TRİBÜN terörünü körükleyen yönetici tipi mi arıyorsunuz? İşte Kıvanç Oktay. Önceki gece İnönü Stadı’nda, tribünde gencecik bir çocuk öldürülmüş.
Kıvanç Oktay kameraların karşısına çıkmış ve ‘Münferit bir olaydır. Beşiktaş camiasına mal edilemez’ diyor.
Tipik Türk spor yöneticisi.
Kıvanç Oktay taze bir örnek. Ama hepsi böyle. Yöneticisi de, eski yöneticisi de, yönetici adayı da. Tribünlerdeki üç beş ‘serseriye’ şirin görünme adına ürperten açıklamalar.
Allah korusun, bu olayda öldürülen kendi çocuğu da olsaydı ‘münferit bir olay’ olarak mı değerlendirecekti bunu Kıvanç Bey?
Beşiktaş’a mal edilemezmiş? Peki bunu kime mal edeceğiz. İzmirspor’a mı, yoksa Boca Juniors’a mı?
Yıllardır yazıyorum, söylüyorum tam da bu olan olaydaki durumu örnek verip, ‘Hangi maç, hangi skor, hangi şampiyonluk 15-16 yaşındaki bir çocuğun hayatından daha önemli olabilir’ diyerek.
Kimsenin umurunda değil. Stat kapatamayan, ceza veremeyen eyyamcı federasyonların da, valiliklerin de, hükümetlerin de...
Kıvanç Oktay’a ve benzer demeçleri her olaydan sonra veren sorumsuz spor yöneticilerine sorarım:
‘Analar babalar, çocuklarını nasıl maça yollayacaklar? Niye yollayacaklar? Gerçek taraftar olmazsa, tribünde beslediklerinizle nasıl kulübünüzü yaşatacaksınız? Her hafta bilet ve para verdiğiniz iddia edilen tribün teröristleriyle ilişki kurmak size yakışıyor mu? Toplumdaki statünüz ile bu ilişkileri nasıl bağdaştırıyorsunuz?’
Şimdi Federasyon’dan ‘adam gibi’ bir ceza bekliyorum.
Ama bu rezaleti ben de kendi adıma cezalandıracağım.
Kan bulaşmış bu ligi izlemek istemiyorum.
Artık maça falan gitmeyeceğim. Aklı başında kimse de gitmesin.
Analar babalar da çocuklarını maça yollamasın.
Çünkü bu kafadaki kulüp yöneticilerine ben çocuğumu emanet etmem.
Sedat Peker’den mektup (2)
SEDAT Peker mektubuna kaldığımız yerden devam edelim. ‘İsterseniz Türkiye’nin en büyük gazetecisi olunuz, vicdani muhakemeden yoksun olduğunuzu biliyorum. Size arkadaşınız vasıtasıyla tehdit yollamayacağımı da biliyorsunuz. Bunu ancak aptallar yapar. Gençliğimin ilk yıllarında yaşadığım şiddet unsuru içeren hayatı istemeyişimin, yani şu an organize suç lideri olmamamın en büyük delili, bana karşı yaptığınız haksızlıklara bile şiddetle mukabele etmememdir. Bir de gözaltındayken gülmem ile bir yazı yazdınız. Gülmemin sebebi, bu dünyada gülebilecek çok şeyler bulduğum değildir. Sadece istemediğim şeyleri yapmama neden olan hayata gıcıklık olsun diyedir. Cehenneme gittiğimde oradaki zebanilere de gülümseyeceğim. Bütün herkesin özgürce slogan atmasına göz yumulurken, ben sadece komplo yapılıyor dediğimde yaşadıklarımı, yani fiziksel eziyete uğramamı keyifle yazmışsınız. Teröristlerin istediği sloganı atma hakkı var ama henüz hakkındaki iddialar kanıtlanmamış olan benim komplo yapılıyor deme hakkım yok değil mi?
Adalet duygunuzu çok takdir ettim. Nöbetçi hákimin sabah 4’e kadar dosyaları sabırla okuyup bizi neden tahliye ettiğini hiç merak etmediniz mi? Serbest bırakıldıktan sonra, polisin yurtdışına kaçtı iddialarına karşın gelip teslim olmadım mı? Tutuksuz yargılanabilir, kaçmak diye düşünen hákimi doğrulamak için ne fiziksel, ne ruhsal durumum uygun olmadığı halde adliyeye gelmedim mi? Savcının buraya gelsin sözü üzerine DGM’ye gittim. Polislerce fiziksel saldırıya maruz kalarak adliyenin kapısından çıkarıldım. Savcının talebi üzerine geri getirildim ve durumu gören savcının sevk etmesiyle Adil Tıp’tan 7 günlük rapor aldım. Savunma hakkımın, yani avukatımın durumu benden kötüydü. Eli kırılmış. İşkence ve kötü muamele yapmaktan dolayı Organize Suç Şubesi yetkilileri hakkında tahkikat başlatılmıştır.
4 ay evvel Fatih Savcılığı’na 3 şikáyette bulundum. Bir yakınıma yapılan işkenceden dolayı yaptığımız başvuruyla açılan davayı geri çekmemiz için şube yetkilileri baskı yapıyorlar. İkincisi, şahsıma komplo kurmak için yalancı gizli tanık beyanlarına dayanarak suçlar oluşturuyorlar. Üçüncüsü ise ismimi kullanmak suretiyle birçok kişiden zorla para alan Yusuf Altay isimli kişiyle şahsımdan 5 milyon dolar istiyorlar. İyi bir vatandaş olmak adına gözaltına alınmadan 4-5 ay evvel şikáyetlerde bulundum. Fatih Cumhuriyet Savcılığı, 2003/6045 numara ile Organize Şube üst düzey yetkilileri ile ilgili işkenceden dava açmıştır. İkinci şikáyetim olan suç oluşturmak kastıyla komplo hazırlandığı iddiam ise savcılık tarafından deliller yeterli görülerek dava açılmıştır. Yani sizin anlayacağınız, tutuklu olduğum dosya ile ilgili komplo kurmaktan Organize Şube’nin üst derece yetkilileri hakkında dava açılmıştır. Komplo diye bağırmamın sebebi buydu. İyi bir gazetecinin görevi, bu adam niye bağırıyor diye araştırmaktır. Oh iyi oldu demek değildir.
Bunları yayınlamayacağınızı biliyorum. Dediğim gibi, göreviniz gereği aleyhimde haber yapınız ama mezhebi geniş insanların birileri ile diyalog kurma adına yapmış oldukları şeyleri benim tarzımmış gibi yazmayınız.’
Sevgili okurlar, bu mektubu yayınladım. Doğrusu Sedat Peker hakkında olumlu düşüncelere sahip değilim. Ama onun da belirttiği gibi ‘Oh iyi oldu’ diye içimden geçirdim.
Bunu içimden bile geçirmemem gerekirdi. Organize suç örgütü kurmakla suçlansa da, bu kanıtlansa da, kimseye kötü muamele ve işkence yapılması kabul edilemez.
Türkiye’de yıllardır suçlulara hesap sorulamamasının kızgınlığını, Peker’e veya bir başkasına yapılan kötü muameleyi ‘İyi oldu’ diyerek çıkaramayız.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Sporun anlamını bilmeyenler, spor yöneticiliği yapmadıkları zaman.