Paylaş
Türk devletlerini dışarıdan yıkamamışlar... İçeriden vurmuşlar hep.
Tarih eğer bir toplumun hafızasıysa...
Ders alacağı yer de orası olduğuna göre...
Son yaşadığımız bu alçakça ihaneti daha iyi anlamak için tarihin köklerine bakacağız.
‘Kökü dışarıda’ demek kolaydır.
Önce ‘içimize bakacağız’...
Peki düşman kim?
Arkadaşlar...
Tarihin ve bu bölgenin ilk ve tek ‘milli mücadele’sini vermiş... Zafer kazanmış olan bu kahraman milli orduyu, zamanla bir ‘kanat ordusu’na çevirmek istemişler...
(Dikkat edin, bu bölgedeki bütün devletlerin sınırlarını İngiliz, Fransız, Alman ve Amerika çizmiş.)
Bakın emirliklere, şeyhliklere... Körfez ülkelerine... Suriye ve Irak’a... Hepsinin sınırları ‘Batı cetveli’yle çizilmiştir.
Bir tek biz kendi süngümüzle çizmişizdir sınırlarımızı.
İşte o orduyu zamanla bir ‘kanat ordusu’na dönüştürmek istemişler.
Yani...
Sovyetler Birliği’ne karşı bir ‘kanat ordusu’...
NATO görevi verilmiş...
NATO ile Sovyet komünizmi arasında bir savaş halinde, güney kanadını savunma görevi...
Buna göre dizayn edilmiş.
CIA komünizmle mücadele için, Sovyetlere karşı ‘din’i kullanmış...
Afganistan’da Sovyet istilasına karşı Taliban’ı beslediği gibi, Türkiye’de de benzeri faaliyetlerde bulunmuş.
Anlayacağınız, ‘milli mücadele ordusu’ uluslararası bir ‘görev’ ordusu haline dönüşmüş.
1960’lar, 70’ler... Muhtıralar... Gladio’lar...
Darbeler...
Milli mücadelenin ‘halk ordusu’nu dönüştürmek için...
Hibe üstüne hibe yapılmış.
Marshall yardımları... Süt tozları...
“Siz uçak yapmayın, biz verelim.”
“Siz fırkateyn yapmayın, bizde bedava var. NATO değil miyiz, düşmanımız aynı değil mi?”
KORKU COĞRAFYASI
Sonra bir ‘korku coğrafyası’ kurulmuş.
Yıllarca...
Aman dikkat, kuzeyden komünizm gelir.
Sakın ha, güneyden irtica gelir.
Doğuda Ermenistan var.
Irak, PKK çukuru...
Batıda Yunan var.
Kıta sahanlığı... Kıbrıs...
Derken...
Silah satışı başlar.
Sovyetler Suriye’ye MİG sattıkça, ABD bize Fantom satar. Hibeli satışlar dönemi.
Almanlar Yunanistan’a bir denizaltı satınca...
Türkiye geri kalmasın, ona da hücumbot verelim...
Bu pahalı ve güçlü silahlarla kendimizi güvende hissettirmişler...
Milletin alınteri, yıllarca eğitime değil, silah alımlarına gitmiş.
BİR MUSTAFA KEMAL HATIRASI
Aklıma gelmişken... Bu silahlanma meselesiyle ilgili olarak Atatürk’ten bir anı aktarmalıyım.
Cephede Alman generalle birlikte karşıdaki düşman tabyalarını inceliyorlarmış.
Mustafa Kemal’in yanındaki subay (gerçek vatansever yaver) Alman generalin dürbününden karşıdaki düşman cephesine bakmış.
Müthiş görüntü... Dürbün gelişmiş olduğu için bütün detaylar görünüyor...
Subay Atatürk’e demiş ki:
“Komutanım muazzam bir dürbün bu... Bundan bakmak lazım.”
Mustafa Kemal cevap vermiş:
“Tamam, o dürbünden cepheye bakabilirsin... Ama sakın dünyaya o dürbünden bakma.”
Cümleler tam böyle olmayabilir. Ama hatırladığım kadarıyla özeti budur.
GELDİK BUGÜNE
Niye hatırlatıyorum bunları?
Çünkü...
Hafızasını kaybeden milletler, geleceklerini de kaybediyorlar.
Şimdi böyle bir geçmiş sorgulaması yapmazsak...
Milli ordunun önemini...
Yerli olmanın cesaretini ve özgüvenini...
Ve en önemlisi birbirimize güvenmenin liyakatini anlamazsak.
Bu ‘ihanet cenderesi’nden nasıl kurtulacağız?
Arkadaşlar, sakın bu yazdıklarımdan bir NATO ya da Batı düşmanlığı çıkarmayın.
Sakın, gelişen teknolojiye karşı içe kapanmayı tercih ettiğimi sanmayın.
Tam tersine, dünyayla eşit şartlarda egemen bir devletin milli ve yerli olma özgüvenini söylüyorum.
Eğer bir Amerikalı kendi milli marşını söylerken elini kalbine götürüyorsa...
Bir Alman, Alman vatandaşı olmayı bir huzur ve ayrıcalık farkı olarak görüyorsa...
Ben de 15 Temmuz gecesi ‘üniformalı ihanet çeteleri’nin kurşunlarına siper olan kahraman halkın bir mensubu olmayı ayrıcalık olarak görüyorum.
30 kurşunla şehit olan Ömer Astsubay’ı unutmayalım diyorum.
Ve en önemlisi...
Kendi tarihimizi iyi okuyalım.
Bu darbe girişimi son bir ders olsun.
Birbirimize güvenmeyi öğrenelim...
Paylaş