Liseyi yeni bitirmiş bir öğrenciyim, sanat okuyup okumamaya karar vermeden önce bilgilerimi test etmek istedim. Sizce iki metre uzaklıktan 15 yumurta fırlatılmış ÖSYM Başkanı’nın siyah beyaz posteri bir sanat eseri sayılabilir mi?
- Sevgili liseli genç, bu sistemin çürütücü etkisine rağmen sanat okumayı düşünebilecek kadar taze kalmayı başardığınız için zaten siz başlı başına mucizevi bir esersiniz. Ha, “İlla yumurtalı posterden bir şekilde yararlanmak istiyorum” diyorsanız... Yanına doğruları götürmeyen yanlışlarla dolu ÖSYS tercih kılavuzunu da iliştirerek ibretlik bir sanat eseri ortaya çıkarabilirsiniz. Tamer Karadağlı’nın oynadığı ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ adlı tiyatro temsiline gittim. Kendime gelemiyorum, kurye şirketimde işler durmuş vaziyette. Maddi manevi büyük zarar görmekteyim. Bir çıkış yolu lütfen? - Ah ah ah... Sizin yaşadığınız bu iç sıkıntısının psikolojideki adı post-travmatik stres sendromudur beyefendi. Tamer Karadağlı’yı Shakespeare’in yazdığı bir oyunda sahnede gören herkesin başına gelir. Bünyenizin verdiği reaksiyon son derece normal. Bu travmanın izlerinin tamamen silinmesi 3-4 ayınızı alabilir. Bu süre zarfında bol bol iyi film izleyin, yatıp uyuyun. Bu arada sizinki hangi kurye şirketiydi? Bilelim de bir süre kullanmayalım. Çok iyi para kazanıyorum ama mutlu değilim. Önümüzdeki sezon çok faal bir sanat insanına dönüşüp her sergi açılışına gitmeyi, böylece parama statü katmayı tasarlıyorum. Nasıl fikir? - Oh harika fikir. Yalnız ‘Sergi Açılışlarıyla Yırtma’ adı verilen bu eylemin bir püf noktası var, atlamayın: Açılışlara gitmek ama sergilenen eserleri katiyen, göz ucuyla bile incelememek. Bunu başardığınız takdirde istediğiniz noktaya varmanız an meselesidir. Tabii o günkü burcunuz ne diyor, sergiye gitmeden ona da bir bakıverin. Faydası olur. Tarkan’ı mı daha çok sevsem Fazıl Say’ı mı karar veremiyorum. Magazin ilaveleri de bana bu konuda yardımcı olmuyor. Kafam çok karıştı! - Valla bu sorunuz bende karışacak kafa bile bırakmadı. Bir terapist olarak çıkmaz, ıssız, karanlık bir sokaktayım. Üşüyorum, açım, gözlerim doluyor. Gelin bir vasıta bulup sizinle Bakırköy civarında buluşalım, orada tam teşekküllü bir tesis varmış. Bahçesinde oturup o-piti-piti yaparız. Çimen, oksijen, iyi insanlar... Açılırız.
Leonardo DiCaprio muhteşemdir çünkü...
Leonardo DiCaprio’nun çok sevdiği anneannesi muhteşem bir kadındı. Oma diye seslendiği yaşlı kadını ölmeden önce bir buluşmalarında Picasso Müzesi’ne götürürken uyarmıştı: “Anneanneciğim biliyorum sen bir çiçek resmine baktığında çiçeği görmek istersin. Ama bu Picasso ve birazdan bizzat torunu eşliğinde müzesini gezeceğiz. Sana ‘Nasıl buldunuz?’ diye sorarsa, beğendim de.” Torun Bernard Picasso beklenen soruyu sormuştu. Leo’nun anneannesi aynen şu cevabı verdi: “Bana bu tabloda yılan var desen de inanırım, uçak var desen de.. Çünkü hiçbir şeye benzemeyen birşeye bakıyorum!” Leo’nun başından aşağı kaynar sular dökülürken, Bernard Picasso, aslında anneanneyi pek sevmişti çünkü samimiyeti Picasso’nun ruhuna uyuyordu. Leonardo DiCaprio insanlara, zamana ve güce göre şekil değiştirmeyen dürüstlüğün müthiş bir lüks olduğunu böyle öğrendi. Birlikte üç film çektiği yönetmen Martin Scorsese’ye göre oynadığı karakterleri yaratırken de bu dürüstlüğe sırtını dayadı.