Paylaş
EPDK’nın eski başkanı Yusuf Günay’ın cevabı bu.
Günay Türkiye’nin "enerji potansiyelini iyi bilen" bir isimdir.
Önümüzdeki günlerde uzun bir sohbet yapacağız. Bu hafta giriş olsun.
Çünkü önümüzdeki dönemde Türkiye’nin en büyük sorunu enerji açığıdır.
İşte BOTAŞ.
Bir zamanların en büyük şirketi, en kárlı ve dev şirketi şimdi ne halde?
Batık... Resmen batık...
Günay şöyle diyor:
- Ben geçen yıl ayrıldığımda BOTAŞ’ın alacağı 10 milyar doları bulmuştu...
İnanılır gibi değil..
Peki nasıl oldu bu?
- Çünkü Hükümet elektriğe zam yaptırmadı. BOTAŞ doğal gazı verdi. Parasını alamadı. BOTAŞ’a para ödenmeyince zamma gerek duyulmadı. Yani yapılması gereken zam halının altına süpürüldü. Ben o zaman, böyle gitmez elektrik fiyatlarını baskılamayın, serbest bırakın demiştim. Ama olmadı. Şimdi birikti birikti BOTAŞ 10 milyar dolardan fazla alacağıyla batık hale geldi. Elektrik zamları da peş peşe patlamaya başladı.
Evet durum bu...
10 milyar dolarlık bir batık yani...
Tabii bir de şu söylenti var...
Ankara’da EGO parasını ödemedi, bu yüzden BOTAŞ battı. Bu da doğru değil. EGO’nun borcu toplamda çok az bir yüzdeyi tutuyor. Asıl borç EÜAŞ’ta... Yani devlette...
Şimdi Enerji Bakanlığı bütün gücüyle bu sorunu aşmaya çalışıyor. Zam olmadığı için yatırımcı enerjiye yönelmedi. Açık büyüdü.
Şu anda enerji üretimi ve tüketimi başa baş görünüyor. Ama kış kapıda...
Umarım uluslararası finans çevrelerine "parlayan yıldız" diye sunulan Türkiye, "mum ışığı"na dönüşmez...
İKİNCİ YAZI
İftara neden geldi
İSPANYA Başbakanı Zapatero, Başbakan Erdoğan’ın iftar davetine geldikten sonra ülkesinde çok ciddi eleştiri aldı...
Amaç "medeniyetler ittifakı" olsa da "sen burada kiliseye bu kadar gitmiyorsun" diyenler Zapatero’ya tepki gösterdiler...
Biraz düşündüm de bu "medeniyetler ittifakı" kapsamında acaba iki ülke arasında ne oluyor?
Medeniyet aynı zamanda teknoloji, refah ve ticaret olduğuna göre iki ülke arasında bir "medeniyet alışverişi" de olmalı.
Zapatero da bunun için Türkiye’ye gelmiş olmalı.
Yani, ittifakın olması için gereken "medeniyet alışverişi".
Eğer medeniyet ateşin ve tekerleğin bulunuşuyla başladıysa;
Bizim tarafta pek alış yok. Ama verişin listesi uzun:
İşte ittifakın medeni listesi:
İspanyol medeniyeti:
Aliağa-Menderes raylı sistem projesi vagon ihalesi. (99 vagon) İspanyol CAF firması 123 milyon Euro’ya almış.
Ankara-İstanbul 10 adet hızlı tren alım ihalesi. Yine İspanyol CAF firması kazanmış.
ANKARA-İSTANBUL hızlı tren hattı 1. etabı. İspanyol firma Obrascon kazanmış (tamamlandı).
İspanyol CASA uçaklarının TSK’ya satılışı...
Otoyol ve köprü özelleştirmeleri.
TOKİ’nin sahillerde yabancılar için yapacağı site ihalelerine talipler.
Elektrik dağıtım ihaleleri.
Türkiye tarafı:
- İftar daveti...
Şimdi anladık mı "Medeniyetler arası ittifak"ı... Zapatero’nun neden geldiğini..
ÜÇÜNCÜ YAZI
Bu yağcılığı kim yaptı
ANKARA Sanayi Odası’nın yeni binası tamamlandı...
Görkemli bir bina.. Başbakan’a açılış için davetiye gitti.
Hummalı bir hazırlık. Bu arada Yönetim Kurulu toplandı ve bir öneri geldi:
- Efendim bu binaya Sayın Sanayi Bakanımız Zafer Çağlayan’ın ismini verelim.
Karşı çıkanlar oldu:
- Yahu tamam Zafer Bey’in buraya büyük hizmetleri var. Bu yağcılık olmaz mı?
İtirazlar sonuçsuz kaldı ve yönetim kurulu kararı aldı:
- Ankara Sanayi Odası binasının adı Zafer Çağlayan olacak...
Karar oda meclisine gitti. Kararın uygulanması için Meclis Başkanı Tarık Artukmaç’ın oylatması gerekiyor. Ama olmadı. Getirmedi. Gün geçti. Oda başkanı "Ne oldu? Neden bakanımızın adı hálá konmadı?" diye sordu. Artukmaç yine getirmedi.
Ve Başbakan açılış için binaya geldi. İçeri giren oda yönetimi tam meclis salonuna girecekti ki, salon kapısının üzerinde kocaman harflerle şöyle yazıyordu:
Zafer Çağlayan Meclis Salonu...
Şaşkınlık...
Çünkü Meclis Başkanı’nın bu yazıdan haberi yoktu. Belli ki gece birileri gelip "korsan yazı" yöntemiyle yazmışlar... Oysa ortada böyle bir yönetim kurulu kararı da yoktu...
Şimdi Ankara’daki tüm sanayiciler soruyor:
- Gece yarısı gelip Zafer Çağlayan’ın ismini kim yazdırdı? Kim bu yağcı?
Daha da ötesi çarşamba günü toplantı var. Meclis Başkanı ismi kaldırtacak mı?
Bütün bunlardan Zafer Çağlayan’ın haberi olduğunu sanmıyorum...
Eğer olsa; benim tanıdığım Çağlayan şöyle der:
"Ne yapıyorsunuz kardeşim. Ankaralı sanayici bunlarla mı uğraşacak? Kaldırın adımı."
Evet çarşamba günü "Kim bu yağcı?" sorusunun cevabı bulunmasa da, duvardaki Zafer Çağlayan adının akıbeti belli olacak...
DÖRDÜNCÜ YAZI
İçimizdeki derin soru
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül New York’taki BM genel kuruluna daha çok bir "barış elçisi" imajıyla gitmeyi planlamıştı... Amaç önümüzdeki yıl Güvenlik Konseyi’nden boşalacak koltuğa Türkiye’yi oturtmak...
190 ülkeden 128’inin oyunu almak gerekiyor.
Bu yüzden Gül Ermenistan davetini kabul etti. KKTC’de "çözüm isteyen biziz" dedi...
Suriye ile İsrail arasındaki barış görüşmelerinde Türkiye başrolü aldı. Lübnan’da öyle...
Kafkasya ittifakı öyle... Hep bir barış elçisi imajı...
Tamam da kendi ülkesindeki barışı sağlamadan, dünya barışı için görev isteyene kim inanır?
Kendi parlamentonda, DTP’yi kapatıyorsun. Ülkenin bir tarafında hálá kan akıyor. Kandırılmış çocuklar dağa çıkıyor. Her gün şehit haberi geliyor. Yuvalara ateş düşüyor. Bu mesele çözülmeden, kan durmadan hangi BM Güvenlik Konseyi...
Kendi güvenliğini sağlamadan dünyanın güvenliği talep etmek...
BM üyeleri içimizdeki bu derin soruyu sormazlar mı?
BEŞİNCİ YAZI
Başbakan’a abi nasihati
HASAN Cemal meslek büyüğüdür... Biz "Hasan Abi" diye her türlü şakayı yaparız, o kaldırır, güler geçer. Daha sinirlendiğini görmedim...
Yani "sakin güç"tür...
Son dönemde AB rotası, ekonomik refah ve demokratikleşme konularında hükümete çok ciddi destek veren yazılar yazmıştı...
Başbakan Erdoğan da ona bizim gibi "Hasan Abi" demişti.
Onun bu destek yazılarına çok tepki verenler olmuştu. Hatta "Sen yıllarca Cumhuriyet Gazetesi’ni yönettin. Şimdi bu yakışıyor mu sana" diye soranlar, eleştirenler vardı..
Laik çevrelerden neredeyse küfür yiyordu.
Ne pahasına?
Doğru bildiği pahasına...
Ben Hasan Cemal’in o yazılarla Başbakan’ın şahsına değil, AB rotasına, demokratikleşmeye, özgürlüğe destek verdiğini biliyor ve söylüyordum.
Yani kim bunları yapsa Hasan Abi ona destek verecekti... Kişi önemli değildi...
Ama gün geldi durum değişti...
Ve Başbakan Erdoğan "bağıran bir üsluba", keskin söyleme daldı. Gazetecileri "paylamaya" başladı.
Son olarak gazetelerin boykot edilmesi bardağı taşırdı ve Hasan Cemal bir "abi üslubu"yla Başbakan Erdoğan’a şöyle dedi:
"Sayın Başbakan, ne denir?
Allah akıl fikir versin."
Ben ilk defa Hasan Cemal’den böyle bir üslup gördüm... Böyle keskin, böyle acı bir uyarı...
Sanıyorum bu kadar keskin bir uyarı yapmasının altında şu psikoloji yatıyor:
- Bak sen böyle davranarak yalnızca kendine kötülük yapmıyorsun. Bizi de zor durumda bırakıyorsun. Sana verdiğimiz desteği boşa çıkartıyorsun... Yani mesleki olarak bizim de ağabeyliğimiz filan kalmıyor. Yazık ediyorsun...
Bu bir anlamda Hasan Cemal’in "Yahu biz kime destek verdik? Yoksa ciddi şekilde yanıldık ve o hakaretleri boşuna mı yedik" diye sorup kızmasına neden oldu.
Bu yüzden "abi nasihatı" çok keskindi..
Başbakan nasıl anladı bilmem tabii..
ALTINCI YAZI
AKP ve boykot
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan Doğan Grubu gazetelerini kastederek "almayın çağrısı" yaptı. Bu çağrının iki sonucu olabilir...
1) AKP’liler o gazeteleri almazlar. Parti binalarına sokulmaz.
2) Hiçbir bakan o gazetelere demeç vermez...
Ben birinci soruyu merak ettim. Ve dedim ki:
"Acaba AKP Genel Merkezi’nde durum nedir? Gazete alımını durdurdular mı?"
Dağıtım teşkilatına sordum. Ankara’daki AKP Genel Merkez binasına gazete veren bayi bulundu...
Adı Bakkalın Mahir...
Verdiği cevap ise şu: Abi üç gün önce gazete vermeyi ben kestim. Çünkü çok borçları birikti. Uzun süredir aldıkları gazetelerin parasını ödemediler. Onlar ödemeyince ben de gazete vermeyi tümden kestim...
Ne komik değil mi? Boykotu soruyorsunuz, borç çıkıyor... Ama ben hálá merak ediyorum:
- Elbette bu önemsiz borç ödenecek. Peki sonra ne olacak?
Paylaş