Şaşkın ördek (*)

BİR kuşun kendi cinsinden olmayan bir kuşla uçmasının sebebi ne olabilir?

Bu ilginç soruyu ilk lise yıllarımda Mevlana’nın Mesnevi’sinde okumuştum.
O gün bugündür bu konu ciddi biçimde kafamı kurcalar...
Neden kurcaladığına geleceğim ama öncesinde dilerseniz Rumi’ye kulak verelim...
“Bir kargayla bir leyleğin beraber uçtuğunu, beraber yemlendiğini gördüm...
Şaşırdım kaldım... Derken aralarındaki birlik nedir onu bulayım diye hallerine dikkat ettim...
Şaşkın bir halde yaklaştım.
Baktım gördüm ki ikisi de topalmış...”
¡ ¡ ¡
Genetik bilimciler insanların kendileriyle benzer-türdeş olanlarla birlikte olmaktan hoşlandıklarını söylüyor.
Yani hepimiz doğamız gereği kendi benzerini arıyor şu hayatta...
Kimi zaman bu benzerlik aynı takımı tutmak, kimi zaman aynı partiyi desteklemek, kimi zaman aynı dine inanmak, kimi zaman da aynı ülkeye-millete ait olmak...
Kimlikler üzerimize üzerimize geliyor...
Kimi zaman biz seçiyoruz kimliğimizi kimi zaman kimlikler bizi...
Karga kargayla uçuyor, leylek leylekle...
Bazen sıra dışı durumlar yaşanıyor Rumi’nin anlattığı gibi...
Ama sonuçta farklı cinsten olsalar da onları bir araya getiren şey benzerlikleri...
Topal olmasalar birlikte uçmayacaklar...
O zaman birlikte uçmak için illa hepimizin topal mı olması gerekiyor?
Ya da uzun zamandır beni meşgul ettiği şekliyle sorayım...
Benzerlik ve benzemezliklerimizle birlikte nasıl yaşayacağız?
¡ ¡ ¡
Kestirme cevap ortak paydalar...
Ama hem benzerine meftun doğamız hem de ortak olmayan çok sayıda paydamız var, o halde nasıl olacak?
Avrupa yüzlerce yıllık kanlı savaştan sonra bu konuda iki alternatif model geliştirdi.
Bir yanda Fransa’nın öncülüğünü yaptığı kimi zaman asimilasyona varan entegrasyon politikası, yani farklılıklara rağmen benzeşen bir üstkimlik yaratma çabası...
Diğer yanda İngiltere ve Hollanda’nın öncülük ettiği farklılıkları olduğu gibi kabul eden çokkültürlülüğe dayalı bir siyasi sistem...
2000’li yılların başına kadar bu iki örnek model kendi içinde epey övüldü ve başarılı bulundu...
Fakat tarihin bir cilvesi olsa gerek en güçlü göründüğü dönemde bu iki model de aynı anda çok büyük darbe aldı...
¡ ¡ ¡
Fransızlar bir sabah uyandı ve ülkelerinde sokakları ateşe veren öfkeli göçmenler gerçeği ile tanıştılar.
Çokkültürlülüğün beşiği Hollanda Theo van Gogh’un öldürülmesiyle bir anda toplumsal paranoya ve kültürel çatışmanın merkezi haline dönüştü.
Ne entegrasyon (benzeştirme) politikası ne de çokkültürlülük (benzemezler gettosu) tek başına istenen sonucu verdi...
Şimdi bütün Avrupa ne yapacağını tartışıyor...
Türkiye ise bir yanda Avrupa Birliği perspektifi, diğer yanda geçmişin ağırlığı bir yol bulmaya çalışıyor...
Bir kesim Fransa gibi kalmak, bir kesim Hollanda gibi olmak istiyor...
Sorun şu ki ne Fransa zannettiğimiz Fransa ne de Hollanda şu haliyle umut vaat ediyor...
¡ ¡ ¡
Kimlikler hem birleştirici hem de bölücü...
Çoğaltmak da azaltmak da bölebiliyor...
Çokdinli, çokdilli, çokkültürlü, çokkimlikli olabilmek, ortak çoğalabilsek ve ortak yaşama alanı yaratabilsek ideal çözüm...
Ama maalesef farklı türden birçok insan için birlikte yaşayabilmenin tek yolu hâlâ topal olmaktan geçiyor...
Karga kargayla, leylek leylekle uçuyor...
Bu durumda bana da arafta “şaşkın ördek” olmak düşüyor...

(*) Bu yazı Şalom Gazetesi’nin son sayısında da yayımlandı.
Yazarın Tüm Yazıları