Bu defa susmayacağım

POLİSLER, Meclis’ten çıkan genç kadının kafasından bastırarak beyaz bir Renault’ya bindirmişlerdi.

Haberin Devamı

Sonra diğer vekiller alındı içeri. Hızla uzaklaştı polis arabaları... Bir anda olmuştu olan. Bizdeki haber kanalları “temkinli”, dünya ajansları ise “ibretle” yayınlamıştı bu görüntüyü...

Leyla Zana tam 17 yıl önce böyle götürülmüştü Meclis’ten.

Ve o zaman, o görüntü karşısında tutulup kalmıştım. Bir şey diyememiştim.

Tuhaf bir susturucu takılmıştı sanki ellerime...

Hafızamın lekeli taraflarına baktıkça sonradan defalarca özür dilediğim bu görüntü karşısında neden tutulup kalmıştım?

Şimdi anlıyorum ki;

O zaman aslında tutulan ben değildim. İçimdeki güneşler tutulmuştu.

Kararmıştım. Vicdanımdaki bütün kepenkler inmişti.

Sonradan anladım.

Aslında tutulan gözlerimmiş. Ay tutulması gibi bir şey bu.

İşte şimdi 17 yıl sonra benzeri bir görüntüyle karşılaşıyorum.

Haberin Devamı

Bu defa da milletvekili seçilenler Meclis’e gidemiyor.

İşte Hatip Dicle.

17 yıl önce halk seçmiş. Devlet hapse atmış. Ama aynı halk bu defa daha büyük oyla seçmiş.

Milletvekili seçilen Leyla Zana, Ahmet Türk, Orhan Doğan, Sırrı Sakık, Mahmut Alınak...

17 yıl önce hapse atıldılar.

O zamanki partinin adı DEP...

Sonra defalarca parti kapatılmış. HEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP...

Kapandıkça yenisi kurulmuş.

Ve işte 17 yıl sonra, bu defa aynı halk, 7 değil, 36 milletvekili birden çıkartmış...

Ne diyeceğiz peki şimdi buna?

Halk aynı halk. Seçilenler aynı kişiler. Ve düzen aynı düzen, hapis aynı hapis...

Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık...

Bunda bir terslik yok mu sizce?

Hadi bir de bana sık sık tepki mesajı gönderen bazı okurlarıma göre düşünelim:

Ve diyelim ki ortada “ihanet” var...

Peki devletin “ihanetle” suçladığı 7 milletvekili 17 yılda nasıl 36’ya çıkıyor?

Bu halk ihanet içinde midir kardeşim?

Yoksa demokratik hakkını mı kullanmaktadır.

Elbetteki demokratik hak kullanımıdır bu.

Ve hapislerle, gözaltılarla, olağanüstü hallerle bu hakkın nasıl bir tepkiye dönüştüğü ortadadır.

Evet 17 yıl önce aynı isimler milletvekili olarak hapse atılınca susmuştum.

Mesela, “Başka yolu yok mu?” diye sormamıştım.

Bu soru yıllarca içimi kemirdi.

Ama bu defa susmayacağım...

Susmayacağım çünkü;

Haberin Devamı

Bir daha içimdeki güneşlerin tutulmasını istemiyorum.

Susmayacağım çünkü;

Bir daha vicdanımın üzerinde bir ay tutulması olsun istemiyorum.

Susmayacağım çünkü;

İnandıklarımı, nefretten örülmüş bir dikenli tel kuşatsın istemiyorum.

Susmayacağım çünkü;

Kimsenin tehdidine aldırmadan;

Bu ülkeyi ve demokrasiyi seviyorum.

İKİNCİ YAZI:

Suskun üniversitelerimiz ve sessiz kürsülerimiz için

Bu yazıyı; ülkemin suskun üniversiteleri ve sessiz akademisyenleri için yazıyorum...

Olay şu:

Dünya medya tarihinin “özgür yayıncılık antolojisi”nde yer tutan WikiLeaks zor durumda. Çünkü ABD yönetiminden baskı gelince, anlı şanlı firmalar ilanları kesmiş.

Özgür yayıncılık sıkıştı haberi duyulunca önce kim yardıma koşuyor biliyor musunuz?

Haberin Devamı

Üniversiteler. Aydınlar... Felsefeciler...

Yani özgür ve bilimsel düşüncenin ana yurdu...

Önce çağdaş felsefenin en önemli isimlerinden Slavoj Zizek çıkıyor ortaya.

WikiLeaks’ten bir duyuru yapılıyor:

“Zizek ve Assange ile Londra’da 2 Temmuz günü bir öğle yemeğinde buluşmak isteyenlere...”

İnternet üzerinden yemeğin biletleri satılıyor. 8 kişilik bir yemek bu. Ve açık artırma hâlâ sürüyor. Bilet fiyatları 10 bin doları geçmiş durumda.

Doğrusu 2 Temmuz’u büyük bir merakla bekliyorum...

Bakalım kimler oturacak o sessiz masanın etrafına...

Sonra dönüp bize bakacağım:

YÖK’ün memur kürsülerine. Ürkek ve bıkkın aydınlara.

ÜÇÜNCÜ YAZI:

Anlatamazsın

YILLARINI diplomasinin koridorlarında geçirmiş bir akil adama sordum:

Haberin Devamı

- Halkın seçtiği vekiller Meclis’e giremiyor. Nasıl anlatacaksınız bu durumu?

Tecrübelerini, çetin müzakerelerden çözmüş diplomat cevap veriyor:

- Anlatamazsın...

Bak şimdi mesela şöyle düşünelim.

Ankara’daki dışişleri görevlisi önünde bilgisayar ekranı çalışıyor. Batı’dan gelecek sorulara karşı bir cevap geliştirilmeli. Ama bir türlü o cevabın mantığı oturmuyor.

Yazıyor, içi almıyor. Gerekçe diye koyduğu cümledeki bütün harfler daha yazarken dökülüyor. Un ufak oluyor.

Ekran kararınca da kendi yüzüyle baş başa kalıyor.

Ve işte o zaman o soru gelip bir vicdan gibi alnına yapışıyor.

Seçilmiş bir vekili meclise göndermeyen düzeni nasıl anlatacaksın?

Yargı desen;

Halkın oyu derler.

Hukuk desen;

Demokrasi derler.

Haberin Devamı

Sen anlayamadığın için onlara hiç anlatamazsın.

DÖRDÜNCÜ YAZI:

Cumhurbaşkanı bu kadarla kalmamalı

MERAK ediyorum;

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Meclis’in açılış konuşmasında ne söyleyecek?

Halkın seçtiği, ama halkın meclisine gelemeyen milletvekilleri için acaba nasıl bir yorumda bulunacak?

Önceki gün bir açıklama yaptı. Ve dedi ki:

“Seçilmiş vekillerin Meclis’e girmesini engelleyen bu yasalar yeniden düzenlenmelidir. Bunun için de siyasi partiler bir araya gelmelidir.”

Bana kalırsa bu yetmez...

Cumhurbaşkanı Gül bu konuda daha keskin bir tavır almalı...

Mesela siyasi partileri toplayabilir... Anayasal görevi buna uygundur.

Böylece bir ortak deklarasyona gidilebilir. Eğer bu konu Anayasa’nın tümü üzerindeki görüşmelere bırakılırsa uzadıkça uzar.

Umarım Gül, Meclis’in açılışında çok net bir mesaj verir.

BEŞİNCİ YAZI:

CHP neden sessiz?

ACABA CHP’de kurultay için imza toplayanlar, halkın seçmesine rağmen Meclis’e giremeyen milletvekilleri için imza toplasalar olmaz mı?

Olmaz!

Çünkü onlar için önemli olan Meclis’teki iktidar değil, parti içindeki iktidar oyunudur.

Çünkü onlar Türkiye’deki seçimlerden çok parti içi seçimleri önemserler.

Bu yüzden olmaz...

Balbay için imza toplamak yerine, Dicle için soru sormak yerine, Engin Alan için “ne oluyor” demek yerine, delege avına çıkarlar.

Meclis genel kurul salonundan çok, kurultay salonu ilgilerini çeker.

Helalleşme yoktur. Hesaplaşma vardır hep...

Yazarın Tüm Yazıları