelçisi soruyor:
- Erzincan’daki patlamanın tamiri biraz uzun sürdü, neden?
Şimdi bu soru karşısında, "Bizim iç işimiz bu" diyenler olabilir.
Ama dostça bir soru.
Bakan Güler, "dünya kültürü" olan bir isimdir.
O da dostça cevaplıyor:
- Şimdi tamam ama... Testler biraz zaman aldı. Uzmanlar orada terör saldırısı olduğu konusunda kesin değiller. Yani terör izine rastlamıyorlar. Tabii terör olduğunu iddia edenler de var.
İşte bu noktada ABD ve İsrail büyükelçilerinin "ilgi odağı" yoğunlaşıyor.
Belli ki çok yakından takip ediliyor.
Bu diyaloğu şunun için aktardım.
Artık iyice bilinmeli ki, Türkiye kendi sınırları içine kapanabilecek bir ülke değildir.
Bu artık mümkün değil. Bakü’den başlayıp Akdeniz’e inen bir enerji hattı var. Türkiye bu enerji hatlarının geçiş koridorudur.
Bu hatlar dünyayı birbirine bağlar. İşte Bakü’den başlar Akdeniz’e, oradan İsrail’e ve Süveyş’ten okyanus ötesine.
- Peki böyle bir hattın ortasında yerel kalınabilir mi?
- Burası bizim sınarlarımız, iç işlerimiz, kimseye hesap vermeyiz denilebilir mi?
Elbette hayır...
Karadeniz’de esen savaş rüzgárları karşısında Türkiye yerel hesaplar yapamaz.
İkinci Dünya Savaşı’ndaki gibi "Sınırlarıma çekildim. Ben yokum" diyemez.
Çünkü sınırlar kalktı artık.
Çünkü coğrafya artık ortaokul kitaplarındaki dağlardan ve ovalardan oluşmuyor.
Enerji coğrafyası var artık.
Sudan’da petrol varsa... Tiflis’te vana duruyorsa... Kerkük petrol alanıysa... Türkmen gazı varsa...
Bu dünyada bilinen sınırlar kalkmıştır.
DÖRDÜNCÜ YAZI
Nerede bu Dışişleri?
GÜNLERDİR Ankara’ya bakıyorum...Türkiye’nin dört tarafında savaş var. Irak krizi sürüyor. İran üzerinden savaş rüzgárları esiyor. Karadeniz’de savaş patladı. Türkiye, Suriye ile İsrail arasında arabulucu. Ermenistan’la müthiş gelişmeler yaşıyoruz.
Ve Türkiye kamuoyu bütün bu ateş çemberinin ortasında "kulaktan dolma" yaşıyor.
Evet, "kulaktan dolma"...
Çünkü en temel hakkı olan bilgi edinme hakkını kullanamıyor.
Oysa Ankara böyle değildi.
Yirmi yılı aşkın Ankara’da gazetecilik yaptım. O günlere gidiyorum.
Dışişleri sözcülüğü diye bir kurum vardı.
Örneğin, bir gün bir gazeteci arkadaş evinde bir resepsiyon verir, daha sonra Dışişleri sözcüsü onları ağırlardı.
Hatırlıyorum... Sözcülük, danışmanlık gibi kurumlar, kişilerle büyürdü.
Yalım Eralp, Volkan Vural, Murat Sungar... O renkli sohbetler, ev davetleri... Caz geceleri...
Ferhat Ataman’ın Dışişleri sözcülüğü... Evindeki nazik davetler... Yabancı büyükelçilerle birlikte basına verilen tanışma kokteylleri... Sonra bir Namık Tan...
Oralarda konuşulurdu. Elbette ki bilgilenme toplantılarıydı onlar. Herkes ne olduğunu bilir, anlar, yorumlardı. Böylece kamuoyu anında bilgi sahibi olurdu.
Şimdi sor bakalım:
- Nedir bu Gürcistan savaşı. Türkiye ile ne ilgisi var?
- Ermenistan’la ne oluyor?
- Talabani geldi ne oldu?
- Türkiye’nin çıkarı nerededir?
Bir Dışişleri Müsteşarlığı vardı... Örneğin, bir Özdem Sanberk... En azından ayda bir ufuk açardı. Türkiye’nin en köklü kurumu olan Dışişleri Bakanlığı’nın o derin bilgisinden, yeterli damlalar akıtırdı zihinlere.
1 saatlik o turdan sonra etrafınızda olan biteni birbirine bağlayıp, çözerdiniz diplomasideki "Türkiye bilmecesi"ni.
Şimdi hiçbiri yok... Bir körlük var... Bir sağırlık...
Abdullah Gül, bakanlığında bu ufuk turunu yapardı. Ama sonra bitti. Yerine "Konuşursam başıma bir şey gelir" korkusu geldi.
Bırakın bilgi edinmeyi, gözlem hakkı bile zor.
BEŞİNCİ YAZI
Boğaz’dan geçecek o gemi zaten biziz
GÜNLERDİR tartışılıyor, soruluyor, cevap aranıyor:- ABD, Karadeniz’de savaş gemisi bulunduracak mı?
- NATO, Karadeniz’de yeni bir oluşuma gider mi?
Dün resepsiyonda ABD Büyükelçisi Ross Wilson’a bu soruları sordum.
Cevap çok önemli:
- NATO’nun Karadeniz’de yeni bir oluşuma ihtiyacı neden olsun. NATO’nun en büyük müttefiklerinden birisi Türkiye’dir. Ayrıca Romanya, Bulgaristan da NATO üyesidir.
Evet, Karadeniz’e kıyısı olan üç NATO üyesi ülke...
- Peki bu durumda Montrö delinir mi?
- Rusya’ya karşı boğazlardan savaş gemisi geçer mi?
Bu soruların anlamı yok...
O gemi biziz zaten...
ALTINCI YAZI
Rus gümrüğünde tekstil kokusu
AÇIKÇA soralım:- Rusya gümrüğünde tekstille ilgili ne oluyor?
Kürşad Tüzmen’e bakmayın... O görüntüde var...
Rusya, Suriye, Irak gitti ondan...
Peki ne oluyor Rusya gümrüğünde?
İddia şu:
- 10 milyar dolarlık gümrük ilişkisinde ortada milyar dolarlar dönüyor. Bürokratların, diplomatların, tekstilcinin ağzında bu sorular büyüyor.
- Yeni bir şirket kuruldu. Ve Rusya’ya olan tekstil ihracatı o şirketin onayıyla yapılacak...
Soru ise şu:
- Bu şirket varsa, şirket kime ait? Şirketin bundan kazancı ne olacak? Komisyon var mı? Şirketin sahibi olarak ünlü işadamlarının isimleri geçiyor.
Bir cevap gelir mi acaba?
Paylaş