Paylaş
Normal olarak pazar günleri için yazı yazmıyorum.
Haftada bir gün izin yapıyorum.
Fakat dönem olağanüstü olduğu için, ben de olağandışı davranıp yazacağım.
Cuma akşamı Ankara'da önemli bir toplantı vardı.
Bayındırlık, Enerji, Sağlık, Maliye, Ekonomi, Ulaştırma, Sanayi ve Ticaret gibi pek çok bakanlığın üst düzey bürokratları bir araya gelerek depremin yaralarının sarılması ve maliyeti konusunda görüştüler.
Siyasetten arındırılmış ve tamamen teknik bu toplantının sonuç tablosu hiç iç açıcı değil.
Toplantıda, depremin Türk ekonomisine doğrudan ve dolaylı olarak vurduğu darbenin yaklaşık 20-22 milyar dolar civarında olacağı konuşuldu.
20-22 milyar dolar oldukça büyük bir miktar.
Mesela, Türkiye'nin bir yıllık ihracatına eşit.
Ya da Türkiye'nin bir yıllık bütçesinin yarı büyüklüğüne.
Kobe'de meydana gelen depremin Japon ekonomisini nasıl sarstığı göz önüne alınırsa, bizim de ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşamamız kaçınılmaz.
Peki bu sıkıntıyı nasıl aşacağız.
Bunun tek çaresi var: Daha çok çalışmak ve daha tutumlu olmak.
Bu kapsamda neler yapılabilir?
Sayalım:
1. Daha çok çalışmalıyız. Yılın neredeyse üçte birini tatillerde geçiriyoruz. Öncelikle cumartesi günlerini tekrar çalışma günü ilan etmeliyiz. Bayram tatillerini azaltmalı, tatilleri birleştirme alışkanlığımızdan vazgeçmeliyiz.
2. Her vesileyle kutlama, şenlik, davet, kokteyl düzenleme alışkanlığımızı bir kenara bırakmalıyız. Şaşaalı düğünler, görkemli partilerden birkaç yıllığına da olsa vazgeçmeliyiz.
3. İş dışında, gereksiz yurtdışı gezilerden bir süreliğine kaçınmalıyız. İthal malı lüks tüketim maddelerinin kullanımını azaltmalıyız.
Bu önerileri artırmak mümkün.
Ancak özellikle ilk önerim, yani cumartesi günleri de çalışma önerim, toplumun değişik kesimlerinde seslendirilmeye başlanan bir düşünce.
Çalışmadan adam olunmuyor.
Alt kata dükkán olmaz
YİNE bir Amerikan televizyonu. Uzmanlar tartışıyor. ‘‘Neden depremde hasar bu kadar büyük oldu?’’ diye.
Bir uzman şöyle diyor:
‘‘Türkiye'de akıl almaz bir hata yapılmış. Dikkat edin, yıkılan binaların büyük bölümünde alt katlarda dükkánlar var. Bu olamaz.
Çünkü bina teknolojisinde duvarların taşıyıcı ve tutucu rolü çok önemlidir. Türkiye'de gelir sağlamak amacıyla alt katlar dükkán yapılmış.
Dükkán yapılabilmesi için de duvarlar kaldırılmış ve bina sadece sütunların üzerine oturmuş. Çünkü dükkán için geniş alanlar ve vitrin lazım. Duvarlar yapılmayınca binanın taşıma gücü azalmış. Bakın pek çok binanın üstü sağlam. Ancak alt kat yıkılınca, üst katlar devrilmiş. Bu tarz inşaat cinayettir. Bir önemli nokta da şu, anlaşılan Türkiye'de yer kıtlığı var. Binalar üst üste. Deprem bölgelerinde niye biraz yayılıp hafif ve alçak binalar yapmamışlar acaba?’’
Adam Amerika'dan görüntülere bakıp doğruyu görüyor, biz burnumuzun dibinde göremiyoruz.
Faziletli Belediyeler başta olmak üzere, bağış karşılığı kaçak binaya göz yumuyoruz.
Bağış karşılığı cinayete göz yumar gibi.
Küçülen ve küçülten kim?
ATLANTA Channel 11'de bir görüntü. Nereden buldularsa bir film bulmuşlar. Erzincan'da 1939 yılında meydana gelen depremin siyah beyaz, bulanık görüntüleri.
Yıkılmış evlerin enkazını elleriyle kazarak enkaz altından yaralı çıkarmaya çalışan insanlar...
Görüntünün altında ‘‘Deprem sonrası-Türkiye-1939’’ yazıyor.
Ardından Gölcük'ten görüntüler ekrana geliyor. Bu kez görüntüler net ve renkli. Yine enkaz ve yine insanlar elleriyle kazarak enkaz altından yaralılarını çıkarmaya çalışıyorlar.
Ve ekranın altında bu kez şöyle yazıyor:
‘‘Deprem sonrası-Türkiye-1999-60 yıl sonra.’’
Bir dış ses, son 60 yılda Türkiye'de pek bir şeyin değişmediği söylüyor.
Amerikan televizyonlarında bu görüntüler yayınlanırken, Cumhurbaşkanı Demirel haykırıyor:
‘‘Devleti küçültmenin anlamı yok.’’
Anlaşılan Demirel'in bu haykırışı Türkiye sınırlarını aşmıyor. Amerikan televizyonları bu sese kulak vermiyor.
Reisicumhur Hazretleri'ne soruyorum.
Devleti küçülten kimdir?
60 yılda Türkiye'de felaketlerle baş etme konusunda bir adım öteye gidemeyenler midir, yoksa biz mi?
Yarın
TÜPRAŞ'ta nelerin yanlış olduğunu yazacağım.
Ölümüne hile
BAZEN, hak ediyoruz da onun için mi ölüyoruz diye soruyorum kendi kendime, yaptıklarımızı duyunca.
Deprem nedeniyle çatlayan ve hasar gören binaların sahiplerinin ne yaptığını duydunuz mu?
Belediyenin yapacağı incelemelerde ‘‘Oturulabilir’’ rapru almak için binalardaki çatlakları sıvayıp üstünü boyayanlar varmış. Bütün bu hile, uzmanlar görüp de binayı boşaltmasınlar ve yıkım emri vermesinler diye. Bu hileyi yapıp yutturanlar, acaba bir dahaki depremde enkaz altında kurtarılmayı beklemeyi mi tercih ederler, yoksa enkazın üstüne oturup, altta kalan yakınlarının çıkarılmasını beklemeyi mi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Dedikoduya inanmak, yönetim şekli olmadığı zaman.
Paylaş