Paylaş
Hava güzel, boğaz harika.. Sonbaharın bütün renkleri şehre inmiş...
NOT: Lütfen görüntüleri izleyerek okuyun |
Bundan sonra haftada bir sizin için bakacağım. Televizyon haberleri arasında aniden geçip giden, hayatınıza hiçbir zaman düşmeyecek o görüntüleri, hayatın gerçek dekorundan çekip aktaracağım... Artık yalnızca fotoğrafı değil, hayatın akıp giden görüntülerini izleyerek yorumlayacağız. İyi haftalar diyemiyorum. 6 şehidimiz var. 11 yaralı... Yaralı deyip geçmeyin. Kim bilir ne oldu o fidanlara. Hepimizin başı sağolsun... |
Hayat ölüme mola vermiş.
İnsanlar, çatışma haberlerinden, dehşetten bir sonbahar izini almış.
Bense ofiste, televizyonun karşısına geçmiş heyecanla izliyorum...
İzlerken nefesim kesiliyor. Şaşırıyorum. Kızıyorum ve öfkeyle soruyorum...
- Kim yazar bu aşağılık senaryoyu?
- Hangi alçak böyle bir senaryoda oynatır bu çocukları?
Filmin adı:
- Bombayla oynayan çocuklar...
Bu bir dizi film değil, bir aksiyon değil.
Fantastik bir film hiç değil...
Filmin adını ben koydum...
Doğan Haber Ajansı’nın hayatımızdan çekip çıkardığı gerçek bir görüntü bu.
Belki hiçbir zaman göremeyeceğiniz;
Ve ana haberler bültenlerinde birkaç saniyede geçip giden silûetler.
İLK GÖRÜNTÜ:
OYUNCAKLARI GAZ BOMBASI - VİDEO
Dekorumuz: Silopi’nin sokakları...
Oyuncuları: Çocuklar!
Kötü adam: Çocuklara göre polis.
Esas oğlan: Siyah giyimli meçhul bir “abi”.
Perde arkasında yazılan gizli ve kirli bir senaryo.
Kapanmış kepenkler...
Ve dikkatle bakınca arka tarafta görünüyor. Esas oğlan.
Siyah elbiseli bir “abi”.
Adeta çocukları idare ediyor. Fareli köyün kavalcısı gibi. Alçak bir silûet...
İşte şimdi siz de göreceksiniz.
Ne hale geldiğimizi.
O çocukların nasıl büyüdüğünü. Nasıl kullanıldığını...
Görün ve sorun:
Mesela nasıl bir eğitim aldıklarını sorun.
İşte o kayıt... İyice izleyin.
Bakın polis gaz bombasını atıyor. İlkokul çağındaki o çocuk gazı soluyarak bombayı alıyor. Fırlatıp polise atıyor. Bir başkası tekmeliyor.
Bombayla top oynuyorlar neredeyse...
İşte bu görüntüleri izlerken sordum:
- Nasıl büyüyor bu çocuklar?
Gaz bombasıyla saklambaç oynayan çocuklar.
Öfkeye, nefrete, ölmeye, öldürmeye aday çocuklar.
Ben bu satırları yazarken 6 vatan evladı daha şehit düşüyor.
Tamam terörle mücadele elbette yapılmalı. Dağlardaki teröristle savaşılmalı.
Bu tamam. Ama bombayla top oynayan bu çocukları ne yapacağız?
Nasıl engelleyeceğiz bu “aile içi şiddeti”.
İnsansız hava aracıyla, predator’la engelleyebilir misiniz bu nefret ve ölüm oyununu?
Hayır. Bir tek yolu var bunun...
İyi bakın. Son anda çıkıyor ortaya...
Anne o... Alıp götürüyor çocuklarını.
O anne kimdir bilemiyorum... Ama bildiğim bir şey var...
O da içimden gelen şu ses:
- O çocuklar için onları dinlemeliyiz. Annelerle konuşmalıyız.
İnsansız hava araçlarıyla değil, en insani şeyle kurtarırız o çocukları.
O da bir anne yüreğidir...
İKİNCİ YAZI:
O kahramanı hiç göremedik
İKİNCİ GÖRÜNTÜ
O KAHRAMANI HİÇ GÖREMEDİK - VİDEO
Dekorumuz: Bitlis karayolu üzerindeki Polis Meslek Okulu...
O gündelik haber sağanağı altında;
BM toplantılarındaki “şok açıklamalar”ın, büyük devlet meselelerinin, Kıbrıs’taki gaz krizinin, İsrail özrünün, Messi ve Arda rekabetinin arasında;
Bu dekor da kaçtı gözümüzden. Ve bu yüzden onu görmedik...
Haber bültenlerinde; birkaç saniyede geçip gitti. Farkına bile varmadık. Dijital bir hayalet gibi kayboldu.
Ancak şimdi birkaç kez üst üste ağır çekim izleyince görüyoruz.
Ölümün kıyısında nöbet tutuyordu. Kader çizgisi birkaç kurşun ötede... Umutları gökyüzü mesafesinde.
İşte siyah bir minibüs aniden duruyor. İçinden 4-5 terörist iniyor. Ellerinde uzun namlulu silahlar.
Duvarın arkasından kurşun yağdırmaya başlıyorlar.
Onunsa üzerinde çelik yelek yok. Ama belli ki çelik gibi bir yüreği var. Üzerine yağan kurşunlara karşı o da basıyor tetiğe. Kaçmıyor. Üzerlerine
gidiyor. Teröristler kaçıyor.
Ve belki de onun sayesinde, oradan geçen okul minibüsündeki çocuklar kurtuluyor.
Adını bilmiyorum. Kimsin tanımıyorum. Bu kahramanlığın için sana ne ödül verdiler onu da bilmiyorum. Belki de kimse farkına varmadı...
Ama olsun. Ben gördüm. Şimdi yüz binler senin o kahramanlığını izliyor.
Helal olsun sana polis kardeşim.
ÜÇÜNCÜ YAZI:
Taht kılıklı koltuk
MÜSTEŞARLIĞI sırasında uzun sohbetler yapmıştık Ömer Dinçer’le...
Oradan biliyorum. Mütevazidir. Makam sandalye merakı hiç yoktur.
Görev insanıdır.
Ama siz ne olursanız olun, bazı şeyler peşinizi bırakmıyor.
Bu defa dekorumuz bir lise açılışı.
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer konuşuyor.
Ve kamera izleyenlere dönünce o acayip görüntü ortaya çıkıyor.
Devasa kırmızı bir “bakan koltuğu”. Ve iki yanında cılız sandalyeler...
Yani “bakan koltuğu” ve cılız sandalyelerdeki “öteki ilgililer!”
Hiç bitmedi bu “taht kılıklı” makam koltukları...
O yağcı zihniyet, Özal’da da getirip koyardı. Demirel’de de... İktidar kimse ona hazırlanırdı dev koltuk... Biliyorum Dinçer de sıkılarak oturmuştur o koltuğa.
“Şeyh uçmaz mürit uçurur!” böyle bir şeydir işte...
Paylaş