Yol tıkanır,
"polis" deriz...
Kapkaç,
"suçlu polis"...Hırsız girer,
"Polis nerede?"...
Bomba patlar,
"Polis uyuyor mu?" sesleri yükselir. Toplumsal olaylarda yine öyle...
İçişleri Bakanı Osman Güneş’i aradım. Bakan Güneş tam bir şeffaflık örneği verdi ve olayları bütün detaylarıyla aktardı.
Şimdi size başlıklar halinde Türk polisinin bize yansımayan
"sessiz kahramanlık"larını aktarıyorum..
10 AYIN BİLANÇOSU ÇOK KORKUTUCU
-
Büyük şehirlerde ve polis bölgelerinde 10 ay içinde tam 134.610 kilo plastik patlayıcı ele geçirilmiş.- Bu ne demek?
Bakan cevap veriyor:
"Yani Ulus’taki o alçakça saldırının bir benzerini yapmaya çalışanların yakalanması anlamına geliyor bu."Ulus’taki çarşıda canlı bombanın patlattığı plastik bombayı unuttuk. İçimiz yanmıştı.
Bakan, benzeri sabotajlar için plastik patlayıcıyla büyük şehirlere gelen intihar timlerinin yakalandığını söylüyor. Bu 134 kilo plastik patlayıcı odur işte. İstanbul’da, Adana’da, İzmir’de.
Düşünün bir pazar ailenizle bir alışveriş merkezine gidiyorsunuz.
"Canlı bomba" alçakça tuzağını hazırlıyor o sırada.
Siz alışveriş merkezinden içeri giriyorsunuz. Canlı bomba plastik patlayıcıyı üzerine sarıyor. Ve işte tam o sırada polis basıyor ve yakalıyor. Siz hiçbir şeyden habersiz birkaç gece sonra evinizde haberleri izlerken şöyle sıradan bir cümleyi duyup başka bir kanala geçiyorsunuz:
-
Polis, 42’inci Sokak’ta yaptığı baskında... plastik patlayıcılarla birlikte iki teröristi... ele...Hayatınız, bir başkasının ellerinden işte böylesine kayıp geçiyor.
Evinizde hiç bilmeyeceğiniz kaderinizin haberi bu. Ve siz hiç önemsemeden dinliyorsunuz.
Patlamayan bombaların size bıraktığı hayat budur işte.
4 TERÖRİST AYRI YERLERDEN GELİYOR
Bakan Güneş’e soruyorum:
- Peki nasıl yakalanıyorlar?
-
Bu patlayıcılar Kuzey Irak ya da İran sınırından giriyor. Takibe alınıyor. Fünye taşıyan ayrı, elektrikli patlayıcı düzeneğini taşıyan ayrı, plastik patlayıcıyı getiren ayrı yerlerden geliyor. Patlatacak kişi de son anda katılıyor. Yani eylemden çok kısa bir süre önce buluşuyorlar. O zamana kadar polis sessizce takip ediyor. Ve hepsi bir araya gelince yakalıyor. Hiçbirini kaçırmamak lazım.Film gibi değil mi?
Bizlerden habersiz hayatlarımızın üzerine görev yapan bu
sessiz kahramanları unutmamak gerekiyor.
İsrail’den Ankara’ya çok özel bir not
ABD’deki Yahudi grupların en önemlilerinden American Jewish Commitee ve Anti Defamation Leaque (ADL) (İftira ve İnkárla Mücadele Birliği) 1915 Ermeni olaylarını soykırım olarak tanıyacağını bildirdi.
Bu olay bizi Türkiye’de giderek yayılan iki düşmanlığı körükleyecek bir sonuca sürüklüyor.
Birisi Amerikan düşmanlığı.
Öbürü Antisemitizm.
Bugüne kadar ABD’de Ermeni soykırım tasarısı ile ilgili yapılan bütün oylamalarda Yahudi lobileri Türkiye’den yana tavır almışlardı.
Şimdi bir karar değişikliği var.
Bunun temelinde bir süredir Türkiye’nin İran’la başlattığı ortak enerji projeleri yatabilir. Tahran’ın,
"İsrail yeryüzünden kaldırılmalıdır" açıklamaları ve nükleer faaliyetleri, Lübnan’da Hizbullah’a yardımları ve Irak’ta ABD’ye karşı casusluk faaliyetleri, Şii desteğiyle birleştirilince olayın boyutları ABD ve İsrail çıkarları açısından daha da büyüyor.
Türkiye işte bu İran’la ortak
"enerji projeleri"ne başlamıştır.
Enerji Bakanı Hilmi Güler’in Tahran ziyaretinin ardından da ABD’deki Yahudi lobisinin bu kararı gelmiştir.
İşte şimdi Ankara’nın önünde çok özel bir not durmaktadır.
Bu olayın bir İsrail düşmanlığını tetiklemesine kesinlikle izin verilmemelidir. Çünkü İsrail Türkiye için çok önemli bir müttefiktir.
Kararı alan lobinin üyelerinin aslında birer ABD vatandaşı olduğu unutulmamalıdır.
Bu bağlamda sorunun ABD merkezli çözümü esas alınmalıdır.
Evet, ben bugüne kadar Türk-İsrail ilişkilerinde İsrail’in hep sözünü tutan bir devlet olduğunu gördüm.
İsrail arkadan dolanan, pusu kuran, ikili oynayan bir devlet değildir. Türkiye, İran, İsrail ve Ortadoğu politikalarına din eksenli değil, bu açıdan bakmalıdır.
İsrail düşmanlığına izin verilmemelidir.
K. Irak için geri sayım
ÖNÜMÜZDEKİ ilk Milli Güvenlik Kurulu toplantısının bir numaralı maddesidir.
İki önemli kaynaktan çok iyi biliyorum ki, kış gelmeden PKK’nın Kuzey Irak’taki bazı kampları ve Erbil’deki büroları basılacak.
Yeni Cumhurbaşkanı ile yeni hükümet bu konuda ABD ile son kritik görüşmeyi yapar mı yapmaz mı bilmiyorum. Ama Washington’a şu mesaj gitti.
"Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimini yapıp kabineyi kurduktan sonra, düğmeye basılır." Devamla:
"NATO üyesi olmayan bir ülkeden gelen tehdit olarak değerlendirilen bu faaliyetlere karşı sıcak takip başta olmak üzere her türlü baskın senaryosu gerçekleştirilecektir."İsterseniz biz buna artık
"geri sayım" değil
, "ileri sayım" diyelim.
Komutandan bir ilk
HAVA Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki devir teslim törenine 4 gazeteci davet edildi.
Fikret Bila,
Tuncay Özkan,
M. Ali Kışlalı ve
Bekir Coşkun.Doğrusu merak ettim.
Başbakan’la "çek git polemiği"ne giren Bekir Coşkun acaba daha önce böyle bir törene davet edilmiş miydi?
Çünkü normalde bu tür törenlere gazetelerin Ankara temsilcileri eğer akredite ise çağrılırdı.
Bila, Milliyet’in Ankara temsilcisiydi.
Kışlalı bir meslek büyüğümüz olarak bu tür törenlerin tümünde olur.
Peki TV dünyasından neden yalnızca
Özkan, bu bir soru.
Ama daha önemli soru şu:
- Bekir Coşkun bir önceki Hava Kuvvetleri Komutanlığı devir teslim törenine davet edilmiş miydi?
Aradım.
Bekir Coşkun,
"Biraz düşüneyim. Hatırlamıyorum" dedi ve sonra şu cevabı verdi:
-
Hayır davet edilmemiştim.İşte bu cevap bendeki sorunun şiddetini artırıyor.
Acaba Başbakan’la son dönemde girdiği polemik açısından
"Başbakan size cumhurbaşkanını tanımıyorsan Türk vatandaşlığından çık diyor ama biz seni en itibarlı törenimize davet ediyoruz" mesajı mı verilmek istenmişti?
Büyükanıt’ın sessizce verdiği en kritik mesaj
MİLLİYET ’ten
Fikret Bila Genelkurmay Başkanı Org.
Yaşar Büyükanıt’a çok önemli bir soru sormuştu:
- Yeni Cumhurbaşkanı’nın seçileceği gün siz ve arkadaşlarınız Meclis’te olacak mısınız?
-
Bilmiyorum. Daha erken. Salı gününün programı daha belli olmamıştır.Ben bu soruyu ve cevabı çok önemsiyorum.
Bir başka soru ve cevap ise şu:
- Sayın Gül’e 30 Ağustos resepsiyonu için nasıl bir davetiye göndereceksiniz? Eşli mi, eşsiz mi?
-
Bilmiyorum. Bu konuda bir karar yok. Yeni komutanlar yerlerine otursunlar. Onların görüşlerini alır, konuyu değerlendiririm.Böyle bir dönemde bu sorular ve cevaplar 24 Ağustos günü Bila’nın köşesinin son paragrafına doğru sessizce okunup geçti. Bana göre çok önemliydi.
Demek ki Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları (eğer seçilirse) Cumhurbaşkanı Gül’e gönderilecek davetiye için özel bir değerlendirme toplantısı yapacaklar. Muhtemelen aynı toplantıda Cumhurbaşkanlığı seçimi için TBMM’ye gelip gelmeyeceklerine de karar verecekler.
Olayın önemini gösterecek daha önemli bir soru-cevap olabilir mi?
Görüştüler mi
ÖNEMLİ bir soruydu bu. Abdullah Gül, cumhurbaşkanı adaylığı ile ilgili Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’la baş başa görüşmüş müydü? Bir pazarlık olmuş muydu? Tarihe not düşmek adına çok detaya girmeden bir bilgiyi aktarmam gerekiyor.
1) Hayır hiçbir pazarlık olmadı.
2) Seçimlerden önce Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan’ın bilgisi dahilinde çok özel bir şekilde Genelkurmay Karargahı’na gitmişti. Konu Irak’tı ve bu ziyaret gizli tutulmuştu.
İşte orada Gül,
"27 Nisan Bildirisi"nden dolayı
"üzüldüğünü" söylemişti. Org. Büyükanıt ise
"Lütfen bunu kişisel almayın" cevabını vermişti.
Çünkü o tarihte Gül cumhurbaşkanı adayı idi. Ve doğal olarak bildirinin kendisini de hedef aldığını düşünüyordu.
Evet işte olay budur. Ne bir pazarlık olmuştur. Ne de bir anlaşma...
Zaten Gül, Genelkurmay Başkanı’ndan icazetle Cumhurbaşkanlığı’na çıkmanın hiçbir devlet geleneği ile bağdaşmayacağını çok iyi bilecek bir devlet tecrübesine sahiptir.