Paylaş
Ergin Paşa cevap veriyor:
- Elbette çok etkili oluyor. Üsttekiler alttakilerle mücadeleye başladı. Bakın üstteki terörist telsizden bağırıyor: "Beni aramayın demedim mi size? Her aradığınızda tepemize bomba yağıyor..."
Bu telsiz konuşması aslında her şeyi ortaya koyuyor. Belli ki, teröristlerden gelen her sinyal, bombardımana dönüşüyor.
Ergin Paşa devam ediyor:
- Tabii böyle bir hava basıncı üzerine teröristler de dağlardan yerleşim bölgelerine doğru indiler. Oraları vurmadığımızı biliyorlar.
- Peki bunun için ne olacak?
- Bakın her türlü hareketlerini görüyoruz. Şehirlerden destek alıyorlar. Lojistik olarak bu destek sürüyor. Hadi dağlarda mücadele etmeye gücün yoktu. İşte şehre geldiler. Ne yapıyorsun görelim.
Bu sözler elbette Barzani’ye gidiyor... Bu son sorunun ardında askerin Barzani’ye inanmakta güçlük çektiği ve bunu da bu yolla sınadığı sonucu çıkıyor. Daha açık bir şekilde söylersek:
- Asker, Talabani ve Barzani’ye güvenmiyor..
PKK’ya gelince, dağlardan şehirlere kaymış. Toparlanmaya çalışıyor...
İKİNCİ YAZI
’BİTTİ’ DEMEM
KARA Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ çok ilginç bir PKK yorumu yapıyor.
Yani bizler, "Harekátlarda PKK dağıldı. Bitti, tükendi" diye manşetler atarken, Başbuğ Paşa’dan şu yorum geliyor:
- Ben asla terör örgütü için dağıldı demem. Darbe yedi derim. Çünkü dağıldı, bitti dedikten sonra meydana gelen herhangi ufak bir olay vatandaşın kafasında soru işareti yaratıyor. Teröristler çok ağır darbe yemiştir. Daha da yer.
Doğrusu buna katılıyorum. Her defasında "PKK bitti" açıklamaları daha sonra gelen "Kanları yerde kalmayacak" nutuklarıyla birleşince milletin moral ve güven sınırı çatlıyor.
ÜÇÜNCÜ YAZI
ASKERLER RAHATLADI
GENELKURMAY’ın Ortadoğu konulu bir konferansına katıldığım için komutanlarla sık sık sohbet imkánı buldum.
Tabii ilk konu Anayasa Mahkemesi’nin kararı.
Karar üzerine hiçbir komutan yorum yapmıyor.
Ancak benim çıkardığım sonuç şu Yargının en yüksek karar organının böyle bir tavır alması ve bunu laiklik ilkesine bağlaması askeri biraz rahatlatmış.
Şöyle özetleyebilirim:
"Bu ülkede laiklik ilkesini koruyan tek kurum askerdir düşüncesi artık yeterli değildir. Demek ki diğer Anayasal kurum olan yargı da sahip çıkıyor."
Ve daha ileri bir yorum:
Asker zaman zaman laiklik kaygıları nedeniyle açıklamalar yapmak zorunda kalmıştır.
Bu da askeri (demokrasiye ve iç politikaya müdahale) gibi suçlamalarla karşı karşıya bırakmıştır.
Bu karar en geniş anlamda askerin üzerindeki bu yükü almıştır.
Tabii bunlar benim çıkardığım sonuçlar.
Konuşmasalar da ben komutanlarda böyle bir psikoloji gördüm...
DÖRDÜNCÜ YAZI
KRİTİK GÜN SALI
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan salı günü partisinin grup toplantısında konuşacak.
Yani Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra ilk kez...
Peki ne diyecek?
Daha mı sertleşecek?
Gemileri yakacak mı?
O da Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa suçu işlediğini mi söyleyecek?
Bütün bu soruların cevapları, salı gününden itibaren Türkiye’nin nasıl bir atmosfere gireceğini göstermesi açısından önemlidir.
Türkiye ya büyük bir "Anayasal kaos"un içine düşecek ya da "düşük yoğunluklu kriz"e devam edecek.
Hiçbir bilgiye dayanmadan şunu söyleyebilirim:
- Başbakan, Anayasa Mahkemesi’ni doğrudan hedef almayacak. Ancak özgürlükler ölçüsünde konuşarak "türban serbestisi mücadelesi"nin bitmediği mesajını vermeye çalışacak...
Yani hem kendi tabanını tutmaya, hem de krizi körüklememeye özen gösterecek.
BEŞİNCİ YAZI
HANGİ CÜPPE!
CUMA saat 17.00. THY Ankara-İstanbul uçağı yolcu alıyor.
Yolcuları uçağa götüren VIP otobüsünde bir AKP milletvekili, yanındakine Anayasa Mahkemesi’nin kararını yorumluyor:
- 9 tane adam (ben yalnızca adam yazıyorum) 411 milletvekilinin iradesini kesip atıyor...
AKP’li vekil otobüste bağırıyor...
Sert ifadeler...
Anayasa Mahkemesi üyelerine yükleniyor...
Orada bulunan başka milletvekilleri, ters ters bakıyor.
Ama AKP’li vekil hiç oralı olmadan devam ediyor. Çünkü çok sinirli....
Ben bu siniri biliyorum.
Ama bildiğim bir şey daha var. O da şu:
- O karar yalnızca 9 kişinin kararı değildir. Kişisel değildir. Yani 9’a karşı 411 milletvekili diyemezsiniz. Yani yargıya karşı TBMM diyemezsiniz. Yani yargı iradesine karşı millet iradesi diyemezsiniz. Çünkü yargı da milet adına irade kullanır.
Sinir ve iddia şu:
- 9 tane cüppeli yargıç, millet iradesini yasaklıyor...
İşte bu ayıp...
Cumhuriyetin ve milletin iradesini, hazin bir karanlığa götürmeye çalışan "cüppeli hocaefendi"lerin tarikattaki cüppesiyle, Cumhuriyet’in yargıcının "hukuk ve adalet cüppesi" çok farklıdır.
Biri Cumhuriyet’in mahkemesinde Anayasa’yı korumak için giyilir.
Diğeri Cumhuriyet’in, adaletin, laikliğin karşısına dikilmek için.
Cüppeleri karıştırmamak lazım..
Belki de karıştıran filan yoktur.
Cüppelerden birisi diğerine bilerek ve gizlice tercih edilmektedir. En iyisi gelin birbirimizi yormayalım. Herkes yüreklice açıklasın:
- Kim hangi cüppeyi istiyor.
ALTINCI YAZI
hurriyet.com.tr’de
ESKİ Adalet bakanlarından İsmail Müftüoğlu, "İstanbul Platformu" adı altında çok düzeyli bir "tartışma alanı" yaratmış.
Önceki akşam oradaydık.
Konuşmacı olarak Yaşar Nuri Öztürk vardı.
Büyük bir merakla gittim.
Milli Görüş çizgisinden gelen Müftüoğlu’nun organize ettiği "platformda" acaba nasıl sorular, hatta itirazlar gelecekti. Öyle olmadı. Düzeyli bir toplantı gece yarısına kadar sürdü.
O toplantıdan bir özet cümle aktarmak istiyorum:
- Bakın Müslüman coğrafyada hep bir baş eğme, bağlanma var. Bağımsızlık savaşı bir tek yerden gelmiş. O da Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarından. Bu nedenle Muhammed’in mirasıyla, Gazi Mustafa Kemal’in ruhunun birleştiği tek ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlık savaşı vermiş ve böylece tek model olmuştur...Bu iki mirasın beraberliği önemlidir... Bu iki mirası birbirinden kopartırsanız modeli bozarsınız.
İşte söz bu...
Bu arada Yaşar Nuri Öztürk, salı gününden itibaren haftada 5 gün hurriyet.com.tr’de yazacak.
Soruları cevaplandıracak.
Görüntülü yorum yapacak...
YEDİNCİ YAZI
ÜLKEMİN ZEKASI
BAZEN bir kelime, ya da bir cümle her şeyi anlatıyor.
Öyle uzun yaldızlı, ağır nutuklara gerek yok.
Kısa bir cümle yetiyor.
Türkiye’nin üzerini "habis bir bulut" gibi kaplayan bu ağır gündeme karşı, "gülümseyen bir güneş parçası" gibi kahkahalarımızı ayaklandıran o cümle...
Penguen Dergisi’nden geliyor.
Ben bu zekáyı alkışlıyorum.
Neden mi?
Hem gülüyorum, hem de en ağır ve kasvetli bir olayın bile mizahla süpürülüp ruhumuzdan kazınabileceğine olan inancım artıyor.
Muhalefetin o ince ve derin zekáyla nasıl bir toplumsal kahkahaya dönüştüğünü ve o kahkahanın nasıl ezici bir muhalefet olduğunu anlıyorum.
Evet bazen bir cümle yetiyor.
Tıpkı Nuri Bilge Ceylan’ın şu sözünü alkışladığım gibi:
- BEN BU ÖDÜLÜ TUTKUYLA SEVDİĞİM YALNIZ VE GÜZEL ÜLKEME ADIYORUM.
Evet yalnız ve güzel ülkenin insanları.
TUTKUYLA SEVDİĞİMİZ BU ÜLKENİN UFUKLARINI KİMSENİN KARARTMASINA İZİN VERMEYELİM.
SEKİZİNCİ YAZI
KERKÜK'TE BEYİN AMELİYATI
GEÇTİĞİMİZ hafta Çankaya Köşkü’nde bir "Kerkük zirvesi" yapıldı...
Türkmen Cephesi liderlerinden Sadettin Ergeç’e sordum:
- Zirvede ne konuşulduğunu biliyor musunuz?
- Hayır bize bir şey söylenmedi...
- Peki ne oluyor?
- Orada şu anda tam bir beyin ameliyatı oluyor. Bir sinire dokunsa felç olacak.
Evet Kerkük bu durumda.
Yağmalanmış tapu kayıtları, dağılmaya başlayan Türkmen Cephesi ve ne yapacağını tam olarak bilemeyen, ABD’ye bakan bir Türkiye...
Damarlarından petrol akan bir bedenin beyin ameliyatı çok zor oluyor...
Üstelik, bu ameliyatta doktor mu, hastabakıcı mı, yoksa morg müdürü müyüz belli değil...
Paylaş