Paylaş
İşte buna inanamıyorum.
En güvendiğim üç ekonomiste sordum:
- Dolar ne olur?
Üçünden de farklı cümlelerle aynı cevap geldi:
- İstikrarla dolar arasında öyle bir ilişki vardır ki... İstikrarsızlık belli bir çizgiyi aştıktan sonra geri gelse bile, doları artık eski yerinde bulmazsınız...
- Yani?
- Yani ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlık birleşince mükemmel fırtına için şartlar da oluşmuş olur.
Bu durumda da ilk darbeyi Türkiye’nin en dinamik sektörleri yer. Hizmet sektörü... İnşaat sektörü... Turizm...
Gerçekten de Türkiye ekonomisini taşıyan üç sektör.
Zaten bakın, insanların tasarruf kararları önce bu üç sektörde yoğunlaşır.
- Hizmet öncelikli işler yavaşlar. Tanıtım reklam faaliyetleri zayıflar.
- Tatile harcanan para eksilir...
- Ev alacaksa bekler, satacaksa, düşen fiyatlar yüzünden geriye çekilir.
Aslında iş dünyası 7 Haziran gecesinden bu yana böyle bir mesaj veriyor.
TÜSİAD’dan Odalar Birliği’ne kadar hep aynı mesaj.
İstikrar için en az iki yıllık bir koalisyon...
Gerçi o zaman da bana inandırıcı gelmiyordu, şimdi de...
Elbette ki siyasi partiler, iş dünyası istedi diye koalisyon kurmak zorunda değildir.
Ama binlerce insanı istihdam eden iş dünyasının da bir sözü olmalıdır.
İşte istikrar arayan o iş dünyası, şimdi içten içe ‘alarm’ veriyor.
TURİZM: Rusya zaten sıkıntılı. Bu nedenle Rus turist geliri düşüşte. Buna bir de terör endişesi eklenince sıkıntı büyüyor. İptaller yoğun. Oteller zayıf kapasitede.
İNŞAAT: Dünyanın en başarılı müteahhitlik hizmeti Türkler tarafından veriliyor. Ancak istihdam açısından çok önemli olan şehir ve konut inşaatları durunca sıkıntı büyüyor.
KÜÇÜLME VE İŞSİZLİK: İstikrar eksiye gittikçe, özel sektörde ‘daralma’ arayışları başlar. Bu arayışın en acılı sonucu ise ‘personel tasarrufudur’... İşsizlik kapıyı çalmaya başladıkça öfke artar...
Böylece o ‘acılı sarmala’ girilir...
Bir tarafta ‘istikrar eksikliği nedeniyle daralma’ diğer tarafta ‘daraldıkça işsizlik’, yani mutsuzluğun ve toplumsal istikrarsızlığın artışı.
Acılı bir paradokstur bu.
MERKEZ BANKASI: Doların yükselişini Merkez Bankası’yla çözmek isteyen kafalar toplumsal hayatın içindeki ekonomiyi göremeyenlerdir. Bu tür durumlarda Merkez Bankası’nın müdahalesi kalıcı sonuç vermez. Çünkü kriz daha geniş etkenler zincirine bağlanmıştır.
Bütün bunlara bir de siyasi kriz eklenirse...
Mesela...
Anayasal bir partiye oy verenleri başka bir parti şerefsizlikle suçlarsa, buna Merkez Bankası başkanı ne yapsın?...
Düşünün ki bir devletin hazinesi, maliyesi, merkez bankası ekonomiyi iyi bir performansta tutmak istiyor...
Ama siyaset birbirine giriyor. Hakaretler havada uçuşuyor. Önüne gelen diğerini hain ilan ediyor...
Hangi bürokrat bu durumda bir mucize yapabilir?
O nedenle Merkez Bankası’na yüklenmek hatadır.
Sonuç olarak Türkiye ikinci bir seçime demokratik bir olgunlukla gitmek zorundadır.
HDP’yi ihanetle suçlayan MHP nereye varabilir?
HDP ile demokratik bir anayasa için masaya oturan AK Partili bir vekilin seçmene ‘şerefsiz’ demesi hangi ahlaki ölçüyle bağdaşır.
Şimdi HDP’ye oy verenler dava açsa ne olacak?
Açmak isteyenlerin mesajları geliyor zaten...
Türkiye bu tür ucuzluklardan, kısa vadeli hesaplardan ve bir daha aday olabilmek için her türlü şaklabanlığı yapabilecek zihniyetlerden kurtularak seçime gidebilmelidir...
HDP’ye düşen ise, kendi tabanına çözümün, demokrasinin ve barışın tek adresinin parlamento olduğunu anlatmaktır...
Kandil zaten barıştan yana olmadığını ve bir takım bölgesel aktörlerin yolunda olduğunu göstermiştir.
Türkiye yine şehit cenazelerinden, acılardan, öfkeden kurulmuş bir çıkmaz sokağın eşiğine getirilmiştir.
Tek çare, en yakın zamanda seçimdir.
Paylaş