Barikat ve hakikat arasında

CÜZDANIMDA şiir taşıyor olmamı sevmese de;

Haberin Devamı

Ben Sırrı Süreyya Önder’in sahiciliğini severim.
Önceki gün;
Benim de davet edildiğim ama gidemediğim Habertürk’teki Basın Kulübü programında bir çağrı yaptı:
“Her kesimden akil adamlar bir araya gelsin. Her partiden makul insanlar bir araya gelsin. Kürt meselesinin çözümü için konuşsunlar. Diyalog olsun!”
Evet!
Ben de bu çağrıyı, en yüksek sesimle haykırıyorum.
Haykırıyorum çünkü;
Yıllardır bu meselenin her tarafında olmuş bir gazeteci olarak;
Diyorum ki:
Konuşmaktan başka çaremiz yok.
Sözün değil, kurşunların bittiği yerde;
Artık askeri cesareti değil;
Sivil cesareti istiyoruz.
İstiyoruz çünkü:
Çocuklarımız ölüyor arkadaşlar.
İstiyoruz çünkü;
Cenazelerimizi nasır bağlamış bir alışkanlıkla kaldırıyoruz artık.
Ve eğer böyle giderse...
Yani her birimiz kendi kalbimizi birer kurtarılmış bölge ilan edersek;
30 yıldır olduğu gibi;
Yine o Nevruz görüntülerindeki gibi;
Barikat ve hakikat arasına sıkışıp kalacağız...

Haberin Devamı

İKİNCİ YAZI

Gönüller koparsa

BİRKAÇ yıl önce;
Meclis’teki odasında Ahmet Türk’le konuşuyorduk.
Sohbet dönüp dolaşıp “çözüme” geldikçe...
Her defasında yutkunuyordu Türk. Tıkanıyordu. Derin nefesler alıp susuyordu.
Bir ara durdu; uzaklara doğru baktı ve dedi ki:
- Fatih Bey benim en büyük korkum nedir biliyor musunuz?
- Nedir?
- Ömrümüz bir derdi anlatmakla geçti. Ömrümüz bu meseleyi anlatmakla, çözüm için uğraşmakla geçti. Tartıştık, küstük, kızdık. Ama yine konuştuk. Çözümü siyasette, seçimde, demokraside aradık. Bütün bunları yaşadık. Bugüne kadar fikirler ayrıydı. Ama benim korkum şimdi gönüller ayrılacak. Ondan korkuyorum. Gönüller koparsa nasıl konuşuruz?
Ben Ahmet Türk’ün bu korkusunu hafızamın en görünür yerine;
Hiç inmeyecek bir afiş gibi astım.
Şimdi de bir pankart gibi açıyorum.
Ve diyorum ki;
30 yıldır polise, askere taş atan o çocuklar;
Okullarının bahçesinde gaz bombasıyla top oynayan o çocuklar;
Hangi nefretin ve öfkenin tarlasında yetişiyorlar.
Şiddet açıyorlar sonra, şiddet.
Arkadaşlar;
Fikirler ayrı düşebilir!
Ama dikkat edin;
Gönüller kopmasın!!!

ÜÇÜNCÜ YAZI

Uzak olmayan bir zamana yakın plan bakarsak!!!

Haberin Devamı

THE Economist’teki yazının başlığı dikkatimi çekti.
“Türkiye ve Kürtler: İsyan Günleri”
Ciddi bir analiz...
Derginin Türkiye muhabiri Amberin Zaman.
Amberin detaycı ve işini titiz yapan bir gazetecidir.
Bu yüzden analizi daha da önemsiyorum.
Son paragrafta diyor ki:
“Yaklaşık 2 milyon Kürt’ün yaşadığı tahmin edilen Suriye ile ilgili riskler daha büyük. PKK’nın savaş gücünün üçte birini Suriyeli Kürtlerin oluşturduğu düşünülüyor. Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasındaki uçurumun geri döndürülemez şekilde büyümüş olması da Esad’ın PKK ile dostluğunu yeniden pekiştirmiş olabilir. Irak’ta Erbil’deki Kürtler ile Bağdat’taki Şii önderliğindeki merkezi yönetim arasındaki sorunların artması da kaygı verici bir diğer gelişme. Üst düzey Batılı bir diplomat, ‘Er ya da geç bağımsız bir Kürdistan ortaya çıkacaktır’ diyor. Bu olsun ya da olmasın Türkiye’nin içinde barındırdığı Kürtlere çok daha iyi bir anlaşma sunması gerekiyor.”
Doğrusu eski zaman gazeteciliğinden kalma bir alışkanlıkla;
“Kim bu diplomat?” diye sorulabilir.
Ama ben sormuyorum.
Çünkü diplomatın kim olduğundan çok ne dediği ilgilendiriyor beni.
Ayrıca birçok diplomatın böyle düşünebileceğini de biliyorum.
Kuzey Irak’taki Kürdistan özerk bölgesine gidenler;
“Kürdistan’a hoş geldiniz” tabelasını zaten bilir.
Orada ihale alan işadamı dostlarımın da artık bağımsız bir devlet muamelesi yaptığını biliyoruz.
Fiili bir durum var yani.
Şimdi The Economist’teki analize dönersek;
PKK güçlerinin üçte birinin Suriyeli Kürtler olduğu gerçeği sallanmakta olan Suriye rejiminde önemli bir roldür.
Diplomat “Er ya da geç bağımsız bir Kürdistan çıkacaktır”  öngörüsünü, Suriye’deki gelişmelere bağlıyor.
Ve buradan yola çıkıp; Türkiye’ye sesleniyor:
“Olsun ya da olmasın; Türkiye’nin içinde barındırdığı Kürtlere çok daha iyi bir anlaşma sunması gerekiyor!”
İşte kırılma noktası da tam buradadır.
Nasıl bir anlaşma?
Kim kimle anlaşacak?
“Yeni” diye sunulan ama;
30 yıldır yaşadığımız “nişangâh bakışlı çözüm” zihniyetinden;
İnsani çözümlere “insansız uçak” gönderen, “tetik kafalı” anlayıştan bugüne kadar ne kazandık ki.
Meşru zemin olan siyasette çözüm arayışında BDP’nin muhatap alınması ne yazık ki yeterli görülmüyor.
PKK’nın ve Öcalan’ın devre dışı bırakılma politikası;
Ne yazık ki mümkün görünmüyor.
Neden mi?
Çünkü BDP açıktan “Öcalan muhataptır” diyor.
Zaten geriye doğru baktığımızda da bir dönem sinei millete dönme kararı alan BDP vekillerinin Öcalan’ın çağrısı üzerine Meclis’e geri dönüp grup kurduklarını hatırlıyoruz.
Sıkıntı işte buradadır.
Nevruz kutlamaları sırasında polis barikatlarına karşı sokağa dökülen binlerce insana, “Kandırıldılar, zorla çıkartıldılar” demenin de bir mantığı yok.
Bu durumda bahara girerken;
Yine içimizde “endişe uçurumları” açılıyor.
Demokratik adımlarla; insani yaklaşımlarla çözülmesi gereken bir sorunu;
Şiddetin sarmalına çekecek bir eşikteyiz sanki. 
Suriye’deki gelişmeler ve Suriye Kürtlerinin durumu dikkatle izlenmelidir.
Suriye’de Kuzey Irak benzeri bir yapılanma söz konusu olabilir.
Ve oradan Batılı diplomatın uyarısına çıkılabilir.
Türkiye Kürt sorununu bir demokrasi sorunu olarak görüp;
Daha fazla vakit kaybetmeden önce kendi evinde, sonra da bölgede “demokratik inisiyatif” almalıdır.

Haberin Devamı

DÖRDÜNCÜ YAZI

Peki bu reklamı kim temizleyecek?

ADAM bir şampuan reklamı yapmış.
Onu da bütün televizyonlar yayınlıyor.
Reklamda Hitler konuşuyor.
Ve diyor ki:
Kadın gibi giyinmiyorsan kadın gibi şampuan kullanma!
Neresini tutsan dökülüyor.
Kadını aşağılamasına mı...
Tarih en büyük faşist katilinin “erkek” vurgusuna mı?
Şampuanla saçları temizlemek istiyor da...
Bu reklamın yarattığı pisliği kim temizleyecek?

Böyle reklam olur mu / WEBTV

Yazarın Tüm Yazıları