Paylaş
Pahalı kalemlerle imzalanmış bol sıfırlı anlaşmaların ardından...
Dev çelik yığınlarını yüzdürerek gelirler...
Ve sondaj diye geldikleri o sulara mutlaka iki şey yayılır.
Kriz; ya da kan...
Kriz: Ya çıkmıştır ya da çıkacaktır.
Kan: Ya akmıştır ya da akacaktır.
İşte şimdi yine o paslanmış dev gövdesiyle ağır ağır yakın denizlere doğru yanaşıyor...
Rum kesimi için Kıbrıs açıklarında doğalgaz arayacak...
Platformun adı Noble Homer...
Sahibi EXXON MOBIL...
Exxon Mobil adını nereden mi hatırlıyoruz?
İşte bir haber (Körfez Savaşı’ndan hemen önce):
“Dev petrol şirketlerinin yöneticileri Beyaz Saray, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı yetkilileriyle bir toplantı yaptı. Bu şirketler arasında, Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in bir dönem İcra Direktörü olarak görev yaptığı Halliburton Co. Schlumberger Ltd. ile Exxon Mobil, Chevron Texaco, Conoco Phillips’in de üst düzey yöneticileri katıldı. Bu şirketlerin Irak’ta 1.5 milyar dolarlık anlaşma imzalamayı umdukları belirtiliyor.”
Peki savaştan sonra ne oldu?
Bir haber daha:
“Irak Başbakanı Nuri El Maliki, hükümetin, ABD’li petrol devi Exxon Mobil ve Shell firması ile ‘Batı Kurna 1’ petrol bölgesinde petrol çıkarmak için yapılan anlaşmayı onayladığını açıkladı. 20 yıllık anlaşmaya göre, konsorsiyum, 8.6 milyar varil rezerve sahip... ”
Hatırladık mı şimdi?
Önceki gün Malta’dan çıkıp Rum kesiminin izniyle Kıbrıs açıklarında doğalgaz aramaya gelen platformun hikayesi budur işte...
Platform şimdi İsrail karasularında bekliyor...
Yani Mavi Marmara katliamının yapıldığı sulara yakın ve İsrail güvencesinde..
Türkiye “Arayamazsınız. O kaynaklar Ada’nın ortak malıdır” dedi.
Ve Akdeniz ısındı. Gerilim yükseldi.
Önümüzdeki günlerde bol bol adını duyacaksınız. Akdeniz’de gerilim yüklü haberler okuyacaksınız...
Okurken hatırlayın diye aktardım...
Dedim ya;
Yüzdükleri sulara mutlaka ya kriz ya da kan yayılmıştır.
Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar bu petrol coğrafyasında akan kanı hatırlarsak eğer;
Demokrasinin uğramadığı krallıklar, emirlikler, şeyhlikler coğrafyasında;
Sömürü edebiyatını filan da geçtim.
Eğer sen ufuklarını karartıp korkuya mahkûm olursan;
Korkuyla ve baskıyla dolu zifiri bir mağaraya çevirirsen evini;
Boşuna bekleme...
Yarasalardan başka misafir bulamazsın.
Dedim ya;
Geliyor dikkat...
İKİNCİ YAZI:
Komşularla değil halklarla sıfır problem
BAĞDAT’ta kalabalık bir lokantada açmıştı konuyu...
Büyük sürprizdi. Haberi son dakika geçebilmiştik:
“Ermenistan’la tarihi anlaşma!”
Bağdat’tan Kıbrıs’a uçarken uzun bir analiz dinlemiştik...
Davutoğlu Hoca büyük bir heyecanla anlatıyordu:
- Yeni politikamız, komşularla sıfır problem!...
Kıbrıs’a indiğimizde barış mesajları verildi. Umutluydu. Birkaç kez Yunan Dışişleri Bakanı ile telefonla görüştü. Türk ve Rum tarafları arasında müzakere sürüyordu.
Oradan İsveç’e geçtik. O uzun yolculukta da yine büyük bir heyecanla anlattı Davutoğlu..
- Ermenistan’la anlaşma zemini.
- Kıbrıs’ta çözüm.
- Irak, Suriye, İran sınırlarının açılması. Mayınların temizlenmesi...
- Suriye ile Irak’la ortak bakanlar kurulu toplantıları. Kaldırılan vizeler...
Ve bölgenin barış zemini olan bir Türkiye...
Şimdi bugüne bakıyorum da... Tarih ne kadar farklı gelişmiş...
- İsrail’le kriz. Kıbrıs’ta gerilim. Yunanistan’la kriz. Akdeniz’de ısınan sular.
- Suriye’de Esat’la atılan köprüler.
- Ermenistan’la sıfır sonuç...
Ve en önemlisi:
- Kuzey Irak’ı yakından ilgilendiren “Oslo müzakerelerinin” kopması, terörün tekrar başlaması...
Tablo bu...
Baştan söylemeliyim ki;
Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” politikasını destekledim...
Tıpkı hükümetin Kürt meselesini silahsız çözüme taşıyacak olan ve demokrasiyi ana zemin olarak gören açılım politikasını desteklediğim gibi.
Ama ne yazık ki, şu an iki proje de sonuçsuzluğa doğru gidiyor.
Oysa bizim de içinde bulunduğumuz bölgede rejimler değişiyor, demokrasinin coğrafi sınırları yeniden çiziliyor.
Bu durumda Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorun” tanımını şöyle değiştirmek gerekiyor:
“Komşu halklarla sıfır problem.”
Çünkü diktatörlerle sıfır sorunun yürümediğini “komşu halklar” gösterdi.
Ve eğer Türkiye yeniden oluşan demokratik rejimlere damgasını vurabilirse; “komşularla sıfır sorun” projesi “halklarla sıfır problem”e dönüşür ki bu da yeni bir umut demektir.
Ve böylece Türkiye oradan aldığı güçle, Kürt meselesine, özgür ve demokratik bir çözüm geliştirebilir, AB standartlarında Batı’ya açılan kapısını güçlendirebilirse;
Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’ya, Kuzey Irak’tan Suriye’ye, Tahran’dan Erivan’a kadar bölgede bir cazibe merkezi haline gelebilir.
ÜÇÜNCÜ YAZI:
FATİH ÇEKİRGE'NİN ANALİZİ - WEB TV
Dijital eşkıyalara rağmen yazmaya devam edeceğim
MİT-PKK görüşmesinin ardından;
Faşist bir ağız “dijital bir salya” halinde saldırıya geçti...
Tek sözü, tek gözü olan bir saldırı.... Öyle bir yapısı var ki;
Tescilli “başarı düşmanı”...
Onun sevmediği bir kişinin iyi bir şey yapmasına imkân yok...
Sevmediği kişi iyi yapıyorsa da; mutlaka arkasında kötü bir şey vardır...
Eşkali açıktır... Robot resmi değil, robot ruhu vardır.
Açık tarifi de şudur:
- Her şeyi o bilir.
- En vatansever odur.
- Birileri sürekli olarak onu bölmek istemektedir.
- Demokrasi isteyenler Kürt olursa sevmez.
- Irkçılığın kıyısında gezer. Ağır tutucudur.
- Bir o vardır, bir de hainler.
- Ölümü, gözyaşını, ayrılığı bilmez.
- Gencecik çocukların şehit cenazelerinden nefret seli çıkarır.
- Organize öfke şebekesidir.
- Hiç ortada yoktur. Dijital bir perdenin arkasındadır. Pelerini korkudur.
- Hakaret eder, bağırır, kusar...
- Çık ortaya deseniz, kaçar.
- Serçe parmağı kesilse acil servise koşar. Mayınlarla paramparça olan çocukların cesaretiyle övünür.
Özetle;
Dijital ve duygusal bir sülüktür...
İşte ben ona rağmen yazmaya devam ediyorum:
- Kürt sorunu silahla çözülmez...
- Oslo süreci devam etmeli...
- BDP meşru zemin olan Meclis’e gelmeli. Ve anayasa çalışmalarına katılmalı.
Paylaş