Paylaş
Önceki gün Genelkurmay Karargâhı'nda 4 saati bulan "medya ile diyalog" toplantısından sonra şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim:
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ne kimilerinin lanse etmeye çalıştığı gibi "şahin" ne de "güvercin."
O, bir denge adamı.
Amerikalı ünlü siyaset bilimci Joseph Nye 11 Eylül sonrası Bush hükümetinin Afganistan ve Irak'ı işgali üzerine Soft Power (Yumuşak Güç) başlıklı çok çarpıcı bir kitap yazmıştı.
Özetle Amerika'nın esas gücü Bush ve ekibinin zannettiği gibi tek taraflı askeri güç kullanma kapasitesinden yani "hard power"dan değil, MTV'den McDonalds'a, Hollywood'dan GE'ye teknoloji, ekonomi ve kültür alanında küresel oyun kurucu olabilmesinden yani "soft power"dan geliyor demişti. Ve Bush hükümetinin kaba kuvvete dayalı politikalarıyla Amerika'nın yıllar içinde oluşturduğu yumuşak gücü nasıl zedelediğini anlatmıştı.
Önceki gün Genelkurmay Karargâhı'nda bir grup gazeteci ile birlikte Başbuğ'u dinlerken "Nye şu anda bizimle burada olsa herhalde yaptığı kategorik ayrımın ne kadar yetersiz olduğunu görür ve daha sofistike bir kavramsallaştırma denerdi" demekten kendimi alamadım.
Çünkü İlker Başbuğ "sert güç"ün temsilcisi bir asker olarak aslında 4 saat boyunca bizlere sertlikle softluğun çok başarılı bir harmanını sundu.
İkisinin pekâlâ çok ince bir çizgide gayet dengeli götürülebileceğini gösterdi.
Kişiliğinin en başat unsuru ne diye sorsanız stratejik düşünme yeteneği derim.
Fakat inanılmaz bir aksiyon adamı olduğunu da hemen eklerim.
Şahin ya da güvercin yerine ona "sakin güç" demeyi tercih ederim.
Terörden Amerika ile ilişkilere, 28 Şubat'tan "e-muhtıra"ya verdiği mesajlar uzun uzun yazıldı. Burada onları tekrar edecek değilim, fakat şunu söylemek zorundayım:
Tüm bu mesajları verirken üniformasının ve askeri bir karargâhta bulunmamızın psikolojik etkisini bir kenara bırakacak olursak "dan-dan-dan" bir üslup kullanmadı.
Tam aksine, alabildiğine rahat ve samimi bir tartışma ortamı yaratmaya çalıştı.
Bende bıraktığı ilk izlenim şu: İlker Başbuğ TSK'nın temel ilkeleri içerisinde nasıl bir genelkurmay başkanı olacağına epey kafa yormuş.
Dolayısıyla ilk günden itibaren ne yapacağını bilerek kolları sıvamış.
Zaten bugüne kadar attığı çok ince hesaplanmış dengeli adımlar bu durumu teyit ediyor. Ergenekon zanlısı paşaları TSK adına ziyaret ettiriyor ama mahkemeleri etki altına alacak bir görüntü vermemek için alabildiğine titiz davranıyor.
Laiklik bağlamında 28 Şubat'ı sahipleniyor ama 27 Nisan e-muhtırası ile en azından üslup açısından araya mesafe koymayı ihmal etmiyor.
Bir yandan medya ile ilişkileri kurumsallaştırıyor, diğer yandan "Lütfen asker ve şehitler üzerinden siyaset yapılmasın" diyerek kırmızı çizgileri çok net çekiyor.
Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Cumhuriyet ve Tercüman gazetesinden iki meslektaşımızı davet ederken uzun zamandır şikâyet edilen akreditasyon uygulamasında da açılım yaparak Ergenekon tartışmasının diğer tarafında yer alan Yeni Şafak ve Star'a da aynı esneklikle yaklaşıyor.
Eleştiriye fazlasıyla açık, hakaret ve temelsiz suçlamalara haklı olarak kapalı.
Bilmediği bir konu sorulduğunda hiç kompleks yapmadan "bilmiyorum" diyor, "Türkiye'de bazı mahkemelerin YouTube'a erişim yasağı koymasını nasıl değerlendiriyorsunuz" sorusuna ise "İnanın üzerine çok kapsamlı düşünmediğim bir konu, sizce ne olmalı?" diyerek pası ustaca muhatabının ayağına atıyor.
Terörle mücadele konusunda alabildiğine kararlı, fakat terörle ilgili konuşurken iddialı laflar etmenin mahzurlarını bilecek ve ifade edebilecek kadar açık sözlü.
Güneydoğu'ya yaptığı ziyarette iki şeyden çok etkilenmiş: Bir Mehmetçik'in gözünde gördüğü ışık, iki bölge halkının gözlerinden yansıyan sevgi.
Dedim ya karşımızda klasik sert gücün temsilcisi bir asker yok.
Bölücü terörün 24 yıllık bilançosunu verirken defalarca "Lütfen yanlış anlamayın, rakamların düşmüş olması sadece size süreci anlatmak için yoksa tek bir insanımız bile ölse en çok bizim içimiz yanıyor" deme inceliğini gösteriyor.
Dikkat ettim; aynı nezaketi, hükümet-asker ya da NATO-Avrasya denklemiyle ilgili en kışkırtıcı soruda bile koruyor. Ulus devlet, üniter devlet ve laiklik gibi askerin hassas olduğu konular kadar demokrasi ve AB'ye de vurgu yapıyor.
Tam anlamıyla "meşruiyetçi bir asker" olduğunu ve olacağını her fırsatta hiçbir meşruiyet vurgusu yapmadan gösterebiliyor.
Diğer meslektaşlarım ne der bilmiyorum ama ben Genelkurmay Karargâhı'ndan umutlu ayrıldım. Türkiye'de asker sivil ilişkileri ancak tüm taraflar gerekli nezaketi gösterirse gelişebilir.
Orgeneral Başbuğ, önceki gün tüm samimiyetiyle sakin bir güç olarak ilk adımı attı.
Şimdi sıra medya ve siyasette.
Paylaş