Paylaş
Suriye-İsrail savaşı için arabulucu olan hükümetten söz ediyorum...
Yargıyla açıktan savaş...
Üniversiteyle kavga...
Askerle "gizliden bir çekişme".
TÜSİAD’la inatlaşma.
Sendikayla savaş. İşçiye cop.
Hekimle savaş, hakimle bilek güreşi...
Acaba diyorum bu "manzaradan bir ders çıkartma" ihtimali var mı?
Bir özeleştiri belki.
Çünkü bu işte bir terslik var...
"Cihanda sulh
Yurtta savaş" gibi.
2. YAZI:
Cumhurbaşkanı olmanın tam zamanı
ANKARA ’da bir söz ve bir diyalog büyüyor:Söz şu:"Şimdi Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olarak rüştünü ispat günüdür."
Diyalog ise şöyle::
- Cumhuriyet tarihinin en kritik krizini yaşıyoruz...
- Neden?
- Çünkü yargı ile yürütme arasında ipler koptu... Bu bir anayasal düzen sorunudur.
- Peki ne yapmalı?
- Cumhurbaşkanı devreye girmelidir.
- Neden?
- Çünkü kurumlar arası uyumu sağlamak onun anayasal görevidir.
- Nasıl?
- Sorun da burada. Cumhurbaşkanı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesinde, "laikliğe karşı odak" olmakla suçlanıyor. Bu durum işini zorlaştırıyor.
Evet işte içine yuvarlandığımız keskin diyalog budur...
Ve yargıyla hükümet arasındaki "anayasal kriz" gelip Cumhurbaşkanı Gül’ün ne yapacağı sorusuna dayanmıştır.
- Peki Cumhurbaşkanı ne yapacak?
O da hükümet gibi yargıyı mı suçlayacak?
- Ya da yargıdan yana mı tavır alacak?
Yoksa, şöyle diyebilecek mi:
"Herkes bilsin ki, ben bir partinin değil, bir devletin cumhurbaşkanıyım. Sayın Başbakan sizin de şu hatalarınız var. Yargının da bu kadar sert çıkması yanlış olmuştur."
- Ya da muhalefet partisi liderlerini ve Başbakan’ı bir zirveye mi çağıracak.
Bu ihtimalde korkulan şudur:
- Ya hem Başbakan hem de yargı Cumhurbaşkanı’na karşı bir cevap verirlerse...
- Ya da CHP Genel Başkanı zirveye katılmazsa...
Benim gördüğüm şu:
- Büyük bir tartışmayla seçilmiş olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için şimdi cumhurbaşkanı olduğunu gösterme zamanıdır. Bu bir anlamda bir devlet sınavıdır.
Çünkü devleti devlet yapan iki önemli erk arasında ciddi bir kopma meydana gelmiştir.
Daha açık bir deyişle;
Abdullah Gül eğer bu krizi makul bir rotaya çevirirse, cumhurbaşkanlığı makamının hakkını vermiş olacak.
Çünkü bu kriz gösteriyor ki; cumhurbaşkanı olmak için TBMM tarafından seçilmek yetmiyor. Asıl olan o makamı anayasal bir ağırlık olarak hissettirmektir.
Ve eğer ben Abdullah Gül’ü tanıyorsam, kendisi açısından bu durumun ciddi şekilde farkındadır. Dahası, hataları yüze vurup gerilimi körükleyen değil, yapıcı eleştiriye dönüştüren bir çözümün arayışındadır...
Çankaya’dan detaylar
AVUSTURYA Cumhurbaşkanı onuruna Çankaya Köşkü’nde verilen yemekte üç önemli detay dikkat çekiyor. Siyasetin ötesinde üç detay.
1) Yıllardır Çankaya’da süren Kavaklıdere Şarapları hegemonyası sona ermiş... O akşam yemekte gerçekten harika olan iki marka vardı. Sarafin Beyaz ve Kayra Imperial Kırmızı... Yemekler sade ve etkileyiciydi.
2) Viyana’dan Opera Twins, Didem ve Sinem Balık çok iyi seçimdi.
3) Davetiyeler ilk kez hat sanatıyla yazılmıştı. Bu estetik olarak önemli bir gelişmeydi. (Keşke zarfların üzerinde davetiyeyi basan şirketin adı yerine eskisi gibi 16 yıldızlı kabartma fors olsaydı.)
Bir de öneri: Şehrin seçilmiş belediye başkanı devletin protokol masasında olmalı...
3. YAZI
Bir demokrasi analizi
BİR siyasi partinin genel başkanını 1500 civarında delege belirliyor.
Ama kendisini seçen delegeyi zaten genel başkan seçiyor.
Delege genel başkanı seçince, genel başkan da milletvekili adaylarını belirliyor.
Vatandaş milletvekillerini tanımadan oy kullanıyor. Ve o milletvekilleri seçilip TBMM’ye gittiğinde parmaklarını genel başkanın gözlerinin içine bakarak kaldırıyor. Genel Başkan ne derse ona oy veriyor.
Delegeler vekiller üzerinden iş takip ediyor. Sonra işi hallolan delegeler, kongrede yine o genel başkanı seçiyor. Sonra yine milletvekilleri.
Yani delegeyi genel başkan, genel başkanı delege seçiyor.
Kendi delegeleri tarafından seçilen genel başkan da milletvekillerini belirliyor.
Bu görüntü halka "milletin kendi kendini yönetmesi" olarak anlatılıyor.
Tercümesi ise "kendi kendini seçen siyasetçi"dir.
Halk da soruyor:
- Yahu ben bu vekilleri değiştiriyorum değiştiriyorum ama hiçbir şey değişmiyor?
Sonuçta:
Genel başkan memnun. Delege memnun. Vekil memnun.
Bu yüzden bu çemberi kıracak Siyasi Partiler Yasası bir türlü çıkartılmıyor.
Dokunulmazlıklar kaldırılmıyor.
Budur ayıbımız...
4. YAZI
İşte yargının bildiri gerekçeleri
YARGITAY ve Danıştay hükümete karşı bu kadar sert bildirileri neden yayınladılar?
Üç gündür bu sorunun peşindeyim...
Birçok yargıçla, hukukçuyla konuştum.
İşte çıkardığım gerekçeler:
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yargı bağımsızlığının en önemli kurumudur. Hiçbir siyasi etki altında olmamalıdır.
Ancak AB ilerleme raporlarında açıkça istenmesine rağmen Adalet Bakanı ve müsteşarı HSYK üyeliğinden çıkmıyorlar. Kurulu etki altına alıyorlar.
Her fırsatta AB değerlerini ön plana çıkartan hükümet bu konuda AB ilerleme raporlarını görmezden gelmektedir.
HSYK’nin sekretaryasının Adalet Bakanlığı’ndan kurtarılması istenirken bu yapılmıyor.
AB raporlarında bunun istenmesinin nedeni yargının bağımsızlığıyken, reform paketlerinde bu konuda hiçbir madde yok. Tam tersine HSYK üyelerinin TBMM tarafından seçilmesi istenerek yargı siyasallaştırılıyor.
Evet, daha onlarca gerekçe var. Ama en önemli maddeler böyle sıralanıyor, Belli ki, yüksek yargının iki önemli kurumu hükümetin uygulamalarına karşı bir refleks gösteriyor.
Ve hükümet dinlemiyor..
İşte "yüksek gerilim" burada başlıyor...
5. YAZI
Uyarı
DEVLET Bakanı Mehmet Şimşek, doğruları söylemeye devam ediyor... Kısa sohbetimizden çıkan sonuç şu:
- Enerji ve gıda fiyatları ekonominin üzerine çok ciddi bir şekilde geliyor. Bütün bunlara bir de cari açık eklenince kötü sinyallerin şiddeti artıyor. Bakan Şimşek, "Bütün bunlara rağmen ağır bir kriz görmüyoruz" diyor. Ama biraz daha böyle devam ederse fırtına pencereden dalacak...
6. YAZI
Merkez Bankası’nda 3. katın ’cazibesi’
MERKEZ Bankası’nın üçüncü katında asansör sık sık durmaya başlıyor.
Oysa o katta bilinen bir şey yok...
Üst düzey çalışanlardan birisi merak ediyor.
- Acaba orada ne var?
Biniyor asansöre. Basıyor üçüncü kat düğmesine. Giriyor içeri.
Ve hemen anlıyor, son dönemde neden üçüncü kata rağbet arttığını.
Üçüncü kata mescit açılmış.
O zamana kadar bankada namaz kılmayanlar, o günden itibaren üçüncü katın, "ruhani cazibesi"ne koşuyorlar.
Espri de şu:
- Daha üst katlara çıkmanın kolay yolu "üçüncü kat"tan geçer.
Oysa yıllardır Merkez Bankası’nda böyle bir uygulama yok.
Bankanın hemen yakınında birden fazla cami var. Bugüne kadar o camiler kullanıldı.
Kimse de sen niye gidiyorsun diye sormadı.
Son dönemde Ankara’daki bütün kamu binalarında benzeri bir "mescit yarışı" var...
Yanı başında cami olan kamu binaları bile mescit açıyorlar. Neredeyse açılışta kurdele kestirecekler.
Böylece "İbadete makam, sandalye karışıyor" sözü haklılık kazanıyor...
Düşünün ki hastanelerin yanındaki camiler, hoperlörlerini sonuna kadar açıp ezan okuyorlar. Hasta mı var, ameliyat mı var soran yok...
En azından ben bir hafta boyunca Mesa Hastanesi’nde yattım. AKP’nin yanındaki cami hoperlörü öylesine açıyordu ki, insan yataktan fırlıyordu.
Ben kimsenin ibadetine karışmam ama, İslam’da bu denli şekilcilik başlaması hayırlı değildir.
İslam önce insana saygıdır. Hastaya şifadır... Şekilden uzak, Allah’la kul arasındaki bir huzur çizgisidir...
Diyanet İşleri Başkanı saygıdeğer bir isimdir. Umarım bu şekilciliğe bir çözüm bulur.
En azından hastanelere dikkat...
Paylaş